ÜREMEYE YARDIMCI TEDAVİ UYGULAMALARI VE ÜREMEYE YARDIMCI TEDAVİ MERKEZLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK üzerine GÖRÜŞ

Kurulumuz, 6 Mart 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik’le (ÜYTE) ilişkili olarak aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmaktadır :

Üremeye Yardımcı Tedavi Yöntemleri Bilim Komisyonu’nun yapısı: Bilim Komisyonu’nun Bakan tarafından seçilmesi bilimin tarafsızlığı açısından sorunlu görünmektedir. Ayrıca, günümüzde teknolojik gelişmelerin yarattığı ikilemlerin en çok yaşandığı alanlardan olan yardımcı üreme teknikleri ile ilgili bilim komisyonunda Tıp Etiği uzmanının olmaması düşündürücüdür. Yine, halk sağlığı konusunda taraf olan Türk Tabipleri Birliği ve ilgili uzmanlık derneklerinden temsilcilerin komisyonda bulunması gerekmektedir.

Sadece evli çiftlere hak tanınıyor olması: Yönetmelik sadece evli çiftler bakımından uygulanacak teknikleri içermektedir. Hukuki anlamda “eş” dışındaki kimselerin spermlerinden oluşacak embriyoların kullanılması Yönetmeliğin 18. maddesi ile yasaklanmıştır. Madde, evli olmayan kadınların bu teknikler kullanılarak çocuk sahibi olmaları önünde engeldir. Maddede, evli olmayan kadınların yurtdışındaki “sperm bankaları”’na yönlendirilmeleri de yasaklanmıştır. Bu durum ise ‘medeni duruma göre ayrımcılık’ olarak tanımlanabilir. Oysa üreme ve doğurganlık tüm kadınlar için temel bir haktır. Sağlık hizmetlerine ulaşımda medeni durum ayrımcılığı yapılması hem temel etik ilkelerin ihlali, hem de yasal düzenleme ve sözleşmelere aykırılık anlamına gelmektedir. Bu yasakların çeşitli nedenleri olabilir. Ülkedeki merkezlerde, sadece evli kadınlara eşlerinin spermi ile oluşturulan embriyoların nakledilmesi, ceninin ve doğacak çocuğun sağlığı bakımından önemli ve anlaşılabilir gerekçeler olabilir. Örneğin “fücur yasağının” da nedenleri arasında sayılan, akraba ilişkisi sonucu doğan çocuklardaki muhtemel sakatlıkların önüne geçmek kaygısı ya da çocuğun spermi ile oluşan embriyonun anneye yüklenmesi ya da başkaca yakın akraba donörlerin oluşturduğu embriyoların sağlık açısından taşıyacağı riskler gibi. Bununla birlikte, tedaviyi sadece evli eşlerle sınırlandırmak aşırıdır. Öncelikle donörler bakımından, muhtelif sakatlıkların ve uygun olmayan koşullarda yetiştirilmesinin önüne geçecek sınırlandırmaların yapılması koşulları ile bekar kadınların da çocuk sahibi olabilmeleri bakımından söz konusu tekniklerin uygulanması savunulmalıdır. Çocuğun babasız büyümesi, ÜYTE uygulamalarının dışında çocuk sahibi olan kadınlar bakımından zaten söz konusu olabilmektedir. İlgisiz, ailesini terk etmiş eş ya da babalar az değildir. Ya da, sadece çocuk sahibi olmak için bir erkekle cinsel ilişkiye giren, çocuğunu tek başına büyüten anneler de vardır.

Genel sağlıkla ilgili menfaat ile bireysel seçim arasında denge gözetilmelidir. İnsanın ihtiyacını, ancak evli olması halinde dikkate alan bir hukuk düzeni, toplumun menfaatini ölçüsüzce üstün sayıyor demektir. Donörler bakımından, cenin ve müstakbel çocuğun sağlığı açısından sınırlama kabul edilmeli, bu tekniklerin uygulanması bakımından evlilik, koşul olmaktan çıkarılmalıdır.

Evlilik birliği, sorunları tek başına çözen bir koşul da değildir. İn vitro fertilize edilen bir embriyo henüz “aşılanmadan” eşler boşanma kararı alırsa ve boşanmaya hızlı biçimde (örneğin anlaşmalı boşanma) karar verilirse embriyonun kaderi ne olacaktır?

Eşlere sadece kendi üreme hücrelerinin uygulanacak olması: Bu türden bir kısıtlama, aynı zamanda sağlık hizmetlerine ulaşmada da bir kısıtlılığı dile getirmektedir. Hekimlerin başka tedavi seçeneklerini önerme hakkı olduğu gibi hastaların da yararlanabilecekleri tedavi seçeneklerini bilme ve bu konuda özgür iradeleriyle karar verebilme hakları vardır.

Yurtdışına sevk yasağı: Farklı ülke hukuk düzenlerinde ÜYTE uygulamaları bakımından kabul edilen rejimlerin sıkı ya da gevşek olması, sıkı rejimlerden esnek rejimlere, hasta, hekim ve “tesis” göçüne yol açmıştır. Buna öğretide “in vitro tourism” de denebilmektedir. Düzenleme ile üremeye yardımcı teknikler turizmine engel olunmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, biçimsel anlamda sevk yapılmaksızın ülke dışında uygulama yapılmasının önüne hiçbir devlet geçemez. Donörün kim olduğu, embriyonun nerede yüklendiği ile uğraşacak hiçbir detektif devlet yoktur. Bu, imkan dahilinde de değildir. Bu noktada, konuyu basında tartışıldığı gibi “Türk soyunun korunması” ile ilişkilendirmek de anlamlı değildir. Burada, nesebin doğru belirlenebilmesi, çocuğun soybağı üzerinde oynanmaması gibi kaygılar, hukuki nesep bakımından değerlendirilmelidir. Yasağın, nesebin gerçekliğini güvence altına alıp almayacağı ise başka bir konudur. Evlilik birliği dışında da, in vitro fertilize edilen bir embriyodan doğan gebelik ve sonuçta çocuğun, doğru nesep bağıyla nüfusa tescili mümkündür. Ayrıca gebe kalan kişi ve donörün yaptırıma uğratılacak olması, hem tedaviye ulaşma hakkını, hem de kişinin özgür iradesini engellemektedir.

Savcılığa bildirme: Eğer soybağının değiştirilmesi suçu düşünülüyorsa, bu soybağını kasten gizleyen ya da değiştirenler bakımından söz konusu olabilecek bir suçtur. (Bkz. TCK m. 231/f. 1: “Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır”). Evli olmayan ya da eşinden başka birinin spermiyle hamile kalan kadının her halde bu suçu işlediği söylenemez. Yönetmelikteki ifadenin bu gerçeği örtmemesi gerekir. Ayrıca yurtdışına sevk ile ilgili olarak da savcılığa bildirmenin bir anlamı yoktur. Eğer soybağının gizlenmesi ya da değiştirilmesine iştirak edilmemişse, yurtdışına sevk sadece Yönetmeliğe aykırılık teşkil eder ve merkezin çalışma izni bakımından sorun doğurur. Bu da idari bir yaptırımdır. Ceza hukuku yaptırımı değildir. Esasen savcılığı da ilgilendirmemesi gerekir.

Embriyo redüksiyonu: Embriyo sayısını sınırlamak doğrudur. Karşılaştırmalı hukukta, bu konuda katı ya da esnek sınırlamalar vardır. Ya kanuni düzenlemeler ya da rehber ilkeler ile aşılanacak embriyo sayısının sınırlandığı görülmektedir. İki gebelikten fazla çoğul gebeliklerin esasen anomali olarak kabul edildiği ve riskli olduğu savunulmaktadır. Embriyo redüksiyonunun kabaca iki biçimi olduğu düşünüldüğünde –selective ve non selective- bu işlem abortusu hatırlatır. İlki, esasen endikasyon modeline göre çocuk düşürtmedir. İkincisi ise elektif çocuk düşürtmedir. Batı hukuklarında embriyo redüksiyonunun kısmi çocuk düşürtme, azaltıcı çocuk düşürtme biçiminde adlandırıldığı da görülmektedir. Redüksiyon da, abortus da fetosittir. Birçok Batı ülkesi hukuk düzeninde redüksiyon, kürtaj ile ilgili kanun hükümlerine göre yapılmaktadır. ÜYTE uygulamaları sonucunda oluşan gebelikle ya da çoğul gebelikle, doğal nedenlerden oluşanları arasında hukuki açıdan fark yoktur. On haftadan önce elektif kürtajın koşullarına dikkat edilmelidir. Annenin rızası olmalıdır. Başka ve özel bir düzenleme yapılmadıkça Nüfus Planlaması Hakkında Kanun dikkate alınmalıdır. Yeni ve özel bir düzenleme yapılmadıkça on haftadan sonra, endikasyon modeli esas alınmalı ve koşulları uygulanmalıdır.

Oluşan çoğul gebeliklerde embriyonel ya da fetal redüksiyonun engellenmesi ise; hem gebeyi oluşmuş çoğul gebeliğin risklerine, hem de fetusu çoğul gebeliklerin muhtemel komplikasyonlarına maruz bırakma riski taşımaktadır. Oysa söz konusu durumda redüksiyon kararı hem anne hem de fetusun sağlıklı gelişimi için alınmış bir karardır. Bu durumda gebenin aydınlatılıp onayının alınmamış olması bilgilenme hakkının ve özerkliğin de ihlali anlamını taşımaktadır.

Diğer: Yönetmelik’te redüksiyon materyalinin imha yöntemleri tanımlanmamıştır. Ayrıca bilgilerin gizliliğinin korunmasına ilişkin özel düzenlemelere yer verilmemiştir.

Bu gerekçelerle Yönetmelik’in yeniden d