’Suç Mağdurlarına Yardım Hakkında Kanun Tasarısı’ üzerine görüş (20 Kasım 2009)

Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan “Suç Mağdurlarına Yardım Hakkında Kanun Tasarısı”na ilişkin olarak Kurulumuzca bir görüş oluşturulması istenmiştir. İlkesel olarak böyle bir yasal düzenlemeye gidilmesi olumlu bulunmuştur. Bununla birlikte düzenlemenin içeriğine ilişkin pek çok kaygı ve öneri dile getirilmiştir. Tasarıya ilişkin olarak Kurul üyelerinden Doç.Dr. Tuğrul Katoğlu ile Dr. M. Cumhur İzgi’nin değerlendirmeleri aşağıdadır.

Suç Mağdurlarına yardım Hakkında Kanun Tasarısı’na İlişkin Değerlendirmeler

Doç.Dr. Tuğrul Katoğlu
Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi
TTB Etik Kurulu üyesi

Anayasa ile güvence altına alınan sosyal devlet niteliğini güvence altına almak bakımından

suç mağdurlarının korunmasına ilişkin bir kanun tasarısının hazırlanması ilke olarak yerinde

bulunmakla birlikte, söz konusu tasarının içeriği bakımından eleştiriye açık bazı

düzenlemelerin olduğu saptanmaktadır. Öte yandan, anlatım özellikleri bakımından Tasarı

metninin tekrar tekrar gözden geçirilmesi hem dilin doğru kullanımı hem de metnin

anlaşılırlığı bakımından bir zorunluluktur.

Suç mağduru kavramının kapsamının ceza hukukundaki mağdur anlayışına göre

genişletilmesi ve kavramların değiştirilmesi anlamlı ve doğru değildir. Tasarı ile (m.3) suçtan

zarar gören kavramı, mağdur kavramına dahil edilmektedir. Bu durum, teknik terimlerin

gerektirdiği özenle bağdaşmamaktadır. Ceza hukukuna koşut olarak mağdur ve suçtan zarar

gören kavramları ayrı ayrı kullanılmalıdır. Suçtan zarar gören kavramı mevcut iken, suç

dolayısıyla “ekonomik kayba uğrayan kişi”’den ayrıca bahsedilmesinin bir gereği yoktur.

Anayasa’nın 1. maddesinde sosyal devlet niteliğine yer verildikten sonra, 5. maddesinde,

devlete, “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak” ödevi

yüklenmektedir. İnsan, sadece yurttaşları değil, yabancıları da kapsayan bir kavramdır.

Yabancı suç mağdurlarının yardımdan yararlandırılması önünde sınırlar öngörülmüştür.

Özellikle sadece belirli bazı suçların mağduru olan yabancı çocuklar bakımından yardım

öngörülmesi, çocuğun korunması bakımından Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal ve uluslararası

hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri ile uyumlu olmayabilecektir.

6. maddede düzenlenen yardım için başvuru süresi son derece kısadır. Aralarında cinsel

saldırı suçlarının da bulunduğu kimi suçlarda, suç mağdurlarının, konuyu yetkili makamlara

duyurmaları, çoğunlukla bu kişilerin psikolojik bakımdan desteklenmelerinin ardından

olabilmektedir. Öte yandan, bir suçun varlığından bahsedilebilmesi için, bu yönde bir

mahkeme kararının bulunması gerekir. Yetkili ve görevli ceza mahkemesince verilmiş bir

mahkumiyet hükmü olmadan bir suçun işlendiğinden bahsedilmesi mümkün olmayacaktır. Bu

nedenlerle bir yıllık sürenin çok dar olduğunun kabulü zorunludur.

7. maddede ölenin, bakıma muhtaç kardeşleri kapsam dışı tutulmuştur. Madde kapsamının bu

doğrultuda genişletilmesi uygundur. Ruhsal zarar bakımından ise, hiçbir derecelendirme

yapılmamıştır. Kişinin, toplumsal bir yaşam sürdürmesine ve çalışmasına engel

oluşturabilecek ruhsal zarar ya da hastalıkların varlığı hatırlandığında, ruhsal zararı peşinen

hafif kabul eden düzenlemenin amaca uygun olmadığı saptanacaktır.

Yardım miktarının belirlenmesine ilişkin 8. madddede öngörülen “Yardım miktarının

belirlenmesinde mağdurun beyanı esas alınır” hükmünün keyfiliklere yol açması

mümkündür. Herhalde, olabildiğince nesnel değerlendirmeler yapılmasını gerektirecek bir

düzenleme benimsenmelidir.

 “Devletin rücu hakkı” kenar başlıklı 11. maddede kullanılan “halef” kavramına gerek yoktur.

Devletin rücu edeceğinden bahsedilmesi yeterlidir.

Yardım kurulları içinde, baro temsilcisinin yanı sıra, yerel tabip odası temsilcisinin de

bulunması sağlanmalıdır (m. 13).

SUÇ MAĞDURLARINA YARDIM HAKKINDA KANUN TASARISI İLE İLGİLİ TTB

ETİK KURUL GÖRÜŞÜ İÇİN ÖNERİLER

Dr. M.Cumhur İzgi

TTB Etik Kurulu üyesi

AB uyum süreci kapsamında; herhangi bir nedenle mağdur olarak tanımlanabilecek kişiye

yönelik olarak uğradığı zararın karşılanması amacıyla yardım düzenlenmesi için bir yasa

oluşturulması düşüncesi ve bu konuda girişimlerin olması yurttaşın korunması açısından

önemli bir adımdır. Bedensel, ruhsal veya cinsel bütünlüğüne saldırı olarak tanımlanan suç

nedeniyle zarar görmenin bireyin sağlığını olumsuz etkileyeceğinin tartışmasız olarak kabul

edilmesi ve Türk Tabipleri Birliğinin de bu süreçle ilgili olarak görüşünün alınması olumlu bir

gelişme olarak değerlendirilmelidir.

Ancak yasalaştırılması düşünülen tasarının içeriği de konu ile ilgili olan olumlu düşüncelerin

güçlendirilmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. Oysa genel hatları ile incelendiğinde

tasarının çok özenli hazırlanmadığı, temel hukuk felsefesinin yeterince göz önüne alınmadığı

görülmektedir. Tanımlar maddesinde görüldüğü gibi ‘mağdur’ kavramının ‘suç’ bileşenini de

içerdiği belirtilmiş olmasına rağmen tasarının başlığında ‘suç mağduru’ ifadesinin

kullanılması şekilsel olarak özensizliği baştan yansıtmaktadır.

Ahlaki özne olarak kabul ettiğimiz insan, maddi varoluşu yanında manevi varoluşuyla birlikte

bir bütün olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle herhangi bir mağduriyet durumunda

zararlanma maddi kayıplar yanında manevi kayıplara da yol açabilir. Bu bütünlüğün

bozulmasının, sınırlandırılmasının insan olmayla bağdaşmaması nedeniyle sadece maddi

zararın karşılanması insan haklarıyla ve demokratik hukuk devleti anlayışıyla

bağdaşmayacaktır. Ayrıca tasarının 5. maddesinde ruhsal zararlar nedeniyle tedavi

masraflarının ödeneceğinin belirtilmesi, 6. maddede ise ruhsal zarar görenlere ödenecek

meblağın belirtilmesi tasarının kendi içinde çelişkiler taşıdığını göstermektedir.

Demokratik hukuk devleti kendi egemenlik alanında yaşayan tüm bireylerin güvenliğinin

korunması ve sürdürülmesini sağlamak yükümlülüğünü taşır. Bireylerin uyrukları,

cinsiyetleri, meslekleri, ekonomik durumları vb. gibi bireye özgü nitelikleri bu haklardan

yararlanmayı olumsuz etkileyecek özellikler olamaz. Bu nedenle mağdurun Türk vatandaşı

olmaması veya Türkiye’de ikamet süresinin kısa olması nedeniyle, oluşan zararın

karşılanmaması insan hakları ihlali olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte söz konusu

yardım isteminde bulunmanın bir yıl gibi hak düşürücü bir süre ile sınırlandırılması da aynı

temellendirme ile kabul edilemez. Sağlık durumu, korku, mahalle baskısı gibi çok değişik

nedenlerle bir yıllık süre aşımının hak kayıplarına neden olabileceği göz ardı edilmemelidir.

Ayrıca zararlanmanın suç nedeniyle olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olay için yasal

sürecin tamamlanmasını gerektirdiği ve Türkiye’de yasal süreçlerin uzunluğu herkes

tarafından kabul edilirken yardım isteme süresinin bir yıl ile sınırlandırılması yasanın

işlerliğini engelleyici bir faktör olacaktır. Ayrıca tasarıda yer alan, yardım talebinde

bulunabilmek için suçun mağdura karşı işlenmiş olma zorunluluğunun getirilmesi hak

kayıplarına neden olabileceğini düşündürtmektedir. Kendine karşı işlenmeyen suçlar

nedeniyle zarar gören kişilerin haberleri günlük basında neredeyse her gün yerini alırken bu

sınırlama tasarıda eksik bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.

Oluşan zararın karşılanabilmesi amacıyla yapılacak ödemelerde üst sınırların belirlenmesi bu

sınırları aşan meblağa ulaşan zararlanmalarda bireylerin yine hak kaybına uğramasına

sebebiyet verecektir. Bununla birlikte tasarıda ödemelerin üst sınırlarının belirtilmesi,

ekonomik krizin yaşandığı süreçte enflasyonla mücadeleyi sürdüren Türkiye için bu

meblağların kısa sürede zararın karşılanması için değerinin yitirilmesine neden olabilecektir.

Aile yapısının anne, baba ve çocuklardan oluştuğu genel kabul görürken ve aile yapısının

korunması gerekliliği anayasal olarak belirtilmişken herhangi bir mağduriyet durumunda eş

ve alt soyunun bulunmadığı durumda ödemenin ana ve babayla sınırlandırılarak kardeşlerin

hariç tutulması aile kavramına ters bir uygulama yaratmaktadır.

Tasarının 9. maddesinde belirtilen bireyin mağduriyet öncesi mali durumunun oluşan

zararlanmanın karşılanmasına engel oluşturması özel yaşama müdahale olarak

değerlendirilebileceği gibi hukuk devletinin yurttaşları arasında ayrımcılık yapmasına da

neden olmaktadır. Yine aynı maddenin ‘b’ fıkrasında mağdurun saldırının meydana gelmesine

veya artmasına katkıda bulunması nedeniyle yardım miktarının azaltılması gibi oldukça geniş

ifade tarzı bireylerin özel yaşamları nedeniyle bir çeşit cezalandırılması anlamına gelmektedir.

Kişi mahremiyetinin en önemli bileşenlerinden biri olan gizliliğin sağlanması her birey için

gereklidir. Bu nedenle gizliliğin sadece çocuklar için sağlanması yeterli değildir. Gizliliğin

herkesi kapsayacak şekilde ve ön koşulsuz genişletilmesi önemlidir.

Karar verme süresi içinde karar verilememesinin sorumluluğunun tamamen kurul üyelerinde

olması gerekirken, sürenin aşılması durumunda karar verme süreci ile organik bağı

bulunmayan mağdurun zararının karşılanma talebinin reddedilmiş sayılması ile ikinci kez

zarara uğratılması söz konusu olacaktır.

Tasarının yasalaşması durumunda yetişkin bireyler için uygulamanın şu andan itibaren beş yıl

gibi uzun bir süre sonra başlatılmasının gerekçesi de anlaşılamamıştır. Çocukların

korunmasına yönelik pozitif ayrımcılığı olumlu kabul etmekle birlikte, yetişkinlerin

zararlanmasının sürmesine de izin verilmemesi gerektiği düşünülmektedir.

Oluşturulan kurulda kurul üyelerinin aynı emeği harcamasına karşın farklı ücretlendirmelere

tabi olması, söz konusu yardımı alabilmek için başvurunun kimler tarafından

yapılabileceğinin belirtilmemesi de tasarının özensizliğinin diğer göstergeleridir.

Son eleştiri noktamız ise; sağlık hakkı ile bağlantılı yasa tasarısının uygulaması için

oluşturulan kurulda, bir taraftan görüşü alınan bir taraftan da sağlık hakkının savunucusu olan

sivil toplum örgütü TTB’nin yerel organı olan tabip odalarının yer almamasının bir çelişki

yarattığı düşüncesidir.

Tüm bu gerekçeler nedeniyle demokratik hukuk devletinin sosyal devlet ilkesi gereği

hukuksal metinlerinin içinde yer alması gereken yasa önerisinin tekrar ele alınarak, daha

özenle hazırlanması gerektiği düşünülmektedir. En kısa sürede tüm eleştiriler göz önüne

alınarak tasarının yenilenmesi dileğiyle.