'Gezi' şiddetinin En Yakın Tanıkları Hekimlerdir

alt27 Temmuz 2013 günü Emniyet Genel Müdürlüğü Türk Tabipleri Birliği’ne (TTB) bir yazı gönderdi.

Yazıyla gezi olaylarında 12 kişinin kör olduğu iddiaları üzerine araştırma yapıldığı, üç kişinin kimlik bilgilerine ulaşıldığı, diğerlerinin bilgilerine ulaşılamadığı, sorumlular hakkında işlem yapılması amacıyla TTB açıklamalarında yer alan “12” kişinin bilgilerinin istendiği belirtiliyordu. Hastaların rızaları olmaksızın TTB’nin kişilerin kimlik bilgilerini vermesi elbette olanaklı değildi. TTB, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bu durumu açıklayan bir yazı yazdı.

TTB’nin cevabi yazısı üzerinden ise bazı yayın organlarında TTB’yi ve hekimlik değerlerini hedef alan haberler yer aldı.

Konu ile ilgili TTB ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından 18 Eylül 2013 tarihinde TTB’de basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısına TTB 2. Başkanı Gülriz Erişgen, TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan ve TİHV Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı katıldı. 

 

18 Eylül 2013

Yaşananların En Yakın Tanıkları Hekimlerdir

Hepimizin gözü önünde gerçekleşmekte olan vahşi polis şiddetini görünmez kılmaya çalışanlara bu vahşete maruz kalanların en yakın tanıkları olan hekimler olarak sesleniyoruz!

Son dönemde salt ülkemizin değil tüm dünyanın tanıklığında vahşi bir polis şiddeti yaşanmaktadır. Polis, göz yaşartıcı kimyasal kullanarak barışçıl gösterileri hedef almış, milyonlar doğrudan ya da dolaylı olarak bu şiddetin hem mağduru hem de tanığı olmuştur.

Dahası, tazyikli su, gaz bombası kanisteri, plastik mermi ve türevleri gibi diğer şiddet araçlarının işkence ve kötü muamele uygulaması niteliğinde kullanımına bağlı olarak binlerce insan yaralanmıştır.

İçişleri Bakanlığı’nın kendisi 23 Haziran 2013 günü medya organlarına yansıyan “Gezi Raporu”nda daha Haziran ortasında 4 bine yakın insanın yaralandığı söylemiştir.

Türk Tabipleri Birliği’nin olaylar sırasında hekimler ve tabip odalarından derlediği göstericilerin sağlık durumlarına ilişkin veriler çok değerli bilgi kaynağı olmuştur. Bunun yanında Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na yapılan başvurular hakkında bilgi vermek ayrıca aydınlatıcı olacaktır. 08 Eylül 2013 tarihi itibarıyla polis şiddetine maruz kalan binlerce insandan sadece Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) beş tedavi merkezine, ‘Gezi/Taksim sürecinde maruz kalınan işkence ve/veya kötü muamele ile ilgili tedavi/rehabilitasyon ve belgeleme amacıyla 297 kişi başvuruda bulunmuştur. Bu başvurularımızda kafa travması, kırıklar (kafa kemiği, burun kemiği, göz çevresi kemikleri, el ve kol,  ayak bileği, kaburga, diş), vücudun çeşitli yerlerinde laserasyonlar (cilt yırtıkları), yumuşak doku travmaları, Akut Stres Bozukluğu başta olmak üzere çeşitli ruhsal tanılar söz konudur. Bu 297 başvurudan maalesef beşi “glob (göz küresi) kaybı” tanısı ile tam görme kaybıyla sonuçlanan polis şiddetine maruz kalmıştır. Yine, iki kişi kafa travmasına bağlı olarak görme kaybı yaşamakta olup, tedavilerine devam edilmektedir. İki başvurumuz “glob perforasyonu (göz küresindende delinme)”, üç başvurumuz “retina dekolmanı (göz iç arka duvar ayrılması)” tanısı ile cerrahi operasyon geçirmiş olup, tedavileri sürmektedir. Bir başvurumuz ise ciddi kornea travması nedeniyle halen tedavi görmektedir. Yanı sıra, gerek tazyikli su nedeniyle gerekse kafa travmasına bağlı olarak onlarca başvurumuz geçici görme kaybı yaşamıştır. Görülmektedir ki, sadece TİHV’e yapılan başvurular, halen tedavileri ya da cerrahi işlemleri devam etmekte olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, maruz kalınan vahşi polis şiddetinin görünen yüzünün sınırlı bir tarafını temsil etmekte, bu haliyle dahi 13 göz/görme kaybı olgusu ile karşımıza çıkmaktadır.

Görülmektedir ki, binlerce yaralanma olgusunun oransal olarak küçük bir bölümünü oluşturan TİHV’e yapılan başvurular içindeki görme kayıpları bile TTB verilerinin çok üzerinde bir soruna işaret etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği ‘Kimyasal Gösteri Kontrol Ajanlarıyla Temas Edenlerin Sağlık Sorunları Değerlendirme Raporu’nda 11.155 yanıt üzerinden elde edilen bulgulara ve yanıtlara göre; zarar gören, sağlık sorunu yaşayan insanların hastaneye başvurma ya da götürülme oranları %5 düzeyindedir.   Bu durum aynı zamanda fişlenme, soruşturmaya uğrama vb. kaygılarla sağlık kuruluşlarından sağlık hizmeti alamayan/almayan önemli bir hasta grubu olduğunu ortaya koymaktadır. 

Sıradan bir internet taramasında ilgili kayıtlara ulaşabilmenin ötesinde, yaşanan bu şiddetin her bir karesi, görüntüsü pek çoğumuzun hafızasına da kaydedilmiştir.

Hal bu kadar açık iken, ‘Gezi/Taksim sürecinin başından beri gelişmeleri doğru, yansız ve objektif olarak aktarmaktan, dahası polis şiddetini ve yaşanan hak ihlallerini dile getirmekten kaçınan kimi medya organları, son günlerde “Tabip Edebiyatı” “Gezi Suskunluğu” “Türk Tabipleri Birliği’nin gezi yalanı” gibi başlıklarla arka arkaya yayınlar yapma cesaretini gösterebilmektedir.

Bu yayınlarda olduğu gibi vahşi polis şiddetini ‘görünmez kılma’, ‘meşrulaştırma’ amacı ile konuyu gayri-ahlaki, gayri insani bir şekilde ölen ve yaralanan insanlarla ilgili ‘basit’ bir rakamsal tartışmaya boğmaya çalışmak değerler yitimindeki tehlikenin geldiği boyutu göstermektedir.

Bir meslek örgütü sorumluluğunun gereği TTB’nin toplumsal olaylarda yaralanan, zarar gören insanlarla ilgili verdiği tarafsız ve güvenilir bilgiler mesleğimizin temel ilkelerine azami özen gösterilerek kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Zarar vermeme, yararlı olma, aydınlatılmış onam ve mahremiyet/hasta hekim ilişkisinde hekimin sır saklama yükümlülüğü ile korunan özerklik ve adalet hekimlik meslek uygulamalarının tümü için geçerli dört temel etik ilkedir. Bu nedenledir ki, bu süreçte de TTB tarafından toplanan bilgiler hastaların kimlik bilgilerinden arındırılmış olarak toplanmaktadır.

Varlık sebebi insan yaşamını korunması ve geliştirilmesi olan biz hekim ve sağlıkçılar son dönemdeki vahşi polis saldırısına maruz kalanların ülke sathında en yakın tanıkları olduk. ‘Olağandışı koşullar’ olarak adlandırılan bu ortamda mesleğimizin gereklerini yerine getirdik.

İnsan eliyle oluşturulmuş fiziksel ve ruhsal travmaya maruz kalan binlerce kişinin adalete erişebilmesi önündeki engelleri kaldırmakla sorumlu olan siyasal iktidar; bu süreçte bütün saldırılara rağmen, tıbbi etik ilkeler gereği sağlık hizmeti sağlayan hekimler ve TTB’yi, toplumun gerçeğe erişim hakkını da çiğneyerek, Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, bazı basın ve medya organları vasıtasıyla hedef haline getirmeye çalışmaktadır. Bu girişimlerden önce de TTB ve Ankara Tabip Odası (ATO) Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından bir anlamda “fişlenmiştir”. Dava dosyaları üzerinden kamuoyuna da yansıdığı üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan fezlekede birçok meslek örgütü ve sendika ile birlikte TTB ve Ankara Tabip Odası  “hükümet muhalifi sivil toplum örgütleri” olarak ilan edilmiştir. Söz konusu fezlekede TTB ve Ankara Tabip Odası’na yöneltilen suçlamalar eylemci gruplara kamuoyu desteği sağlamak, Yargı ve Ankara Emniyet Teşkilatı üzerinde psikolojik baskı oluşturmak,“Polis tarafından yapıldığı iddia edilen orantısız güç kullanımı ile ilgili, savcılığa bireysel olarak suç duyurusu yapılması yönünde teşvik etmektir. Ne yazık ki aynı anlayışın devam ettiği, hekimler ve TTB üzerinde polis ve medya baskısı oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.

TTB ve TİHV bu tür baskılarla ilk kez karşılaşmamaktadırlar. Bu kurumlar tüm dünyadaki saygın konumlarını böyle zamanlardaki tutarlı, ahlaki duruşları ile uluslararası insan hakları kuruluşları ve Dünya Tabipler Birliği’nin yayınladığı tutum belgelerine uygun davrandıkları için kazanmışlardır.

Bilinmelidir ki, hekimlik hizmeti etik ilkelerle yü