30 Eylül 2020 günü TBMM Başkanlığı’na Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekilleri tarafındanKamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” adı ile bir teklif sunulmuştur. Teklifin 6. ve 7. Maddeleri tıp eğitimi ve dolayısıyla sağlık hizmeti ile yakından ilişkilidir.

I- Teklifin 6. Maddesi ile vakıf üniversitelerinin tıp fakültesi kurabilmesi ve devamında öğrenci alabilmesi için, üniversiteye ait en az iki yüz yatak kapasiteli tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi verme koşullarını taşıyan bir hastane olması zorunluluğu getirilmektedir.

Hastanesi olmayan vakıf üniversitelerinin özel hastanelerle protokol yaparak tıp fakültesi açması ve eğitime başlamasına ilk kez 2011 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Özel Hastaneler Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler ile izin verilmiştir. 

Türk Tabipleri Birliği (TTB), o tarihte bu uygulamanın tıp eğitimi için son derece sakıncalı bir uygulama olduğunu, gerekçeleri ve örnekleri ile aktarmıştır. Özetle;  

  • “Tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin amacının; insan sağlığını önceleyen, iyi sağlık hizmeti vermek üzere gerekli bilimsel bilgi, beceri ve etik değerlere uygun tutumla donatılmış hekim yetiştirmektir.  Eğitim kurumunun; bu amaca göre yapılandırılmış olması gerekir.
  • Özel hastaneler, bu amaçla değil,  kar elde etmek üzere sağlık hizmeti verirler. Bunun bir sonucu olarak sağlık hizmetinin gereklerine ve bütünselliğine göre değil;  sık görülen ve kar getiren sağlık sorunlarına göre bölümlerini ve işleyişlerini organize ederler.  
  • Oysa tıp fakültesi öğrencilerinin ve tıpta uzmanlık öğrenimi gören hekimlerin, sağlık hizmetini bütünlüğü içinde kavraması, sağlık hakkını merkeze alarak ekip çalışmasını ve işbirliğini, deneyimlere dayanarak öğrenmesi gerekir.
  • Tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi bilimsel özerkliğin ve mesleki bağımsızlığın güvence altına alındığı bir ortamda verilebilir. Özel hastanelerde, çalışan hekimler yönünden ne yazık ki ne mesleki bağımsızlık ne de iş güvencesinden söz etmek olanaklı değildir.” denilmiştir.

TTB’nin uyarıları dikkate alınmamış, bu işleyişin iptali için dava açmak zorunda kalınmıştır. Danıştay, Yönetmelik hükümlerini hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. Ancak bu kez aynı işleyiş yasa haline dönüştürülmüş ve sakıncalı uygulamada bugüne kadar ısrar edilmiştir.

Teklifin 6. Maddesinin gerekçesinde bu işleyişinin uygulamalı eğitim sürecini sınırlandırdığı, özel hastane yönetimi ile vakıf yükseköğretim kurumu yönetimi arasında ortaya çıkan yönetim çatışmasının; öğrencilerin ortada kalmasına, öğrencilerin uygulamalı eğitimlerinde ciddi aksamalara neden olduğu, öğrencilerin gerekli ve yeterli teorik ve/veya uygulamalı eğitimi alarak sağlık hizmeti sunumuna katılmalarını engelleyici böylesi bir durumun telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacağı belirtilmektedir.

Esasen telafisi mümkün olmayan zararlar yaklaşık 10 yıldır gerçekleşmektedir. Yanlıştan dönülmesi elbette tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitimi için elzemdir.  Fakat getirilen düzenleme hali hazırda bu şekilde tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi veren vakıf üniversiteleri tıp fakültelerini kapsamamaktadır. Mevcutların getirilen kurala uyum sağlaması yönünde bir kural da getirilmemiştir. Zaten zararlı olduğu saptanan bir uygulamanın düzeltilmesi gerekir. Eğitim hakkı, toplum sağlığı ve sağlık hakkına zarar veren uygulamaların “kazanılmış hak” olarak korunması düşünülemez.

Düzenlemenin tıp fakültesi bulunan bütün Vakıf üniversitelerini içine alacak bir biçimde düzenlenmesi gerekir. Ayrıca yine 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen bir madde ile birlikte kullanımı zorunlu tutulan Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşları ile devlet üniversitesi tıp fakülteleri yönünden de tıp eğitimine ilişkin sağlık hizmet sunumu ve tıp eğitiminin öncelikleri bakımından benzer sakıncalar söz konusudur.

Uygulamalı olarak tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi verilen hastanelerin önceliği sağlık hizmeti olarak belirlenmiş, birlikte kullanım ve işbirliği yönetmeliği ile sağlık hizmeti vermek üzere yapılandırılmış Sağlık Bakanlığı ve onun belirlediği idari yöneticiler tıp eğitiminde belirleyici görevler üstlenmektedir.  Esasen bu düzenlemelerle birlikte 3359 sayılı yasanın öncelikli işlevi sağlık hizmeti vermek olan hastanelerde birlikte kullanım ya da işbirliği adı altında tıp eğitimi verilmesine ilişkin bütün düzenlemelerin birlikte gözden geçirilmesi, tıp eğitimini, eğitim ortamını olumsuz etkileyen bu işleyişin düzeltilmesi ivedi bir gerekliliktir. Türk Tabipleri Birliği bu konuda kurulları aracılığı ile yıllardır yaptığı çalışmaları ve önerilerini paylaşmaya hazırdır.

II- Teklifin 7. Maddesi Yönünden:

2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı Kanunu’nun ek 158’inci maddesi ile kurulmuş olan Sağlık Bilimleri Üniversitesinin Mütevelli Heyetinin Oluşumu ve İşleyişine ilişkin değişiklik teklifinin Anayasa Mahkemesi’nin Esas:2015/61 Karar: 2016/172 sayılı 2.11.2016 tarihli iptal kararı nedeniyle yapıldığı anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, toplam beş kişiden oluşan Mütevelli Heyetin üyelerinin çoğunluğunun merkezi idare tarafından seçilmesinin,  Mütevelli Heyeti kanalıyla üniversite yönetimine ilişkin karar alma sürecinde belirleyici olacak şekilde söz hakkı tanıyacağı, merkezi idareye, üniversite üzerinde denetim ve gözetim yetkisini aşan nitelikte bir yetki tanınmasının Anayasa’nın 130. maddesiyle güvence altına alınan bilimsel özerklik ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesi ile iptal karar vermiştir.

Teklifte Mütevelli Heyetin, Rektör, Sağlık Bakan Yardımcısı, Sağlık Bakanı’nın seçtiği bir üye ve Yükseköğretim Kurulu tarafından seçilecek iki üye olmak üzere beş kişiden oluşacağı düzenlenmiştir.

2547 Sayılı Kanununun 2.7.2018 gün ve 703 Sayılı KHK’nin 135 maddesi ile  değişik  13. Maddesi uyarınca Rektör, Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Biri Bakan Yardımcısı diğeri ise Bakan’ın seçeceği bir üye olmak üzere beş kişilik kurulun üçü yani çoğunluğu yine merkezi idare tarafından belirlenmektedir.  Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin saptadığı Anayasa’ya aykırılığın Kanun haline getirilmesi yeniden teklif edilmektedir.

Oysa 2547 Sayılı Kanunun 13. Maddesinde 703 Sayılı KHK ile yapılan  düzenleme sonucunda bütün üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması, liyakata dayalı atama yapılmasına ilişkin güvencelerin içinin boşaltılması,  üniversitede nitelikli bir eğitimin temel koşulu olan bilimsel özerklik ortadan kaldırılmıştır. Bu koşul olmadan iyi tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitiminin verilmesi mümkün değildir.  Bu nedenle 2547 Sayılı Yasa’da yer alan Anayasa’ya, yükseköğretimin gereklerine aykırılıklarının bir bütün olarak gözden geçirilip düzeltilmesi, bilimsel özerkliğin tesisi için çalışma yapılması bugünden yarına bırakılamayacak bir görevdir kanısındayız. Komisyon görüşmelerinde 7. Madde tekrar düzenlenmek üzere geri çekilmiştir. Yeniden düzenlemelerde Türk Tabipleri Birliği’nin görüşlerinin alınması yararlı olacaktır.   Başkanlığınız, hekimler ve kamuoyu ile paylaşırız.

Saygılarımızla.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi