Evrensel insan hakları hukukuna göre özgürlüğünden alıkonulmuş bir kişiye yapılacak üst araması, insanlık onuruna ve üstü aranan kişilerin mahremiyetine saygılı olacak şekilde, ölçülülük, yasallık ve gereklilik ilkeleri çerçevesinde olmalıdır.

Çıplak arama ve zorla soyma fiilleri kişinin mahremiyetini ihlal eden, moral değerlerini, sosyal kimliğini hedef alan, ruhsal bütünlüğüne zarar veren ve cinsel şiddet boyutlarına ulaşan bir işkence yöntemidir.

İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından 10 Aralık 2020 tarihinde İnsan Hakları günü nedeniyle yapılan açıklamada 2020 yılında da işkencenin ciddi bir sorun olarak devam ettiği, cezaevleri ve resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yeni bir boyut ve yoğunluk kazandığı vurgulanmıştır.

Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2020 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmaya devam etmektedir. Siyasal otoriterleşme ile orantılı olarak devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması vb. nedenlerle resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında ciddi bir artış görülmektedir. Buna karşın devlet yetkilileri, rutin uygulama haline dönüştürülen işkence ve diğer kötü muamele eylemlerini inkâr etmekte ya da güvenlikleştirme stratejilerine, terör tehlikesi, salgın gibi kavramlara başvurarak işkence eylemlerini savunmaktadır.

Ne yazık ki hem İHD, hem de TİHV’e yapılan başvuruların her yıl giderek arttığını, işkencenin yeni ve değişen yüzü ile karşı karşıya kaldığımızı, işkencenin sınır, mekân tanımaksızın gündelik yaşantıların içine yeni yeni yöntemlerle sızdığını gözlemliyoruz. Otuz yıldır işkencenin belgelenmesi, işkence görenlerin ve yakınlarının tedavi ve rehabilitasyonu çalışmalarını sürdürmekte olan TİHV’e başvuran kişilerin aktarımlarından işkence fiillerinde yalnızca kişinin fiziksel bütünlüğünün hedef alınmadığını, ruhsal bütünlüğü, moral değerleri ve sosyal kimliğinin de hedef alındığını öğrenmekteyiz.

İşkencenin giderek farklılaşan ve artan yeni uygulamalarına karşın doğasında bir değişiklik yaşanmamakta insan onurunu, kişi bütünlüğünü hedef alan, acı verici, aşağılayıcı, onur kırıcı fiiller olarak icra edilmeye devam edilmektedir. Yasal düzenlemelerde ancak çok özel koşullarda uygulanabileceği belirtilen çıplak arama gibi istisnai uygulamalar dahi son yıllarda mevzuat hükümleri gerekçe gösterilerek yaygınlaştırılmaktadır. Çıplak arama ve zorla soyma fiilleri kişinin mahremiyetini ihlal eden, moral değerlerini, sosyal kimliğini hedef alan, ruhsal bütünlüğüne zarar veren ve cinsel şiddet boyutlarına ulaşan işkence fiilleri olarak icra edilmektedir. Oysa Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallarında da (Nelson Mandela Kuralları) yer verildiği gibi “Aramalar(ın), insanlık onuruna ve aranılanların mahremiyetine saygılı olacak şekilde ve aynı zamanda ölçülülük, yasallık ve gereklilik ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi” gerektiği açıkça ifade edilmektedir.[1]

En son 2016 yılında gözden geçirilen “Mahkumlarda Beden Aramalarıyla ilgili Açıklaması”[2] nda Dünya Tabipleri Birliği (DTB) de “zorla aramanın etik açısından kabul edilemezliği”ni açıkça vurgulamıştır. Tüm hükümetlere ve kamu güvenliğinden sorumlu mercilere aşırı rahatsızlık yaratıcı aramaların kişi mahremiyetine ve onuruna yönelik ciddi ihlal anlamı taşıdığını, ayrıca fiziksel ve psikolojik hasar riskini de barındırdığını kabul etmeleri çağrısında bulunarak mahpusların rutin aranmasında ultrason ve diğer taramalar dahil alternatif yöntemler kullanılması, beden boşluğu aramalarına yalnızca son çare olarak başvurulması ve hekimlerin bu amaçla görevlendirilmesinin hasta ile hekim arasındaki güven ilişkisini sarsacağı önerisini vurgulamıştır. Ayrıca Ekim 2020’de yapılan (çevrimiçi) 71. DTB Genel Kurulunda güncellenen “İşkence ya da Zalimce, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Fiil ve Muamelelerin Belgelenmesinde ve Bildirilmesinde Hekimlerin Yükümlülüğüne ilişkin DTB Kararı[3] hekimlerin işkence ve zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve cezaların dikkatli ve tutarlı biçimde belgelenmesi ve bildirilmesiyle ilgili yükümlülüklerini hatırlatır ve ulusal tabip birliklerine etik kurallarında buna yer verilmesi çağrısında bulunur. TTB 58. Büyük Kongre’sinde kabul edilen “Hekimlik ve İnsan Hakları Bildirgesi[4] de hekimlerin insan haklarının korunması ve sürdürülmesinde özel bir konuma sahip olduğunu, sorumlulukları bulunduğunu ve genellikle insan hakları ihlallerinin ilk tanıkları arasında olduklarını vurgulayarak, tıbbi bakım sorumluluklarının gereği tanığı oldukları insan hakları ihlallerinin kayıt altına alması gerektiğini belirtmektedir.

Özellikle çıplak arama uygulamasının son dönemde işkence suçu kapsamında eril bir şiddet biçimi olarak ve kadınlara yönelen özelliği dikkate alındığında, bazı grupların ayrıca gözetilmesini de vurgulayan bildirgede belirtilen; özellikle işkence görenlerin maruz kaldıkları olaylarla mücadele edilmesi, yaşamak zorunda kaldıkları olumsuzlukların kabul edilemezliğinin önemle vurgulanması, toplumsal cinsiyete bağlı eşitsizlikleri şiddetlendiren bu tür uygulamaları da gözeterek kadınların, erkek egemen toplumda hakları gözetilmesi gereken bir grup olarak değerlendirilmesi de önem kazanmaktadır.

Devlet yetkililerinin her türlü yalanlamasına karşın TİHV’e başvuran kişilerin aktardığı bilgilerden “çıplak arama ve iç beden muayenesinin” son on yılda hem gözaltı hem de hapishanelerde bir işkence yöntemi olarak yeniden yaygınlaştığı görülmektedir. TİHV’e yapılan başvuruların, ülke çapında işkence ve diğer kötü muamele fiillerine maruz kalanların çok az bir bölümünü kapsadığı ve cinsel şiddet anlamına gelen fillerin daha zor aktarıldığı/paylaşıldığı dikkate alındığında durumun vahameti daha da açık olarak anlaşılmaktadır.

Aşağıdaki tabloda -yıllara göre dağılımı da- görülebileceği gibi 2010 ile 2019 yılları arasında TİHV başvuran toplam 241 kişi gözaltında çıplak arama/soyma uygulamasına maruz kaldığını belirtmiştir. Ayrıca bu kişilerden 28’i vücut boşluklarında arama yapıldığını belirtmişledir. Bu veriler, gözaltına alma yönetmeliğinde çıplak aramaya yönelik bir düzenlemenin bulunmadığı da düşünüldüğünde söz konusu fiilin keyfi, yaygın bir uygulama ve sadece günümüzde değil uzun yıllardır var olan ciddi bir sorun olduğuna işaret etmektedir.

İHD Dokümantasyon Merkezi tarafından tespit edilebildiği kadarıyla 2020 yılının ilk 11 ayında Türkiye Hapishanelerinde çıplak aramaya direndiği için fiziksel şiddete maruz kaldığı veya çıplak aramaya zorla maruz bırakıldığı iddia edilen kişi sayısı ise en az 167’dir.

İşkence her koşulda mutlak yasaktır. Hiçbir gerekçe işkenceyi meşru kılamaz ve insan onurunu hedef alan her tür iddianın derhal ve acilen soruşturulması gerekmektedir. Ancak devlet ve kamu görevlilerinin söylemleri, tavırları ve yaklaşımları işkencenin ve diğer kötü muamele şekillerini önlemek, sorumluları saptamak yerine hakikati dile getiren kişi ve kurumları hedef almaktadır. Her zaman belirttiğimiz gibi, işkence yapıldığına dair tüm iddiaların ivedilikle, eksiksiz, tarafsız, bağımsız ve etkin bir şekilde belgelenmesi ve soruşturulmasına yönelik engeller, hekimlerin tüm ulusal ve uluslararası düzenlemelerde açıkça belirtilmesine rağmen kolluk eşliğinde muayene yapmaya zorlanması cezasızlığın arkasında yatan köklü nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence ve bireysel suçlar kapsamında kamu görevi dışında eziyet suçu kapsamına alınarak cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hâlâ yaşamaya zorlandığımız bir gerçekliktir.

Sonuç olarak, çıplak arama ve zorla soyma fiilleri kişinin mahremiyetini ihlal eden, moral değerlerini, sosyal kimliğini hedef alan, ruhsal bütünlüğüne zarar veren ve cinsel şiddet boyutlarına ulaşan işkence ve diğer kötü muamele niteliğindedir. Elbette kolluk güçleri ve hapishane görevlileri gerekli ve zorunlu hallerde arama yapabilirler ancak bu uygulamalar, insanlık onuruna ve üstü aranan kişilerin mahremiyetine saygılı olacak şekilde ve aynı zamanda ölçülülük, yasallık ve gereklilik ilkeleri çerçevesinde olmalıdır. İnsan hakları savunucuları olarak yıllarca ısrarla dile getirdiğimiz gibi çıplak arama ve soyma fiilleri Türkiye’de var olan sistematik işkence gerçekliğinin kaygı verici görünümlerinden biridir. Bugün yetkililer bir takım siyasal değerlendirmelerin ve suçlamaların arkasına sığınarak bu gerçekliği yok sayacaklarına, kendileri için de bağlayıcı olan evrensel hukuk açısından ‘buyruk kural’ niteliğindeki işkence yasağının gereklerini yerine getirmelidirler. Çünkü -duymak istemeyen kulaklar için bir kez daha tekrar etmek istiyoruz ki- işkence ne savaş ne olağanüstü hal vb. hiçbir gerekçe ileri sürülmeksizin mutlak olarak yasaktır.

İnsan Hakları Derneği

Türkiye İnsan Hakları Vakfı

Türk Tabipleri Birliği

Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları Kolu


[1]https://tihv.org.tr/ozel-raporlar-ve-degerlendirmeler/nelson-mandela-kurallari-mahpuslara-muameleye-dair-birlesmis-milletler-asgari-standart-kurallari/

[3]https://tihv.org.tr/ozel-raporlar-ve-degerlendirmeler/nelson-mandela-kurallari-mahpuslara-muameleye-dair-birlesmis-milletler-asgari-standart-kurallari/

[4] https://www.ttb.org.tr/475yi4j