Deprem bölgesinde barınma, temiz suya erişim, gıdaya erişim ve gıda güvenliği, kamusal hizmetlere erişim gibi sorunlar iki yıldan fazla süredir devam ederken; artık sorunların çözüme kavuşturulması yerine bunlarla birlikte yaşamaya yönelik, her şeyi normalleştiren bir tutum geliştirilmeye çalışılmaktadır. Toz ve hava kirliliği de tüm bu sorunların adeta üzerini örten, daha da derinleştiren bir sorun olarak karşımızdadır. Bu gerçeklikten kaynaklı olarak, 3-4 Mayıs 2025 tarihlerinde Hatay’da düzenlenen “Afet Sonrası Toz ve Hava Kirliliği: Müdahale ve İzlem” başlıklı çalıştayda, sorunu oluşturan sebepler ile çözümü için izlem ve müdahale araçlarına odaklanılmıştır.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi Akademisi ve Temiz Hava Hakkı Platformu koordinasyonunda, Hatay Tabip Odası ev sahipliğinde düzenlenen çalıştay; farklı disiplinlerden uzmanların, akademisyenlerin, yerel yönetim temsilcilerinin ve sivil toplumun katılımıyla gerçekleşti. Çalıştayda, Şubat 2023 depremleriyle başlayan, artarak da devam eden toz ve hava kirliliğinin ekoloji, toplum ve birey üzerindeki etkileri sağlık ekseninde disiplinlerarası ve geniş boyutlu olarak ele alındı.

İlk gün gerçekleştirilen çerçeve sunumlarda yer alan veriler, Kahramanmaraş merkezli 2023 depremlerinin ardından Hatay başta olmak üzere depremden etkilenen pek çok ilde hava kirliliğinin ciddi seviyelere ulaştığını gözler önüne serdi. Sunumlarda öne çıkan satırbaşları şu şekilde oldu:

  • Kahramanmaraş merkezli Şubat 2023 depremlerinin ardından yapılan hava kalitesi ölçüm sonuçları bölgedeki kronik hava kirliliğinin boyutunu gözler önüne serdi. Ocak 2025’te Antakya’da yapılan 24 saatlik PM10 ve PM2,5 ölçümlerinin, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği kılavuz değerlerin sırasıyla 1,3 ve 2,8 kat üzerinde çıktığı bilgisi paylaşıldı.
  • Hatay’da 6 Şubat 2023 sonrası yürütülen yıkım ve enkaz kaldırma faaliyetlerinin, toz kaynaklı partikül madde yoğunluğunu ciddi biçimde artırdığına dikkat çekildi ve konuyla ilgili bilimsel çalışmaların sonuçları sunuldu. İlk çalışmada İskenderun Merkez İstasyonu verilerinde 2023 yılı boyunca PM10 yıllık ortalamasının 96,2 µg/m³ olduğu ve istasyonda 261 gün boyunca günlük sınır değerin aşıldığı; diğer çalışmadaysa istasyon verilerinin PM10 yıllık ortalamasının 96,5 µg/m³ olduğu ve istasyonda 236 gün boyunca günlük sınır değerin aşıldığı bilgisi aktarıldı. Her iki çalışmadaki verilerin DSÖ’nün önerdiği kılavuz değerin altı katı üstünde olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca çalışmalarda kullanılan metotlarla, Türkiye genelinde 2023 yılında PM2,5’e maruz kalma nedeniyle 52.989 ile 68.440 arasında erken ölüm hesaplandığı, Hatay ve Malatya gibi illerde bu oranın ulusal ortalamanın çok üzerinde seyrettiği ifade edildi.
  • Konuya ilişkin ulusal ve uluslararası bilimsel çalışmaların sonuçlarının paylaşıldığı çalıştayda dünya genelinde yaşanan deprem, patlama, saldırı vb. afetler kaynaklı afet sonrası toz ve kirli havaya maruz kalmanın akut ve kronik sağlık sorunlarına yol açtığı, hafif solunumsal bulgu ve belirtilerden (cilt tahrişi, göz ve boğaz yanması) ciddi sistemik etkilenmelere kadar geniş bir etki alanına sahip olduğu bildirildi. Toz ve kirli havanın başta solunum sistemi hastalıkları olmak üzere kalp damar sistemi hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları, bağışıklık sistemi sorunlarına neden olduğu; ayrıca üreme sağlığını ve anne karnındaki bebeği etkileyebileceği bilimsel kanıt ve verilerle açıklandı. PM10 içeren dış ortam havasının Grup 1 Karsinojen (kesin kanser yapıcı özellik) olduğu bilgisi paylaşıldı. Başta Antakya olmak üzere, depremin etkilediği farklı illerde yapılan ölçümler sonucunda ölçülen yüksek PM10 ve PM 2,5 değerlerinin bölgede yaşayan tüm canlıların sağlığını tehdit ettiği belirtildi.
  • Öte yandan Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ta yapılan analizlerde asbest varlığının bilimsel yöntemlerle doğrulanmasının uzun erimde asbeste bağlı mezotelyoma, akciğer kanseri görülme sıklığını artırabileceği kaydedildi. Konuyla ilgili kurumların ivedilikle önlem alması, akademi ile işbirliği içinde araştırmalar yürütülmesini desteklemesi, başta bölgede yıkım ve yeniden inşa sürecinde çalışan işçiler olmak üzere bireysel takip ve çevresel ve ölçümler süreci yönetmesi ve sorumluluk alması gerektiği vurgulandı.
  • Toz ve kirli havanın ruh sağlığına olumsuz etkilerinden de söz edildi. Güncel bilimsel çalışmalar üzerinden kirli havanın depresyon, anksiyete bozuklukları, bipolar bozukluk ve şizofreni gibi ruhsal hastalıklarla olan ilişkisi ortaya konuldu. PM2,5’e kısa ve uzun süreli maruz kalmadaki 10 μg/m3 artışın, bireylerde ruhsal bozukluk riskini sırasıyla %2 ve %18’e kadar artırabildiği aktarıldı. Temiz havanın yalnızca fiziksel değil, ruhsal sağlık için de temel bir hak olduğunu bir kez daha hatırlatıldı.
  • Afet sonrası toza maruz kalmanın çocuklar için kısa ve uzun vadeli ciddi sağlık sorunlarına yol açabildiği detaylı biçimde açıklandı. Kirli havanın çocukların fiziksel ve ruhsal ve nörogelişimsel gelişimleri üzerinde olumsuz etkiler yarattığına dikkat çekildi. Özellikle doğum öncesi dönemdeki maruziyetin düşük, ölü doğum, erken doğum, düşük doğum ağırlığı, büyüme ve gelişme bozukluklarına yol açabileceği vurgulandı. Örneğin 11 Eylül 2001'de hamile olan ve Dünya Ticaret Merkezi içinde veya 0,5 mil (800 metre) yakınında bulunan 182 kadında gebelik sonuçlarının prospektif bir analizinde; Kuzey Manhattan'da maruz kalan annelerin bebeklerinde, maruz kalmayan kadınların bebeklerine kıyasla intrauterin büyüme geriliği insidansının iki katına çıktığını aktarıldı. Aynı çalışmada 11 Eylül'den sonraki dokuz ay içinde Aşağı Manhattan'da yaşayan, çalışan veya doğum yapan 329 kadının gebelik sonuçları incelendiğinde; bu kadınların daha uzak mesafelerde yaşayan kadınlara göre önemli ölçüde daha düşük doğum ağırlığına ve daha kısa boya sahip bebekler doğurduğu belirtildi. Bu bulgular doğrultusunda, çocukların tozdan korunması için acil müdahale ve önleme stratejilerinin geliştirilmesi gerektiği ifade edildi.
  • Çocukların yapıları gereği (örneğin vücut kütlesine kıyasla daha fazla hava soluması, burun tıkanıklığı nedeniyle ağız yoluyla daha fazla hava almaları, dış ortamda daha fazla zaman geçirmeleri, boylarının kısa olması nedeniyle yere yakın olmaları vb. nedenlerle) toz ve hava kirli havaya maruz kaldıklarında etkilenmelerinin erişkinlere kıyasla daha yüksek olduğu belirtildi. Özellikle bebeklik ve çocukluk döneminde PM2,5 ve PM10’a maruz kalmanın; astım, bronşit, alerjik hastalıklar, öğrenme güçlükleri, bağışıklık sisteminde zayıflama gibi sonuçlara yol açtığı hatırlatıldı.
  • Ek olarak silika, asbest, ağır metaller, mikroorganizma ve mantar sporları gibi zararlı maddeleri içerebilen toz partiküllerinin çocukların gelişmekte olan bağışıklık ve solunum sistemleri üzerinde ciddi etkiler yarattığı vurgulandı.
  • TTB Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi Akademisi koordinasyonunda hazırlanan TTB-SES Şubat 2023 depremleri 18. ay ve 2. yıl raporları ekseninde vurgulanan barınma ve konut hakkı temalarına atıfla; hava kirliliği ve toz sorunun yapısal olduğu, hızlı inşaat yapma ve krizi fırsata çevirme zihniyetinin sonucunda oluştuğu vurgulandı. Önceliğin sermaye birikiminde olmasının halk sağlığını, ekolojiyi ve birey sağlığını tehdit ettiği belirtildi.
  • Toplumsal ve bireysel sağlığı tehdit eden asbest gibi materyallerin ancak hastalıkların etmenleri olduğu, asıl nedenlerin üretim ve tüketimi örgütleyen toplumsal koşullar olduğu alıntısı yapılarak, hem etmen olan kirleticiler hem de bu kirleticileri hayatlarımızın merkezine koyan yapısal nedenlerle mücadele etme gerekliliği vurgulandı.
  • Hak olarak temiz havanın elde edilmesinde toplumsal örgütlenmenin önceliğine vurgular yapıldı. Bu örgütlü talebin müdahale ve izleme olanaklarının sürdürülmesi, derinleştirilmesi için hukukun aracı rolüne dikkat çekildi.
  • Afetlerin bilgisini toplumsallaştırma çabasının önemli olduğu, bu sayede tozun hem bir halk sağlığı sorunu hem de toplumsal-politik bir sorun olduğunun altı çizildi.
  • Merkezi idare ve mahalli idarelerin hava kirliliği konusunda görev ve sorumluluklarının hatırlatılması için hem toplumsal hem de kurumlara yönelik politika izlemelerinden uygulama izlemelerine kadar geniş çerçeveli çalışmalarının öneminin yanı sıra; kent konseyleri başta olmak üzere tüm katılımcı mekanizmaların politika olarak toz ve hava kirliliğiyle mücadelede kullanılmasının kilit önemi dile getirildi.
  • Hava kirliliğinin tüm toplumu etkilediği mücadelenin de toplumsal düzeyde yürütülmesi gerektiği, bireysel olarak alınmaya çalışılan önlemlerin çok yetersiz kalacağı vurgulandı. Bu kapsamda, ruh sağlığına yönelik önlemleri de içeren halk sağlığı stratejilerinin geliştirilmesi, düzenli sağlık izlemleri yapılması, bireylerin biyopsikososyal açıdan tam bir iyilik halini sağlamaya yönelik destek mekanizmalarının tanımlanması ve bu hizmetlere erişiminin kolaylaştırılması çağrısı yapıldı.
     

Çalıştayın ikinci günü hava kirliliği ve toza yönelik izleme araçları ve müdahale imkanlarının tartışıldığı “Tıbbi İzlem ve Müdahale”, “Tozun Mesleksel ve Çevresel Etkilerinin İzlenmesi”, “Ekolojik Yıkım ve Yaşam Hakkı İhlalleri” ile “Tozun Toplumsal Etkilerinin İzlenmesi, Kamu Yönetiminin Sorumlulukları” başlıklı dört atölye çalışmasıyla devam etti.

Atölye sonuç raporlarına ilişkin temel saptamalar ve öneriler aşağıda maddeler şöyle oldu:

  • Depremlerin kentsel alanlarda yarattığı felaket kadar, deprem sonrası halk sağlığını öncelemeyen uygulamaların gündelik yaşam, çevresel, toplumsal eksenlerde sağlıklı olma halini felakete dönüştürdüğü vurgulandı.
  • Tarım alanları, zeytinlikler ve nehir yataklarının rezerv alan ilanları ve kontrolsüz moloz dökümleri yoluyla yok edildiği, bunun yeni bir ekolojik yıkım dalgası yarattığı ifade edildi.
  • Beton santralleri ve taş ocaklarının kontrolsüz bir biçimde açılmasıyla artan partikül madde yoğunluğunun yalnızca şehir merkezlerini ve burada yaşayanları değil, kırsal bölgeleri, tarımı ve hayvancılığı da olumsuz etkilediği/etkileyeceği belirtildi.
  • Gündelik işlerin sekteye uğradığı, sokakta bulunmanın bile imkansızlaştığı alanlarda kentsel yaşamı inşa etmek yerine inşaatların tamamlanmasına yönelik politikaların sorunun kaynağı olduğu dile getirildi.
  • Deprem bölgesinde toz ve hava kirliliğinin enkaz kaldırma, moloz taşıma, moloz dökümü ve inşaat alanında çalışan işçiler için çok daha yakın tehdit olduğu hatırlatıldı. Deprem sonrası yaşanan iş kazaları ve trafik kazaları ile artan işçi cinayetlerinin orta ve uzun vadede meslek hastalıkları salgınları ile de gündemde yer almaya devam edeceğine dikkat çekildi. İşçi sağlığına yönelik önlemlerin, iş güvenliği ve sağlık gözetimi uygulamalarının, kayıt ve izlemlerin yaşamsal önemde olduğu vurgulandı ve ilgili kurum ve kuruluşların sorumluluk alarak görevlerini işçi ve toplum sağlığını önceleyen bir noktadan hassasiyet ile yerine getirmeleri talep edildi.
     

Atölyelerde ayrıca;

  • Toz ve hava kirliliği süreçlerinin izlenmesi ve belgelenmesi için hava kalitesi ölçüm araç ve sistemlerinin niteliği ve niceliği de masaya yatırıldı. Örneğin; sağlıkla ilgili izlemler, asbest ve toksik madde analizleri, toz yayılım haritalandırmaları, toplumsal izlem formları, çevresel maruziyet takibi gibi geniş yelpazede izleme araçları üzerine tartışmalar yürütüldü. Sulama gibi toz bastırma tekniklerinden, politika ve mevzuat öneri çalışmalarına kadar müdahale olanakları üzerinde çalışıldı ve öneriler geliştirildi. Bilgi paylaşımının önemi, verilere erişimin sağlanması, bilimsel, demokratik, şeffaf, kanıta dayalı karar verme süreçlerinin hayata geçirilmesi ve politikaların topluma rağmen değil, toplumla birlikte yürütülmesi gerekliliğine dikkat çekildi. Örneğin, tozun önlenmesine yönelik mahalli çevre kurulları gibi yerel yapıların düzenli toplanması ile halk ve sağlık örgütlerinin etkin katılımının önemi vurgulandı. Bunun için gerekli yapısal düzenlemelerin yapılması, mekanizmaların kurulması, bu kurulların bir an önce toza yönelik önlemleri ve izlemleri gündemleştirmesi çağrısı yapıldı.
  • Yerel yönetimlerin stratejik planlarında yer alan afetlerin iyileşme dönemine yönelik politikaların eksik/yetersiz olduğu, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde sağlık başlığının geliştirilmesi gerektiği,  bu konudaki plan, politika ve stratejiler ile ilgili bilgi olmadığı, sağlık örgütleri ve toplumun plan hazırlık sürecine katılımına yeterince yer verilmediği dile getirildi. Afetlerin sadece fiziksel yıkımla sınırlı kalmadığı, müdahale ve iyileşme süreçlerinin doğrudan halk sağlığını, işçi sağlığını, doğayı, tarım alanlarını, hayvancılığı; özetle canlı ve cansız tüm varlıkları etkilediği belirtildi. Tüm katılımcılar bilimsel bilgi, toplumsal örgütlenme ile birlikte mücadele mekanizmalarının kurulması gerektiğini vurguladı. Kamunun (Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı vb.) sorumluluklarını yerine getirmediği ve hatta suç işlediğine dikkat çekildi.
  • Deprem sonrası yönetimsel zafiyetler yaşandığı, depremin ardından canlı ve cansız tüm varlıkların etkilendiği bu sorunların çözümünde karar vericilerin kolektif ve kapsayıcı bir yaklaşımla alanın uzmanları ile işbirliği içinde olması gerektiği kaydedildi.
  • Hava kirliliği ve tozun nedenlerinin ve etkilerinin tüm yönleriyle ele alınması adına TTB, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) çalıştayları devam ettirmesi, merkezi ve yerel organları ile her iki düzeyde izleme sorumluluğunu sürdürmesi gerektiği dile getirildi.
     

Çalıştay, “Afet sonrası halk sağlığını korumak, yalnızca tozları bastırmak değil; çevresel yıkımı önlemek, hak ihlallerine karşı ses çıkarmak ve yerel dayanışmayı büyütmekle mümkündür” mesajıyla tamamlanarak Hatay'dan tüm Türkiye'ye güçlü bir çağrı yaptı.