Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı ile özel sektörün sağlık hizmetlerinin her alanına ulaşabilmesi, sağlığın alınıp satılabilir bir nesne ve kâr birikim odağı haline getirilmesi amaçlanmış; sağlıkta piyasacı bir anlayış daha da hâkim kılınmıştır.

Sağlık sistemi piyasanın kurallarına teslim edilip çalışma rejimi dönüştürülürken, kamudaki sağlık kurumlarında çalışanlarla idarelerin ilişkileri de değişmiştir. Kışkırtılmış sağlık talebinin karşılanmasında sermayenin emek sömürüsünü görünmez kılıp, tıpkı aile hekimliği sisteminde olduğu gibi geçici bir ekonomik iyileştirme rıza üretme aracı olarak kullanılıp, hekimler ve sağlık çalışanlarının kadrolu istihdam yerine sözleşmeli istihdam ile güvencesizliğe terk edilmesi hedeflenmektedir.

Sözleşmeli alımlarla zenginleri daha da zenginleştiren sistemin devamı için hekim ve sağlık çalışanlarına her yönden baskı uygulanacağı; parçalı çalışma rejiminde eşitsizliğin derinleşeceği, sağlık üretiminin doğası gereği korunması gereken dayanışmanın kırılacağı ve çalışanların birbirleri arasındaki rekabet körüklenip yalnızlaştırılacakları açıktır. Güvencesizliği ve dayatılan koşulları kabul etmeyen sağlık çalışanlarına ise özel hastanelerin sömürüsüne giden yol gösterilmektedir. İktidar böylece sağlık kurumlarındaki hasta yükünü kaldırabileceğini ve sistemi biraz daha yürütebileceğini ummaktadır. Ancak ülkede çoklu krizler ve her geçen gün kötüleşen ekonomi ile yaşamın daha da zorlaşması, toplum sağlığını da doğrudan etkilemektedir. Toplum sağlığı kötüye giderken sağlık yerine hastalık üzerine kurgulanmış sistemde hekimler, sağlık emekçileri daha uzun, daha yoğun çalıştırılmış, maaşları eritilmiştir. Siyasi otoritenin sağlık sistemini yere göğe koymayan, ancak sağlık çalışanlarının hem çok maaş aldıkları hem de çalışmadıklarına dair söylemi, toplum ve sağlık çalışanı/hekimi karşı karşıya getirmekte, tıkanmış sistem görünmez kılınırken sağlık çalışanları ve hekimler değersizleştirilmektedir.

Gelinen noktada tıkanan sağlık sistemi işlemez haldedir. Tedavi edici sağlık hizmetlerine aşırı talebin getirdiği sorunlar; koruyucu sağlık hizmetlerinin değersiz görülmesiyle, sağlık çalışanlarına/hekimlere daha fazla baskıyla çözülemez. Geçici ve güvencesi olmayan göstermelik ücret artışları da sorunların çözümüne fayda sağlamayacaktır. Performansa dayalı ücret sisteminde üretilmiş rıza ile yaşananlar ortadadır. Son yirmi yılda hekimlerin ortalama iş yoğunlukları iki katın üzerine çıkarken gelirleri yoksulluk sınırının da altına gerilemiş; sağlıkta şiddet rutin hale gelmiştir. Bu aşamada özellikle kamuda çalışan hekimler ya çeşitli eylem ve g(ö)revlerle sorunlarını dile getirmeye çalışmakta, ya yurt dışına göç etmekte ya da istifa etmektedir. Bunun yanında yurttaşlar da uzun süredir randevu bulamamakta, randevu bulabilse bile yeterli ve nitelikli sağlık hizmetine ulaşabilmeleri çok zor olmaktadır.

Gitgide bozulan sağlık sisteminde; birinci basamak sağlık örgütlenmesinin zayıflatılması, basamaklandırılmış bir sağlık sisteminin terk edilmiş olması, hastanelere başvuru artışı, sistemin sorunları nedeniyle tedavi edici kamusal sağlık hizmetlerinin tıkanması ve bununla birlikte özel hastanelerin reklamları yapılarak toplumun buralara yönlendirilmesi rastlantısal değildir. Sonuç olarak çalışanların ürettiği değerler, doğrudan veya dolaylı olarak devlet eliyle sağlık alanındaki özel sermayenin beslenmesi için kullanılmaktadır.

Resmî Gazete’de yayımlanan 28 Temmuz 2022 tarihli ve 2022/342 sayılı karara göre Sağlık Bakanlığı, 2022 yılı sonuna kadar uygulanmak üzere 27 bin sözleşmeli kadro ilan etmiştir. Sağlık Bakanı’nın açıklamasında; artan sözleşmeli kadrolarda önceliğin yan dal uzmanları ile devlet hizmet yükümlülüğünü tamamlamış hekimlere verileceği belirtilmiştir. Açılan sözleşmeli kadroların 19.694’ü uzman hekim ve 7.114’ü pratisyen hekim olmak üzere toplam 26.808’i hekimler için oluşturulmuştur. Pratisyen hekim sözleşmeli kadrolarının 6.020’si, uzman hekim sözleşmeli kadrolarının ise 19.632’sinin yataklı tedavi birimleri için açıldığı görülmektedir. 31 Aralık 2021 tarihinde yayımlanan Resmî Gazete’de ise 2022 için sözleşmeli kadro sayısı 16 bin ve bunun 9.014’ü uzman hekim, 6.787’si pratisyen hekim istihdamı olarak ilan edilmişti. Mevcut veriler ışığında, bugün Resmî Gazete’de yayımlanan sözleşmeli kadrolardaki artışın esas olarak yataklı tedavi kurumlarındaki uzman hekimler için olduğu görülmektedir. Pratisyen hekimlerin ise poliklinik hizmeti vermek zorunda bırakılan ve şiddetin yoğunlaşmasında önemli bir payı bulunan “acil” birimlerinin ülke nüfusunun üzerinde başvurusunu eritmek için kullanılacağı açıktır.

Günümüzde kamuda 4924 sayılı kanun kapsamında sözleşmeli olan hekim, sözleşmesi olmayan hekimle aynı işi yapmasına karşın neredeyse iki katı ücret almaktadır. Bugün Resmî Gazete’de yayımlanan kararda da görülmektedir ki; sözleşmeli kadrolarda yapılan artışla ücretleri bir nebze iyileştirerek güvencesizliğe rıza üretilip, kamudan istifaların ve eylemlerin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın istediği yerlere istediği kadar bu kadrolardan yararlanma hakkı tanıdığı düşünüldüğünde; Sağlıkta Dönüşüm Programı’ndan sonra daha belirgin şekilde gördüğümüz gibi, hekimler arasında eşitsizlik, rekabet ile yalnızlaştırmaya devam edilerek kötü çalışma koşullarına itirazın azaltılmasının amaçlandığı görülmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki yapılacak çeşitli düzenlemelerle sözleşmeyi kabul eden kişilerin özlük haklarına saldırı daha da kolaylaşabilecektir.  

Yataklı tedavi birimlerinde çalışan uzman hekimlerin sözleşmeli kadro sayısının artırıldığı bu adımda asıl soru şudur: Tedavi edici hizmetlerin verildiği sağlık kurumlarında güvencesiz çalışma koşulları dayatılan hekim sayısının artırılması; toplum sağlığını koruyacak ve her yurttaş için sağlık hak olabilecek midir? Sorunun cevabı çok açıktır... Bilimsel yol, toplum sağlığını önceleyen bir sağlık sisteminde koruyucu sağlık hizmetlerini geliştirilmesi ile tedavi edici sağlık hizmetlerinin olduğu kurumlardaki yükü azaltmaktır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumunda kamusal yaklaşım vazgeçilmez olmalı; birinci basamak sağlık hizmetine/sağlık çalışanlarına/hekimlerine hak ettikleri değer artık verilmelidir. Basamaklandırılmış sağlık sistemi hızla devreye sokulmalı; toplumu ikinci ve üçüncü basamağa yani hastanelere yönlendiren kışkırtılmış/popülist sağlık yaklaşımından vazgeçilmelidir. Bu yöntemde birikim ekonomisinden beslenenler dışında kimse zarar etmeyecektir.

Türk Tabipleri Birliği olarak sözleşme kadrosu sayısının artırılmasının sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlara şifa olmayacağını yeniden ifade ediyoruz. Yıllardır savunduğumuz gibi, sözleşmeli kadrolar yerine sağlığa ayrılan bütçenin önceliğinin koruyucu sağlık hizmetlerine verilerek planlanması; tüm hekim/sağlık çalışanlarına gelecek kaygıları olmadan, hak ettikleri, emekliliğe yansıyan temel ücretlerin sağlanması gerektiğini bir kez daha dile getiriyoruz. Asıl ihtiyaç her çalışanın olduğu gibi bizlerin de hakkımızı alabildiğimiz; toplumsal sağlık hakkı için düzenlemeler yapılan bir sağlık sistemidir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi