TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın "üreme sağlığı" konusundaki açıklamaları ve TTB'ye yönelik ifadeleri ile ilgili yazılı açıklama yaptı. 

 

02.06.2016

BASIN AÇIKLAMASI

SUÇ İŞLİYORSUNUZ!

Yıllar önce devletin en yüksek katlarından dillendirilen ve absürd -bir o kadar da  ironik- biçimde kürtajı Uludere ile eşitleyen yaklaşım, aradan geçen zaman içinde geliştirilen eril iktidar söylemleri ve pratikleriyle pekiştirildi. Kadın bedeni ve emeğine yönelik üretilen cinsiyetçi politikalar, kadını toplumsal yaşamda ikincilleştirme ve kadın bedeni üzerinden hayal edilen yeni toplumu inşa etme hedefine yönelik olarak sürdürüldü.

Bu politikanın en somut örneklerine çalışma yaşamını ilgilendiren yasalarda, sağlık ve eğitim alanındaki düzenlemelerde, özellikle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerine ilişkin hukuksal metinlerde tanık olduk. Kadın cinayetlerinde hakim karşısına kravatla çıkılmasının, “ya benim ya kara toprağın” denilmesinin, mini etekle tahrik olunmasının ve tecavüz edilmesinin haksız- hukuksuz bir şekilde ceza indirimi ya da cezasızlıkla sonuçlandırıldığının sayısız örnekleriyle karşılaştık. Cennetin anaların ayaklarının altında olduğunu her fırsatta vaaz eden bu söylem, adında kadın kavramının geçmesine bile tahammül gösteremeyen Bakanlığın geçtiğimiz günlerde kamuoyunda gündeme gelen “Boşanma Komisyonu” raporlarında, kadının doğurduğu çocuk üzerindeki velayetini kaldırmaya dönük teklifiyle aslında anneliğe ilişkin ne kadar cüretkar olabildiğini dile getirmiş oldu. Aynı rapor, kız çocuklarının tecavüzcüyle evlendirilmesi gibi korkunç bir öneriyle  “mutlu evlilik” kisvesi altında evlilik yaşını yasa ve ahlak dışı bir şekilde 15’e indirme girişiminde herhangi bir beis görmedi. “Boşanma Komisyonu” raporunda, tecavüz olaylarında haksız ceza indirimleri yerine yürürlükteki yasaları uygulamak varken insan haklarına aykırı hadım tartışmalarıyla, amaçlanan şer’i düzenin düşünsel zemini tohumlanmaya çalışılıyor. Söz konusu raporun kamuoyunda gündeme gelmesinin hemen ardından yine devletin yüksek katlarından yükselen “aile planlaması, doğum kontrolü İslama aykırıdır, Peygamberimiz ne dediyse ona uyarız” yönündeki açıklamalar, hedeflenen toplumun kadın bedeni üzerinden nasıl inşa edilmek istendiğinin en somut ifadesi olsa gerektir.

Defalarca aynı bakanlığa getirildiği için artık çiçeği burnunda diyemeyeceğimiz Sağlık Bakanı’nın, konuya ilişkin açıklamasında fırsattan istifade TTB’yi cehaletle suçlarken, “artık aile planlaması, doğum kontrolü kavramlarının tarihe karıştığını, moda terimin üreme sağlığı olduğunu” dillendirmesi ise kimin açıklamasını eleştirdiği, polemikte nerede durduğu konusunda soru işaretleri yaratacak niteliktedir. Bu noktada cehaletle suçladığı TTB’nin Kadın Kolu tarafından konunun bilimsel ve hukuksal bağlamda aslının ne olduğuna ilişkin bir açıklama yapmak boynumuzun borcu olmuştur. Buyrun;

İstenmeyen gebelikler kadın ve erkek ilişkilerinin tarihi kadar eskidir. Yüzyıllardır sürdürülen insan hakları ve kadın hakları mücadeleleri, insanların birey olarak temel haklarını ve kadın haklarını bir dizi uluslar arası sözleşme ve ulusal yasal düzenlemelerle güvence altına almıştır. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. Maddesi, koruyucu, tedavi edici ve esenlendirici hizmetleri içeren sağlığın bireyler için bir hak, Türkiye’nin de içinde bulunduğu taraf devletler için bir yükümlülük olduğunu dile getirmektedir. Siyasal bağlayıcılığı olan ve taraf ülke anayasalarında yer alan bildirgenin bu içeriği, sosyal devlet paradigması çerçevesinde ülkemizde de Anayasa’nın 56. Maddesinde yasal güvence altına alınmıştır. Benzer olarak Anayasa'nın 41. Maddesi de; "Devlet, ailenin huzur ve refahı ile, özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar" şeklinde düzenlenmiştir. Çetin tartışmalar sonrasında 1983 yılında kabul edilen Nüfus Planlaması Kanununda, bireylerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları dile getirilmiş, ardından yürürlüğe giren Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük ile isteğe bağlı kürtajın uygulanması koşulları hükme bağlanmıştır.

Tüm dünyada 1990'lara kadar geçerli olan ve sadece doğurgan çağdaki kadına odaklanan "aile planlaması" yaklaşımı, 1994'te toplanan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nda (ICPD) terk edilmiş ve  yerine  aile planlaması/doğum kontrolünü de içeren çok kapsamlı bir yaklaşım olarak “üreme sağlığı” kavramı tanımlanmıştır. Üreme ve cinsel haklara ilişkin olan ICPD kodları, bireylerin yaşama hakkı başta olmak üzere, sağlık bakımı alma ve sağlığın korunması, eşitlik, özgürlük, mahremiyet, evlenme ve aile kurmada seçim yapma haklarını dile getirmesinin yanı sıra “çocuk sahibi olup olmama veya ne zaman olacağına karar verme hakkı” konusunu da ayrıntılı olarak şu şekilde ele almıştır;

  • Her insan güvenilir ve etkin aile planlaması yöntemlerine ulaşma hakkına sahiptir.
  • Kadın ya da erkek her insan, istediği çocuk sayısını belirleme ve hangi aralıklarla çocuk sahibi olacağına karar verme hakkına sahiptir.
  • Çocuk sayısına özgürce ve sorumluluklar göz önünde bulundurularak karar verilmelidir.
  • Çocukların yaşam kalitesi için en iyi yaşam koşullarının sağlanması düşünülmelidir

Öte yandan biyoloji ve tıbbın uygulanmasına ilişkin Biyotıp Sözleşmesi (1997), tıbbi uygulamaların insan onurunu koruma ve adalet ilkeleri temelinde, insan hakları ve kadın hakları düzenlemeleriyle uyumlu olarak yürütülmesini konu edinmektedir. Türkiye Devletinin de imzaladığı bu sözleşme,  insanların kendi bedenleri üzerindeki her kararının kişinin özgür iradesine dayandırılmasını esas almaktadır. 

Yukarıda dile getirilen uluslararası ve ulusal düzenlemelere, 2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması verilerinin doğurgan çağdaki 3 kadından birinin (%31) “yüksek riskli kategorisi”nde olduğunu belirlediğini, bunun da tıbbi literatürde çok erken (18 yaş altı), çok geç (35 yaş üzeri), çok sık (2 yıldan sık doğum) veya çok fazla (5 ve üzeri doğum) anlamına geldiğini eklersek, üreme ve cinsel haklara ilişkin ülkemizdeki tablonun vehameti görünür hale gelmektedir. Hakların kullanılmasına karşı dile getirilen her tür söylem ve uygulamada önüne çekilen her tür duvar, önlenebilir anne ve bebek ölümleri, kadın ve çocuk hastalıkları olarak karşımıza çıkmaktadır. Unutulmamalıdır ki, ülkemizde 80’li yıllardan başlayarak gebelik ve doğuma bağlı anne ve bebek ölümlerinin azalmış olmasında en temel etken, etkin aile planlaması hizmetleriyle istenmeyen gebeliklerin önlenmiş olması ve kürtajın yasal düzenlemeyle kamusal bir hizmet olarak sunulmasıdır.

Hal böyleyken, ülkemizin kanayan yaraları olan kadınların ve çocukların şiddetten, savaştan, erişkin erkeklerden korunamaması sorunu karşısında otoritelerin çözüm getirmek yerine, sürekli olarak ilgilerini kürtaj ve sezeryana odaklamaları düşündürücüdür. 

Bilinmelidir ki; kadınlar kaç çocuk doğuracaklarına karar vermek için bir otoriteye ihtiyaç duymazlar, ancak çocuklar onları popüler kisveler altında vakıflarda, yurtlarda, hapishanelerde, evlerinde, okulda cinsel haz olarak kullanan koyun postuna sarılmış kurtlar ile onları açıktan ya da gizliden koruyanları alt edecek otoritelere ihtiyaç duyarlar.

Sağlık Bakanı üreme sağlığı, nüfus planlaması, doğum kontrolü terimlerinin içeriklerini dikkate almaksızın kavram karmaşası yaratarak konuyu saptırmak ya da yapay gündem yaratmak yerine, anayasal hakkı olan gebelikten korunma ve istenmeyen gebelikleri sonlandırma hizmetlerinden yararlanamayıp merdivenaltı koşullarda kürtaja başvurmak zorunda kalan kadınların yaşadıkları sağlık sorunlarını ortadan kaldırma görevini hatırlamalıdır. Üreme hakları kavramının “çok çocuk doğurun, durmadan dinlenmeden üreyin!” anlamına gelmediğini öğrenmeli, uluslararası ve ulusal düzenlemelerle anayasal koruma altına alınan üreme haklarının Sağlık Uygulama Tebliğleri ile engellenmesinin hukuk devleti anlayışıyla ne kadar bağdaştığının hesabını vermelidir.   

Tüm yetkililerin bilgisini rica ederiz. 

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu