Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Alpay Azap, TELE 1’de yayımlanan Sabah Pusulası programında Musa Özuğurlu’nun konuğu oldu. 9 Temmuz 2024 tarihinde canlı olarak gerçekleştirilen programın gündeminde Türkiye’deki hekimlerin ve sağlık çalışanlarının sorunları, onaylı randevu sistemi ve TTB’nin yeni döneme dair çalışmaları vardı.

Türkiye’de sağlık çalışanları için bir itibar kaybı söz konusu, temel haklarıyla ilgili olarak bir tırpanlanma söz konusu. Doktorlar hak ettikleri ücreti alamadıklarını ifade ediyorlar. Çalışma koşullarında mekânsal olarak da zorluk içindeler. Bunu nasıl tarif ediyorsunuz?

Biz bunu 90'ların ortasından başlayıp, AKP’nin iktidara geldiği 2002'den itibaren hızlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sonuçları olarak görüyoruz. Sağlıkta Dönüşüm Programının getirdiği en önemli şey sağlığı hep sayılar üzerinden değerlendirmek. Yani hizmetin ne kadar işe yarar bir hizmet olduğundan ziyade sayısına bakılıyor. Daha çok tedavi edici sağlık hizmetleri öne çıkarılıyor. Bunun sonucunda da bir piyasalaşma söz konusu. Sağlıkta Dönüşüm Programı her şeyi bir sayıya ve maddi karşılığa dönüştürdü. Bu da tabii değersizleşmeyi de beraberinde getirdi. Bizim en büyük sıkıntılarımızdan birisi bu. Sadece bizim mesleğimize özgü de değil. Türkiye'de son yıllarda nitelikli işlerin bir karşılığı yok, bir değeri yok. Maalesef işin kaç tene yapılmış olmasına bakılıyor. Ama ne kadar doğru ve güzel yapıldığına, topluma ne gibi bir fayda sağladığına maalesef bakılmıyor.

Açıkçası bundan sonra biz hekim emeğinin, sağlık çalışanlarının emeğinin değerinin anlaşılmasını sağlamaya gayret edeceğiz. Yaşadığımız pek çok sorunun altında temel olarak bu yatıyor. Olay sadece maddi olarak verdiğinizin karşılığını almanız değil. Türkiye'de pek çok çalışan zaten emeğinin karşılığını alamıyor. Biz emeğimizin maddi olarak karşılığını alamıyoruz ama daha kötüsü son yıllarda biz artık manevi olarak da verdiğimizin karşılığını çok alamıyoruz. Mesleki bir tatmin duygusu da maalesef yaşayamıyoruz. Çünkü sadece sayılara bakan bu sistem bizi daha fazla çalışmaya, çok daha fazla sayıda hasta bakmaya zorluyor. Örneğin randevuları hızlandırıyor, sıkıştırıyor. 10 dakikada bir hatta daha kısa sürede bir hastayı değerlendirip tanı koymanız, doğru tedavisini planlamanız, bir de üstelik hastaya ayrıntılı bilgi verip iyileşmesi ve bir daha hastalanmaması için bilgilendirmeniz tüm bunları 10 dakikada hatta daha da kısa bir süre içerisinde yapmanız bekleniyor. Bunu yapabilmeniz mümkün değil. Bunu yapamadığınız zaman, yaptığınız işin olumlu sonucunu göremediğiniz zaman bu hekimlerde de büyük bir mutsuzluğa, yabancılaşmaya, yaptığı işe karşı bir küskünlüğe neden oluyor

Önceki Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın onaylı randevu sisteminin randevu sorununa çare olacağına dair bir açıklaması vardı. Oldu mu gerçekten?

Olmadı maalesef. Olmasını da çok beklemiyorduk biz. Çünkü kışkırtılmış bir sağlık hizmeti talebi var. Hekimler olarak biz kısa randevu süresi içerisinde hastayı sonuçlandıramıyoruz. Hasta bir daha gelmek zorunda kalıyor. Tetkik isteyip gönderiyorsunuz, sonucuyla tekrar çağırıyorsunuz. Hasta memnun da kalmıyor çünkü hastayı en çok memnun eden şey bir hekimle olan ilişkisinde diyalogdur, hekimin ona bilgi vermesidir. O kadar kısa süre içerisinde bu bilgiyi verme şansınız çok yok. Ayrıntılı muayene yapma şansınız çok fazla yok. Öyle olunca da hastalar dertlerine bir çare bulamadıklarını düşünüyorlar ve bu sefer o hekime değil bir başka hekime aynı branştan ya da farklı bir branşa tekrar başvuruluyor. Dolayısıyla tekrar tekrar başvurularla karşılaşıyoruz. Türkiye’de  bir kişinin yıllık doktor başvurusu 10 sınırına dayanmış durumda. Bu çok yüksek bir rakam. Bu kadar çok başvuruyu karşılamak sağlık sistemi açısından da çok zor. Hastaların çok sayıda doktora gittiğini görüyoruz ama sadece doktora ulaşabiliyor olmak etkili ve iyi bir sağlık hizmeti almak değil.

Randevu sürelerinin Dünya Sağlık Örgütünün bir hastayı değerlendirmek için belirlemiş olduğu ideal süre olan 20 dakika, olamıyorsa en azından 15 dakika olması gerektiğini savunuyoruz. Bu yapıldığı takdirde gerçekten hastaların sorunu çözülecektir. Hem hasta memnuniyeti çok artacaktır hem de hasta tekrar tekrar doktora başvurma ihtiyacı hissetmeyeceği için hekimlerin, hastanelerin üzerindeki randevu yükü de azalacaktır.

Türkiye'de hasta olma, hastaneye gitme ve hastanede nasıl bir davranış içerisinde olmaya dair kültürümüz yok galiba. Kışkırtılmış sağlık hizmeti talebi diyorsunuz, acillere baktığımız zaman bir kısmının gereksiz başvurular olduğunu görüyoruz. Nasıl bir uyarıda bulunmak istersiniz?

Bu çok boyutlu bir sorun aslında. Siz sağlık sistemini daha çok tedavi edici hizmetler üzerine kurarsanız, insanların sağlık okuryazarlığını artırarak küçük rahatsızlıklarını basit önlemlerle kendileri önleyebilmelerini sağlayabilecekken insanlar hastaneye gelmeye başlıyor. Meselenin önemli bir boyutu bu. İnsanlarımız sağlık okuryazarlığını artırmamız, koruyucu sağlık hizmetlerine önem vermemiz gerekiyor. Örneğin grip aşısı son derece güvenli, ucuz ve etkili bir aşıdır. Ama grip aşısı olmadığı için risk grubundaki pek çok kişi her sene birkaç kere grip hastalığına yakalanıp mecburen doktora gelmek zorunda kalıyor. Bunların bir kısmı hastanelere yatırılmak zorunda kalıyor. Sadece aşı konusunda insanların bilinçlenmesini sağlayarak bile doktora başvuruları azaltabilirsiniz

Daha çok koruyucu hekimliğe ağırlık veren bir sağlık sisteminin oluşturulması ve basamaklı sağlık sistemiyle birinci basamakta hastalıkların erken aşamasında tedaviyi sağlayıp daha üst basamaklara gerçekten ihtiyacı olan hastaların başvurmasının sağlanması lazım.

Acillere başvurular nüfusun iki katına yaklaştı. Dünyada böyle bir ülke yok. Demek ki çok hasta bir toplumuz. Sürekli acillere gidiyoruz. Bunun başka sebepleri de var ama sebeplerinden bazıları da insanlarımızın sağlık okuryazarlığının düşük olması, kendilerini hastalıklardan nasıl koruyacaklarını bilemiyor olmaları ve tabii ki acil servislere ulaşmanın da çok kolaylaşmış olması.

TTB’nin önündeki ajandası belli mi? Yeni yönetim olarak neye ağırlık vereceksiniz?

Bizden önceki yönetimin yaptığı güzel çalışmalar var. Türk Tabipleri Birliği çok çalışkan bir örgüttür. Sadece eleştirmekle asla yetinmeyiz. Eleştirilerimizi hep bir bilimsel zemine dayandırır ve hep alternatif çözüm önerileri de geliştiririz. Örneğin çok eleştirdiğimiz Sağlıkta Dönüşüm Programıyla ilgili de çok önemli önerilerimiz, raporlarımız var. Şehir hastaneleri ile ilgili raporlarımız, çalıştaylarımız var, izleme gruplarımız var. Bir kere bunları devam ettireceğiz ama önceliğimiz hekime ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet. Bu bizim kabul edemeyeceğimiz bir şey. Savaşlarda bile sağlık çalışanları dokunulmazdır. Düşman askerleri bile karşı ordunun sağlıkçılarına dokunmazlar. Ama biz kendi ülkemizde kendi halkımızdan şiddet görüyoruz. Maalesef hayattan koparılan arkadaşlarımız, meslekten koparılan çok sayıda arkadaşımız oluyor.

Biz halkımıza şunu anlatmaya çalışacağız; biz aynı taraftayız. Biz de bu Sağlıkta Dönüşüm Programından çok mustaribiz ve sağlık sisteminin bütün olumsuz sonuçlarını bizzat hekimler olarak yaşıyoruz. Siz de bunun sonuçlarını yaşıyorsunuz. Hastalar da biz de aynı gruptayız. Bunu anlatmak önemli diye düşünüyorum.

Elbette ki yasal düzenlemeler ile ilgili gelişmeler kaydedilmiş durumda ama hala istenen düzeye ulaşmış değil. Mevzuatta ciddi birtakım karışıklıklar da var. O yüzden farklı hakimler farklı kararlar verebiliyor. Buna yönelik olarak biz sağlıkta şiddetle ilgili daha kapsamlı ve her yerde benzer şekilde uygulanacak yasaların hazırlanması ya da en azından mevcut yasaların bu yönde değiştirilmesi gerektiğini savunuyoruz.

Bunun dışında hekimlerin beyin göçü var. Türkiye sağlık ortamı sürekli kan kaybediyor. Hekim göçünü de mutlaka engellememiz gerekiyor. Sağlığa erişilebilirlikle ilgili de vatandaşlarımız açısından ciddi sorunlar var. Bunların da farkındayız. Bu üç başlıkta çalışmayı düşünüyoruz.