COVID-19 salgınının Türkiye’de görülmeye başlaması üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Bu süreçte tüm dünyayı sarsan salgının ekonomik ve toplumsal hayattaki yansımaları kadınları derinden etkiledi. Salgın döneminde kadınların yaşamın her alanında karşılaştığı eşitsizlik ve ayrımcılık çalışma hayatında daha da belirginleşti. Eğreti istihdam biçimleri, ücret eşitsizliği, cinsiyetçi istihdam politikaları karşısında kadınlar güvencesiz ve sendikasız çalışmak zorunda kaldı.
Salgında Kadın İşsizliği Artıyor, Salgın Bakım Politikalarının Önemini Bir Kez Daha Hatırlatıyor!
Salgın döneminde kadınlar işgücü piyasalarından daha hızlı çekilmek durumunda kaldı ve kadın istihdamı daraldı. COVID-19 salgını etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 40’ın üzerinde. Her dört kadından yalnızca biri istihdamda yer alıyor. İş aramaktan ümidini kaybeden kadınların sayısı artıyor. Kadınların işgücü ve istihdamdan çekilmesi hem daha fazla eve dönüşü hem de sosyal izolasyon nedeniyle kadınların evde geçirdiği süreleri artırdı. Ataerkil kapitalist sistemde zaten kadının sırtına yıkılan bakım emeğinin getirdiği yük, pandemi sürecinde çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımı ve ev hijyenine olan ihtiyacın artması nedeniyle tamamen kadınlara kaldı. Dolayısıyla pandemi, kadınların ev içi emeğini ve bakım yükünü katlamış vaziyette.
Uzaktan eğitime geçildiğinin açıklanmasıyla birlikte çıkan genelgeler de çocuk izninin sadece kadınlara tanımlandığı şekilde hazırlandı. Çocukların evde bakımı ve her tür ihtiyacının karşılanması yalnızca hane içindeki kadınların (anne, büyükanne, teyze, hala vb) işi gibi görüldü, bu da iş yükünü ve emek sömürüsünü artırdı. Herkesin ulaşabileceği kamusal bir hizmet olarak çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımının sosyalleştirilmesi, kadının istihdama katılımı önündeki engelleri ortadan kaldıracaktır. Bu bakımdan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının kadınlar için hayati önemde olduğu bir kez daha görüldü.
Alınmayan ve Esnetilen Önlemler Nedeniyle Ev İçi Şiddet Artıyor!
Sosyal izolasyon kadına yönelik şiddeti de artırdı. Dünya çapında her üç kadından birinin çoğunlukla yakın partnerleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığı bilgisine rağmen kadınlar salgın döneminde hiçbir önlem alınmadan evlere kapatıldı. İzolasyon sonucunda kadına yönelik şiddette yaşanan küresel artış Birleşmiş Milletler tarafından “gölge pandemi” olarak adlandırıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, salgın ile geçirdiğimiz 2020’de öldürülen 300 kadının 97’sinin evli olduğu, 54’ünün birlikte olduğu, 21’inin eskiden evli olduğu, 8’inin eskiden birlikte olduğu erkek tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Platform, kadınların 18’inin oğlu, 17’sinin babası, 5’inin kardeşi, 16’sının akraba, 3’ünün tanımadığı, 38’inin tanıdık bir erkek tarafından öldürüldüğünü ortaya koydu.
Sosyalleşmenin, kadın dayanışma ağlarının, adli yardım, koruma ve sağlık gibi hizmetlere erişimin neredeyse imkansızlaştığı bir yılda kadınlara yönelik şiddet riskleri daha da arttı. Bu süreçte kadın şiddeti önleme mekanizmalarına daha çok ihtiyaç duyulmasına rağmen 16 HDP'li belediyeye atanan kayyumlar eliyle şiddete karşı oluşturulan kadın birimleri kapatıldı, kadın hizmetleri müdürlüklerine erkekler atandı. Kadın örgütlerinin çalışmaları dernekler yasası ile kısıtlandı.
Kod-29 uygulaması ise tacizi, ayrımcılığı, mobbingi ifşa eden kadınlara dönük bir silah gibi kullanıldı. Kod-29, kadın yoksulluğunu ve işsizliğini derinleştirirken, kadınların yönelik ekonomik, fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin artmasına neden oldu. Hakimler Savcılar Genel Kurulu tarafından 30 Mart’ta imzalanan “6284 sayılı kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının yükümlülerin salgın kapsamında sağlığını tehdit etmeyecek şekilde değerlendirilmesi gerektiği…” kararı, 6284 sayılı kanunu askıya almış, evden uzaklaştırma tedbirinin uygulanmamasına neden olmuştur. Ardından İnfaz Kanunu değişikliği kapsamında 13 Nisan’da Meclis’ten geçen yasa ile şiddet failleri evlerine gönderildi.
Kadına yönelik şiddetin artarak devam ettiği salgın koşullarında, 6284 sayılı yasada kanıt aranmasına gerek olmadığı halde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yapılan “Kadın Konukevlerinde Koronavirüse Karşı Ek Tedbirler Alındı” başlıklı açıklamada yüksek can güvenliği riski bulunan kadınlar dışında başvuru kabul edilmediği için kadınların sığınaklara kabulü zorlaştırıldı, can güvenlikleri risk altına girdi.
Salgın döneminin en kırılgan gruplarından biri de LGBTİ+’lardır. Ayrımcılığa ve nefret söylemine uğrayan LGBTİ+’lar salgın döneminde daha fazla hedef gösterildi, LGBTİ+’lara yönelik suçlama, damgalama ve dışlama eğilimi de arttı.
İstanbul Sözleşmesi'nin Fesih Girişimi ile Kadın Kazanımları Tamamen Yok Edilmek İsteniyor!
Kadınların daha fazla öldürüldüğü, daha fazla şiddete uğradığı şartlarda, İstanbul Sözleşmesi’nin etkin şekilde uygulanması gerekirken, kaldırılması gündeme getirildi. Temmuz 2020’de Erdoğan’ın yapmış olduğu “Çalışıp, gözden geçirin. Halk istiyorsa kaldırın” açıklamasıyla sözleşmeye yönelik saldırılar giderek arttı. İlk dönemde kadınların direnişiyle adım atılamasa da 2021 Mart ayında salgın şartlarını fırsata çevirenlerin İstanbul Sözleşmesi’ni Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshettiği Resmî Gazete’de yayımlandı. Kadın mücadelesi ise bu kararı tanımadığını, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulamada olduğunu haykırdı.
Bununla birlikte iktidarın hamleleri hâlâ devam ediyor. TBMM’de kadına yönelik şiddete karşı kurulan araştırma komisyonunda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün aktif rol alması, Diyanet İşleri Başkanının söylemleri, cuma vaazları, fetvaların kullanılması, faillere alacakları cezanın farkındalığını ölçmeye yönelik anketler uygulanması gibi öneriler iktidar mensubu üyelerce gündeme getirilirken, kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden kadın örgütlerine yine yer verilmedi.
Dokuz yaşında kız çocuklarının evlendirilebileceği fetvalarını verenlerin kadınlara ve çocuklara yönelik her tür şiddette payı ortadadır. Sözleşmenin feshine ahlaki değerlere aykırı olması ve geleneksel aile yapısı gerekçe gösterilmiştir. Oysa sorunun oluşmasında neden olan unsurların onun çözümünde etkili olmayacağı da açıktır. Dinin siyasallaşması ve iktidarın siyasal İslamcı ideolojisi, kadın bedeni, kimliği ve emeği üzerindeki tahakkümü sürekli yeniden üretmek için işlemektedir. Bu nedenle laiklik de kadınların mücadelesinde çok önemli bir taleptir.
Yapılması gereken, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması değil; aksine kadına yönelik her türlü şiddetin kaynağı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı daha etkin önlemlerin alınması, İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı yasanın etkin bir biçimde uygulanmasıdır. Çalışma yaşamındaki şiddetin ve tacizin önlenmesi için ILO’nun 190 sayılı Sözleşmesi’nin onaylanması da en temel taleplerimizden biridir.
Salgın Fırsatçılığıyla Yaygınlaştırılan Esnek Çalışma Biçimleri Güvencesiz İstihdamın, Kadınların Eve Kapatılmasının Gerekçesi Yapılıyor!
Salgın nedeniyle başlatılan uzaktan, dönüşümlü, esnek çalışma biçimlerinin salgın sonrasında da devam ettirileceği pek çok büyük sermaye grubu ve bazı kamu kurum yetkilileri tarafından açıklanmıştır. Hükümetin çalışma yaşamının güvencesizleştirilmesine yönelik politikaları çerçevesinde yarı zamanlı, uzaktan, evden, tele çalışma gibi esnek çalışma biçimleri kalıcı hale getirilerek kadınlar eve kapatılmak istenmektedir. Böylece kadınlar, nüfusun, emek gücünün yeniden üretimini sağlayan ucuz iş gücüne indirgenecektir. Temel istihdam biçimi olarak öngörülen esnek/kuralsız ve güvencesiz çalışma kadınların iş yerlerinde örgütlenmesi önünde çok büyük engel teşkil etmektedir.
Kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile de binlerce kamu emekçisinin insanca yaşam hakkı engellenmiştir. KHK’li kadınlar aynı zamanda toplumun dayattığı cinsiyet rolleriyle ev içine hapsolmaya zorlanmıştır.
Kamusal Hizmetlere Erişim Kadınlar Açısından Daha da Zorlaştı!
Piyasalaşan kamusal hizmetlere ulaşmak salgın sürecinde kadınlar açısından daha da olanaksız hale geldi. Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği (KİHEP) tarafından yapılan araştırmaya göre 100 kadından 40’ı salgın esnasında genel sağlık hizmetlerine erişimle ilgili sorun yaşadığını söylemiş; sorun yaşayan 100 kadından 20’si ise çözüm bulamadığını ifade etmiştir. Kadınların yüzde 16’sı salgın esnasında cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı hizmetleri ve/veya ilaca erişimle ilgili sorun yaşadığını belirtmiş, sorun yaşadığını söyleyen 100 kadından ancak 16’sı sağlık kurumlarından hizmet alabildiğini dile getirmiştir.
COVID-19 salgınının dezavantajlı toplumsal gruplar üzerinde etkisi daha fazla görülmektedir. Mülteciler, göçmenler ve yerlerinden edilmiş nüfus salgında en büyük risk gruplarını oluşturmaktadır. Başta sağlık hizmetleri olmak üzere birçok sosyal hizmete yetersiz erişim, özellikle çalışma hayatında kayıt dışı sektörlerde biriken toplumsal kesimlerin daha fazla dışlanmalarına yol açmaktadır.
Salgın boyunca saldırılara karşı mücadeleyi ören biz kadınlar, 1 Mayıs 2021’de başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere haklarımızı koruyan ve geliştiren her türlü yasaya, emeğimize, bedenimize, ülkemize ve geleceğimize sahip çıkmak için mücadeleye devam edeceğiz!
DİSK Kadın Komisyonu
KESK Kadın Meclisi
TMMOB Kadın Çalışma Grubu
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu