TTB 1. Antiochia Felsefe Buluşması 16-18 Haziran 2023’te Hatay Arsuz’da: Gönüllülük, Dayanışma ve Ortak Varoluş

Gönüllülük ve Dayanışma gibi kavramlar her şeyden önce kolektif bir varoluş öngörür. Gönüllülük bir görevin gerektirdiği faaliyete katılabilecek birden fazla birey arasındayken seçilmeyi veya atanmayı beklemeden göreve talip olmaktır. Dayanışma ise yine birden fazla bireyin karşılıklı olarak aynı faaliyet içinde kendini değil bütünü düşünerek yer alması anlamına gelir. Her iki durum da birlikte deneyimlenen bir sorunu yine birlikte davranarak aşma bağlamında anlam kazanır. Kuşkusuz bu kavramlar etik içeriğe de sahiptir. Ancak burada söz konusu olan bir görev etiğinden çok erdem etiğidir. Zira gönüllü olmayı ve dayanışmayı arzulamak, insanın her şeyden önce böyle bir arzu ya da inancı içselleştirmiş olması, onları birer erdem olarak kendi hissetme, düşünme ve eyleme biçiminin - yani ethos’unun- kalıcı bir parçası haline getirmiş olmasını gerektirir. İçinde bulunduğumuz koşullar, mekân ve geçici ya da kalıcı olarak gerçekleştirdiğimiz kolektif varoluş tam da böyle bir hissetme, düşünme ve eyleme biçimine tanıklık ediyor.

6 Şubat ve 20 Şubat depremleriyle bir doğa olayının 11 ilde nasıl büyük bir felakete dönüştüğünün tanıklığı her birimizi, bu topraklarda yaşayan herkesi bir şeyler yapma çabasına soktu. Deprem bölgelerine henüz devletin ulaşamadığı ilk üç günde TTB, TMMOB gibi meslek odaları ve DKÖ’leri gönüllü üyeleri yanı sıra ekoloji gruplarından, sivil inisiyatiflerden gönüllü insanlar büyük bir dayanışma duygusuyla deprem bölgelerine yardıma koştular.

Yaşanılan yıkımın açtığı derin acıları ve yaraları saran bir birliktelik yarattı bu gönüllülük ve dayanışma... İnsanın insana nasıl iyi geldiğini, gönüllüğün, dayanışmanın ve ortak varoluşun değerini hissettirdi.

Bu duyguları birlikte felsefi olarak anlamlandırmak, düşünmek ve dayanışma alanlarımızı genişletmek üzere hepinizi 16-18 Haziran tarihleri arasında Hatay-Arsuz'da düzenleyeceğimiz TTB I. Antiochia Felsefe Buluşması’na bekliyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Dr. Ali Özyurt Kültür, Sanat, Edebiyat Kolu

Sempozyum ön kayıt formu için tıklayın.

* İstanbul'dan gelecek öğrenciler için ön kayıt süresi dolmuştur.

TTB 1. ANTİOCHİA FELSEFE BULUŞMASI
GÖNÜLLÜLÜK, DAYANIŞMA ve ORTAK VAROLUŞ

16-18 HAZİRAN 2023
ARSUZ –HATAY / Yakamoz Kafe

16 HAZİRAN CUMA

15.00 - Açılış Konuşmaları

  • Antakya Sanat Derneği adına Edip Yeşil veya Tunay Devrim
  • TTB adına Şebnem Korur Fincancı veya Ali İhsan Ökten
     

15.30-17.00 - Panel: Dayanışma ve İlişkisellik Etiği

  • Dayanışma - Ferda Keskin (İstanbul Bilgi Üniversitesi)
  • İlişkisellik Etiği - Zeynep Talay Turner (İstanbul Bilgi Üniversitesi)
  • Moderatör: Özge Ejder
     

19.00 - Yemek

17 HAZİRAN CUMARTESİ

10.45-12.00 - Panel: Dostluk Üzerine

  • Dostluk, Yardımlaşma ve Bir Aradalık Üzerine - Özge Ejder (MSGSÜ, Felsefe)
  • Zor Zamanlardan Dayanışmak, Dayanışmayı Sıradanlaştırmak - Begüm Özden Fırat (MSGSÜ, Felsefe)
  • Moderatör: Zeynep Talay Turner
     

12.00-12.15 - Ara

12.15-13.30 - Panel: Tıp ve Gönüllülük (Gezi ve Deprem)

  • Gezi'de Dayanışma ve Gönüllülük - Ali Çerkezoğlu
  • Depremde Gönüllü Hekimlik: Dostluk Parkından Köylere Uzanan Sağlık Köprüsü - Sibel Uyan
  • Moderatör: Demet Parlar
     

15.00-18.00 - Atölyeler

  • Öğrenci Paneli - Moderatör: Ferda Keskin

Bu panelde antik Yunan düşüncesine göre bireysel ve kolektif varoluşta karakter (ethos) oluşumunu belirleyen erdem kavramı ve erdemlerin hangi anlamda ortak bir iyi yaşamı mümkün kıldığı tartışılacaktır. Tartışmada gündelik yaşamın tekdüzeliğinden doğal afetlerin getirdiği yıkıma kadar çeşitli örnekler kullanılacaktır.

19.00 - Yemek

18 HAZİRAN PAZAR

10.00-12.00 - Atölye 1 - Jean-Luc Nancy’deki Ortaklık Kavramını Dayanışma ve Gönüllülük Üzerinden Okumak

  • Moderatör: Begüm Özuzun (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi)
  • Yaş aralığı: 16-26 yaş Lise ve Üniversite Öğrencileri
  • Kontenjan: 20 kişi
     

Deprem bölgelerinde gönüllüler aracılığıyla kurulan afet koordinasyon merkezleri, doktorların çalışmaları, bireyci neo-liberal dünyamızda bize yeniden ortaklık içerisinde yaşayabileceğimizi, bunun kendiliğinden, zorunlu kılınmadan gelişebileceğini hatırlattı.

Deprem anı ve sonrasında yaşadıklarımız ve hissettiklerimizden yola çıkan 10-15 dakikalık Jean-Luc Nancy’deki ortaklık düşüncesi hakkında bir sunumun ardından moderatör eşliğinde etkileşimli bir atölye gerçekleştirilecek. 

12.00-14.00 - Öğle Arası

14.00-15.00 - Sunum - Ortaklaşa Yazılan Hikâyeler: Mimarlığın (ve başka şeylerin) Çuval Teorisi 

  • Konuşmacı: Sevince Bayrak
     

İnsanlığın çıkış öyküsünü, yok etmek üzerine kurulu kahramanlık hikâyeleri yerine ortaklaşa bir çaba ile sürdürülen yaşam hikayeleri ile anlatırsak ne değişir? Elizabeth Fisher ve Ursula K. Le Guin’in yazdığı çuval teorilerini, mimarlığa uyarlarsak, kentlerimizdeki yapıların hikayelerini, “başarı” öyküleri yerine ihmal edilmiş olanları dinleyerek yeniden anlatabilir miyiz? 

2022 yılında kullanılmayan mevcut yapıları yıkmak yerine yeniden kentlere kazandırmayı önererek başladığımız Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi projesi*, 2023 Şubat’ında yaşadığımız yıkıcı depremlerle beraber acil bir konuya dönüştü. İnşaat endüstrisindeki çöküşün nedenleri, mevcut sağlam yapıların deprem sonrası nasıl kullanılabileceği ve geride kalan binlerce yapının güçlendirilmesi ve yeniden kullanılması konularını da içeren bu sunumda sadece mimarları değil, herkesi ilgilendiren bu tartışmayı geliştirmeyi umuyoruz.

*Bu proje 20 mayıs-26 Kasım tarihleri arasında Venedik Bienali'nde 18. Uluslararası Mimarlık Sergisinde Türkiye adına sergilenmektedir.

https://turkiyepavyonu23.iksv.org/hayalet-hikayeleri-mugla 

15.00-15.30 - Ara

15.30-17.30 - Atölye 2 - Alice Harikalar Diyarında Bize Nasıl Bir Dünya’nın İmkanını Sunuyor?

  • Moderatör: Begüm Özuzun (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi)
  • Yaş aralığı: 16-26 yaş lise ve üniversite öğrencileri
  • Kontenjan: 20 kişi
     

Alice Harikalar Diyarı’nın girişindeki monologdan yola çıkan 10-15 dakikalık sunumun ardından moderatör eşliğinde katılımcılarla etkileşimli bir atölye gerçekleştirilecek. Bu monologda Alice, kendine ait bir dünya düşler, bu dünyada; kediler, insanlar gibi yaşamlarını sürdürebilir ve farklı güçlere sahip olabilir, görünmez olmak, konuşmak vb. Bu kapsamda felsefeyi bugün de ilgilendiren "dünya, düş, düşünce, gerçeklik" gibi kavramları katılımcılarla konuşmak ve geliştirmek istiyoruz.
 

Sempozyum ön kayıt formu için tıklayın.

* İstanbul'dan gelecek öğrenciler için ön kayıt süresi dolmuştur.

*

18 HAZİRAN ATÖLYE ÇALIŞMALARI HAKKINDA

Alice Harikalar Diyarında Bize Nasıl Bir Dünya’nın İmkanını Sunuyor?

"Dinah, buldum! Bana ait bir dünya olsaydı, her şey anlamsız olurdu.

Hiçbir şey olduğu gibi olmazdı, çünkü her şey olmadığı gibi olurdu.

Ve bilakis, olan olmaz ve olmayan olurdu. Anlıyor musun?"

Alice Harikalar Diyarında

Alice, kendine ait bir dünya düşler, bu dünyada; kediler, insanlar gibi yaşamlarını sürdürebilir ve farklı güçlere sahip olabilirler, görünmez olmak, konuşmak, vb. Düşlediği dünya, yaşadığımız dünyadan öğeler taşısa da ondan farklıdır.

Peki, içinde yaşadığımız dünyanın dışında bir dünya mümkün müdür? Veyahut dünya hepimizin paylaştığı, ortaklaşa, farklılıklarıyla yer aldığı bir mekan mı, yoksa herkesin kendince düşlediği dünyaların bir ortalaması, bazen bir dünyanın diğer dünyadan üstün kılındığı bu ortalamanın bir yansıması mıdır?

Bu atölyede 16-26 yaş arasındaki gençleri Alice'in düşünden yola çıkarak felsefeyi bugün de ilgilendiren 'dünya, düş, düşünce, gerçeklik' gibi kavramlarla tanıştırmayı hedefliyorum. Çalışma, kavramların hangi yazarlarca, hangi dönemde, nasıl kullanıldığından öte dünyanın çokluğu ve evrenselliği düşüncesinin yarattığı ayrımın gençlere ne hissettirdiği ve felsefe geleneğinin dışından gelen akıllarda neler canlandırdığını sormak olacak. 10-15 dakikalık bir sunumun ardından kolaylaştırıcı eşliğinde etkileşimli olarak yürütülecek atölyeye katılım 20 kişi ile sınırlıdır.

Lewis Carrol’ın Alice Harikalar Diyarında’sından esinlenen Disney animasyonu, güncel somut dünyamızda, önümüzde olup biten olgularda deneyimleyebileceğimizi düşünemediğimiz şeyleri düşlerimizde gerçekleştirme imkanı sunar. Sizce insandaki düş yetisi ve onun sunduğu yaratıcılık bize gerçekliği sorgulamada yardımcı olmakta mıdır? Ya da gerçekliği kuran, yıkan, tekrar kuran bu düş yetisinin kendisi midir? Düş yetimiz ve olmayanı düşünme yetimiz sayesinde ortaklaşa sürdürdüğümüz yaşamdaki krizleri değiştirme, dönüştürme biz insanlar tarafından mümkün müdür? Yoksa belirlenmiş, kadersel bir hayat mı yaşamaktayız? Olmayanı düşlemek, tersi düşündüğümün olmama ihtimali, yani gerçekliğin sorgulanabilirliği bize ilk bakışta bir özgürlük alanı açsa da bizi bir kararsızlığın da içine sürükler.

Gerçeklik sorgulanabilir olduğu vakit ya da bağıntılı olduğu düşünüldüğünde, evrenselliğini yitirip zamansallık kazandığında kendimizi bir kararsızlık anının içerisinde buluruz. Bir şeyin ne olup olmadığına karar verememek ya da şeyler arası ilişkilerin zamanla değişebilirliği, bir varlığın sonsuz olmadığını, başı ve sonu olduğunu bilmek; ama onu tam olarak belirleyememek, bilme engeli üzerinden onunla arama sınır koymam bizi kesin olarak bir şey bilemeyeceğimiz yargısına, hatta ileri noktada kendi varlığımızdan bile şüphe duymaya kadar götürür.

Siz hangisinde yaşamak isterdiniz? Her şeyi kesin olarak bildiğiniz, olan-olmayan arasındaki sınırların keskin olduğu ve kurulu gerçekliğe dair her türlü şüphenin düşe dair, gerçek dışı olması nedeniyle yadırgandığı ya da olmayanı konuşmanın, düşünmenin olanaksız görüldüğü, böylece kendi varlığımın da sağlamasını aldığım evrensel bir dünyada mı? Yoksa kendi varlığımı, en azından sonsuzluk atfettiğim zihnin sonsuzluğunu sorgulama riskini göze alarak düşlerim aracılığıyla olmayanı düşünebildiğimi ve bunu konuşabildiğimi, aktarabildiğimi kabul ettiğim dünyaların, gerçekliklerin çoğulluğunda mı yaşamak isterdiniz? Bu iki farklı gerçeklik algısının gündelik hayatımızdaki yansımaları neler olabilir? Birbirinden bağımsız iki gerçeklik var ise nasıl olur da ortak bir dil aracılığıyla birbirleri arasında bir geçişkenlik, birinden diğerine aktarım sağlanır; ortak kültür, ortak değerler dünyalar çokluğunda mümkün müdür? Olan, olmayan, tek akılcı rasyonel dünya ile çoğul dünyalar üzerine yaptığımız tartışmalar bize insan hakları, kadın hakları, LGBTQI+ hakları, hayvan hakları, ekoloji konusunda ne söylemektedir? Bu ikiliğin dışında bir üçüncü yol mümkün müdür?

Begüm Özuzun

İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yüksek Lisans Öğrencisi

Not: Atölye öncesinde animasyondaki söz konusu kısmın Türkçe dublajlı versiyonu için tıklayın.

*

Jean-Luc Nancy’deki Ortaklık Kavramını Dayanışma ve Gönüllülük Üzerinden Okumak 

Şubat depremlerinin ardından devletin müdahalede gecikmesi ve sonrasındaki ihtiyaçları karşılamadaki yetersizliği hepimizi üzen bir tablo oluşturdu. Ancak deprem bölgelerinde gönüllüler aracılığıyla kurulan afet koordinasyon merkezleri, doktorların çalışmaları bize yeniden ortaklık içerisinde yaşayabileceğimizi, bunun kendiliğinden, zorunlu kılınmadan gelişebileceğini hatırlattı. Deprem anı ve sonrasında yaşadıklarım ve hissettiklerim yola çıkarak geri kazanılan ortaklık fikri üzerine bir şeyler karaladım. Düşüncelerimi dile getirdiğim 10-15 dakikalık sunumun ardından, burada ortaya atılan kavramların yönlendirmesiyle 20 katılımcıyla sınırlı, 16-26 yaş arasındaki lise ve üniversite öğrencileriyle etkileşimli bir atölye düzenleyeceğiz. Bu doğrultuda; ortaklık, hergünkülük ve yaşam üzerine nasıl düşünceler, fikirler geliştirebileceğimizi düşüneceğiz, onu neoliberal düzende onu tekrardan anlamlandırıp, anlamlandıramayacağımıza bakacağız.

Şubat depremleri öncesinde kendi dertlerimin içerisine gömülmüş bir haldeydim. Sabah uyanıp deprem ve yıllarca süre gelen ihmalkarlıklar sonucu meydana gelen ölümler ve yıkımlar ile yüzleştiğimde pek çoğumuz gibi pek bir şey düşünemedim, derin bir boşluk duygusu kapladı içimi. Yetiştirmem gereken tez, profesyonel hayatın yükü eskisi gibi kaygı uyandırmıyordu. Elbette bu süreç, halihazırda üzerine araştırmamı sürdürdüğüm Jean-Luc Nancy’nin düşüncesi, eskiden epey merakla okumalar yürüttüğüm Emmanuel Levinas’ın yazılarının zihnimde canlandırdıklarından bağımsız gelişmedi. İçinde bulunduğun derin boşluktan çıkma hali; bencil, yalnızca kendini düşünen, kendi kendine yeten neoliberal bireyden sıyrılma gayreti pek çok insanın yaşamını yitirmesiyle kendiliğinden gelişti. Başkalarının ölümü, kendi ölümlülüğümüzü hatırlattı: Uzun zamandır kafamızı çevirdiğimiz, risk almamak adına sorumluluğundan kaçtığımız pek çok etik unsuru öteleyemeyeceğimizi mecburen anladık; kabullendiğimiz, kanıksadığımız kötülüklerin (keskin bir iyilik-kötülük ayrımı yapmaktan kaçınarak bunu söylüyorum) pek de katlanılır yanı olmadığını fark ettik ya da çoğul konuşmayayım benim deneyimim bu yöndeydi.

Evet, bir gün ölebiliriz; bir gün uyandığımızda önceki gün kavga ettiğimiz, ancak bizim için değerli olan bir kişiyi yitirmiş olabiliriz. Yaşadığımız hayatın bir sonu var; bunu asla içimde söndüremediğim ölüm kaygısı üzerinden söylemiyorum. Ölüm kaygısının karamsar bir yanı vardır; beni hep hırslandırır, keskin bir içsellik-dışsallık içerisine sokar ve ‘ben’ olarak etiketlemediğim her ögeyi tehdit olarak algılamaya başlarım. Ferda Keskin’in Bilgi Üniversitesi’nde verdiği Tekillik dersinde alıntıladığı Nancy’nin Odysseus yorumunda olduğu gibi, Penelope, Ulysseus’un yokluğunda mahremiyetini tehdit eden taliplerinden kendini koruma amaçlı örgü örmeye koyulur, örgüsü bittiğinde kiminle olacağına karar vereceğini söyler. Ancak her gece ilmik ilmik söker örgüsünü. İşte benzer bir ruh halindeydim tüm bunların öncesinde.

Bir sabah uyandım ve bir arada yaşam tamamlandı demek istemiyorum. İdeal, nihayete ermiş bir evrede de değiliz bence. Havada asılı tamamlanmış parçacıklara dönüşmeyiz diye de ümit ediyorum. Birbirimizi kendimizi unutacak kadar sevdiğimiz Hristiyan bir aşktan da bahsetmiyorum. Ancak bize reddedemeyeceğimiz bir gerçeği hatırlattı; olmak, her zaman ortaklığı da beraberinde getiriyor. Sinizmin baskın görüş olduğu günümüzde duyarlılığa dair bir söylem geliştirmenin ne kadar güç olduğunu biliyorum. Ama gözardı edemeyecceğimiz sorunlarla yüzleşiyoruz ve belli başlı vurdum duymazlıklar, an içerisinde bizi hazza yöneltiyor olsa da ileri aşamada öfke, korku gibi olumsuz duygularla baş etme güçlüğüyle bizi yalnız başımıza bırakıyor. En nihayetinde mutlu olamıyoruz, karamsar ve tehdit altında hissediyoruz.

Ki bu tehdit hissi, paranoyak bir durum olmanın çok ötesinde. Doğaya karşı tutunduğumuz ihmalkar tavır, bilim kurgu gibi yaşadığımız dünyayı sil baştan kurgulayabileceğimizin yanılgısı, bizi her şeyden ve herkesten ürken bireylere dönüştürüyor. Soluduğumuz havadan, içtiğimiz sudan, konuştuğumuz insanlardan, devlet kurumlarından, sivil toplum kuruluşlarından, hepsinden şüphe ediyoruz. Ve bu sıkışmışlık hissi bizi çaresiz kılıyor. Belki de kötülük ihtimalinin, iyilik ihtimaliyle diyalektik bir bağ içerisinde olduğunu hatırlamalı ve hayatta bazı şeyleri önleme ve bu doğrultuda hareket etme kabiliyetimiz olduğu düşüncesine biraz daha sıkı sarılmamız gerektiğini hatırlamalıyız.

Begüm Özuzun

İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yüksek Lisans Öğrencisi

*

KONUŞMACILARIN ÖZGEÇMİŞİ

Özge Ejder

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesidir. Sanat ve mimarlık kuramı, görsel ve kültürel çalışmalar, estetik ve çağdaş kıta felsefesi ve feminist kuram  alanlarında çalışmakta, dersler vermekte, tezler yönetmektedir. Ölüm, sıkıntı, temsil ve kriz kavramları üzerine yayınları ve çevirileri vardır. Son zamanlardaki çalışmalarının ana izleğini Husserl sonrası fenomenoloji ve antroposen üzerinden özne problemi oluşturmaktadır.

Begüm Özden Fırat

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesidir. Kent ve kültür sosyolojisi, görsel kültür ve toplumsal hareketler alanlarında çalışmaktadır.

Zeynep Talay Turner

İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Programında felsefe dersleri vermekte, aynı zamanda Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı'nın da direktörlüğünü yapmaktadır. "Philosophy, Literature, and the Dissolution of the Subject" (Peter Lang, 2014) adlı kitabın yazarıdır. Kendilik felsefeleri, 19. ve 20. yüzyıl kıta felsefesi ve felsefe-edebiyat ilişkisi üzerine çalışan Talay Turner’ın Nietzsche, Spinoza, Bergson ve Musil üzerine yazıları vardır.

Sevince Bayrak

İstanbul’da yaşayan mimar ve yazar. 2019 yılında ilk kitabı "Bir Meydan Öyküsü Beyazıt", İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yayımlandı. 2023 yılında Venedik Mimarlık Bienali’ndeki Türkiye Pavyonu için "Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi" sergisini ve kitabını hazırladı. 2015 yılından beri MEF Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Mimarlık ve kentle ilgili çalışmalarına SO? Mimarlık ve Fikriyat’ta devam ediyor. 

Ferda Keskin

Lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi, master ve doktora derecelerini Columbia University'den felsefe alanında aldı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde öğretim üyesi ve aynı üniversitede kendi kurduğu Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Programı'nın direktörü olan Keskin'in uzmanlık alanı olan Michel Foucault, siyaset felsefesi, etik ve sosyalbilim felsefesi alanlarında yayınları vardır.

Begüm Özuzun

18 Eylül 1992, İstanbul doğumlu. Lise öğrenimini 2006-2011 yılları arasında İstanbul Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde gördü. Lisans derecesini Paris Nanterre Üniversitesi’nde anadal Felsefe, yandal Sanat Tarihi-Edebiyat olmak üzere tamamladı. Ayrıca Freie Üniversitesi ve Utrecht Üniversitesi bünyesinde Sanat Tarihi ve Felsefe dersleri takip etti. Şu an İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Programı’nda Jean-Luc Nancy’de Kavramsızlaşan ve Geri Çağrılan Özgürlük ana başlıklı tezini yazmaktadır.

Sibel Uyan

Elazığ'da doğdu. Ege Üniversitesi Tip Fakültesi'nden mezun oldu. İzmir Karşıyaka'da aile hekimliği yapmaktadır. TTB Aile Hekimliği Kol Sekreteri'dir.