KIZLIK ZARI (’HİMEN’) İNCELEMELERİ

Bu "incelemede" belirlenen, daha doğrusu belirlenmek istenen şudur:Kişi, (isteğiyle ya da isteği dışında, zorla) cinsel ilişkide bulunmuş mu, bulunmamış mı? Daha başka bir anlatımla, o bir "kadın" mıdır, yoksa henüz bir "kız" mı?

Üç yıl kadar önce, tıp kaynakları arasında yapılan on yıllık bir tarama uluslararası dergilerde (tek bir vakada üretra cerrahisi için kullanılması dışında) kızlık zarı ("himen") gibi bir başlığın bulunmadığını göstermiştir. Dolayısıyla, tıp yayınlarına katkıda bulunan ülkelerde "kızlık zarı incelemesi" ya da "bekaret denetimi" gibi bir konu yoktur. Ancak, daha aşağıda göreceğimiz gibi konuyu oralarda da sorun yapanlar vardır.

Ülkemiz söz konusu olduğunda, konuyla ilgili olarak dikkate alınması gereken çevreler üç başlık altında toplanabilir:

1-Merkez Konseyi ve Tabip Odaları yoluyla tüm hekimler,

2-Tıp fakülteleri, hukuk fakülteleri, barolar, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı gibi konuyla ilgili olarak eğitim ve uygulama yapan kurumlar,

3-En başta Basın-Yayın aracılığıyla toplumun tümü ya da tüm kamuoyu.

Bu çevreler de gözönüne alındığında konunun çok ciddi ve çok boyutlu bir etik (ya da ahlak) sorun olduğunu ortaya koyabilmek için aşağıdaki temel noktalar sıralanabilir. Bu sıralamada, sorunla ilgili olarak daha çok, görünüşteki ve daha sınırlı olan noktaları giderek daha temeldeki ve kapsamlı olanların izlemesine dikkat edilmiştir.

AÇIKLAMALAR

1)Hekimlerin hastaları ile olan uğraş ilişkilerinde kuşkusuz bir takım temel Tıbbi Etik ilkelerine uymaları söz konusudur. Buna göre ve bizi bu bağlamda ilgilendirdiği ölçüde, hastanın sağlık sorununun çözümü için gerekli tanı ve tedavi uygulaması sırasında hekim şu ilkeleri dikkate alacaktır:İnsan ve birey olarak ona saygı gösterme, onun ruhsal-bedensel bütünlüğünü tanıma ona bedensel, ruhsal, toplumsal yönlerden zarar vermeme; hastayla olan ilişkisinin belli başlı her aşamasında onun onamını(rızasını) alma; onunla ilgili bilgileri saklı tutma (gizlilik ilkesi). Kişinin kendi isteği dışındaki "olağan" toplumsal gerekçelerle yapılan kızlık zarı incelemesi sırasında bu ilkelerin hepsi çiğnenmektedir.

2)Kızlık zarı ya da himen, bir patoloji durumu ya da "hastalığı" bulunmayan bir anatomik yapıdır. Dolayısıyla, insanın yapısı ile ilgili olan ve en başta anatomi alanındaki ders kitapları ve bilimsel yayınlarının dışında başka tıp yapıtlarında ondan söz edildiğine pek rastlanmamaktadır. Bu saptamanın ancak dolaylı bir iki ayrık(istisna) durumu vardır:zarın doğuştan kapalı olduğu durumlarda ilk adet görme sırasında onun cerrahi yolla açılması zorunluluğu; ilerleyen plastik cerrahi teknikleri aracılığıyla, kız çocuklarında dış idrar yolunun (üretra'nın) eksikliğinde zarın onun yapımı için (ve belki benzeri cerrahi uygulamalar amacıyla) kullanılması. Böylece, klinik tıbbın genelinde bir "himen sorunu" ve konusu yok gibidir.

3)Buna bağlı olarak, konumuzun bağlamında hekime gelen, daha doğrusu getirilen genç kız ya da daha ileri yaştaki kadın, klinik (ve temel tıp) uygulamaları açısından, sözcüğün olağan kullanımlarındaki anlamında bir "hasta" ya da "vaka" değildir. Dolayısıyla, onlarla ilgili olarak tedavi amacına yönelik bir tanı çabası, bir "tıbbi muayene" söz konusu olamaz. Konumuzun başlığında da belirtildiği gibi burada bir "inceleme" vardır. Bu inceleme, ilgili durumların çoğunda ancak sözde bir hukuksallığı, gerçekte ise kişilerle ilgili "toplumsal" bir saptama amacını taşımaktadır. Böylece, bir ya da birkaç sağlık sorunu nedeniyle hekimlik uğraşı ve tıbbi etik açıdan hekim için doğrudan bir amaç konumunda olması gereken birey, bu uygulama sırasında onun yönünden toplumun istekleri doğrultusunda bir araç durumuna gelmektedir.

Bu durumun sonucu olarak hekimin kendisi de uğraşındaki temel işlevinden, oradaki temel amacından uzaklaşmakta, tersine bir araç konumuna gelmektedir. Burada, bir halk sağlığı yaklaşımının ışığında örneğin bir takım salgın hastalık durumlarında olduğu gibi, hastanın dışındaki toplumun korunmasına benzer bir sağlık gerekçesi de kuşkusuz söz konusu olamaz; yeter ki toplum ya da onun sözde temsilcileri, "kadınların bekaret durumunu" denetlemek için "kendilerini" ve kadınların "namusunu" çağdışı ahlaki gerekçelerle korumaya kalkmasın.

4)Hukuk açısından ise gerek genel olarak, gerekse ülkemizdeki yasal düzenlemelerin ışığında konumuzla ilgili olarak şu temel noktaların üzerinde durulabilir. Ülkemizin (ve olasılıkla daha başka ülkelerin) yasal düzenlemelerinde kişinin "beden bütünlüğünden" söz edilmekte, görünüşe göre onun ruhsal yönü, yargıç ve savcı gibi hukuk uygulayıcıları tarafından ancak "yeri geldiğinde dikkate alınmaktadır". Tıp etkinliğine gelince, onun genelinde olduğu gibi klinik hekimlik açısından da birey, ruhsal ve bedensel yönleri büyük etkileşim içinde olan "psikosomatik" bir bütündür. Daha geniş bir açıdan ve toplumsal düzeyde görüldüklerinde ise bireyler, tıp etkinliği yönünden "psikobiyososyal" birer varlıktırlar. Yalnız bilimsel-teknik bir yönden bakıldığında hekimlerin hastaları üzerinde uyguladıkları işlemlerin kapsamı böyle geniş bir açıdan görülemeyecektir. Ancak hasta-hekim ilişkisinin genel olarak insanlar arasındaki ilişkilerin oldukça özel bir altkümesi olduğu düşünülürse, bu son noktanın konumuz bağlamındaki önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Ülkemizdeki yasal düzenlemeler açısından, "kızlık zarı incelemesinin" hukuksal olarak geçerli olduğu ya da gerçekleştirilebileceği durumlar gerçekte yapılanlara göre çok sınırlıdır. Irza tecavüz, alıkoyma gibi durumlarla ilgili adli başvuruların dışında hekimlerin bu incelemeyi yapma konusunda yasal hiçbir yükümlülükleri yoktur. Tersine, onu yapmama zorunlulukları bulunmaktadır. Çünkü yasanın gerektirdiği durumlarda savcı ve yargıçlarca istenecek incelemelerin dışındaki (ailenin bir üyesi, okul yöneticisi, polis gibi ve başkaca) kişilerden gelen başvurulara uyarak bu incelemeyi yapmak, yasal açıdan bir suç oluşturmaktadır-yasal gerekçesi ya da dayanağı bulunmayan eylemler, bu arada hekimin bir kızlık zarı incelemesinde bulunması, kişinin beden (ve ruh) bütünlüğüne yönelik bir saldırı olmaktadır. Bu gibi uygulamalarda hekim, yasal yaptırımlarla karşı karşıya kalma durumundadır.

5)Kanımızca yasal durumlarda da etik açısından hekimin, "incelenecek" bireyin kendisi başta olmak üzere ilgili kişilerle, onun aile üyelerinin yanında yargıç ve savcı ile işbirliği yaparak uygulamayı kişinin en az zararına olacak biçimde yapması gerekecektir. Burada, ilk maddede sayılan onam, gizlilik gibi tıbbi etik ilkeler hekimlik uğraşı açısından temel etiksel yol göstericiler olacaktır. Bunların arasında, kendi üzerinde yapılacak girişimlerde bireyin onam vermesinin, öteki ilkelerin de gözetildiği bir ilkeler bütününün merkezinde yer alacağı açık olmalıdır.

6)Söz konusu incelemeyi "hangi hekimin yapacağı" sorusu da konumuzun gündemindedir. Bu soruyu daha açarsak, "hangi uzmanlık dalındaki hekim?", "ne gibi bir konumdaki hekim?", "ne tür yetkisi bulunan hekim?" gibi sorular da sorabiliriz. Görebildiğimiz ölçüde kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, bu alanda kendilerine en çok başvurulan hekimler olmaktadır. Onların yanında adli tıp uzmanları, bunların bulunmadığı yerlerde de genelde hükümet tabipleri devlet görevlilerinin (ve başkalarının) konumuzla ilgili başvurularını dikkate almaktadırlar. Yine gözlemlerimize göre, özellikle akademik yaklaşımdaki adli tıp uzmanları, kanımızca çok yerinde olarak kendilerini bu konuda bilgi ve yaklaşım açısından en yetkili kişiler olarak görmektedirler. Kendilerinden bu incelemenin istendiği kadın hastalıkları - doğum uzmanları ise genelde kendilerinin bu konudaki işlevlerini olağan klinik tıp uygulamalarındakinden değişik görmemektedirler. Her durumda, başta adli tıp uzmanları olmak üzere hekimlerin bu konuda etik açıdan ayrı bir duyarlılık kazanmalarını, bunun için de belki ruh hekimleri ile işbirliği yapmalarını beklemek aşırı bir tutum olmasa gerektir. Ruh hekimlerine bu alanda genel olarak da önemli işler düştüğü, onların ilgili herkesi bu konuda ve tüm toplumu ruhsal yönleri açısından aydınlatabilecekleri kanısındayız.

7)Açıklamaya çalıştığımız gibi, kızlık zarı incelemeleri hekimleri hekim oldukları için ilgilendirmemekte, onlar bu işlem için bilgilerine başvurulan ya da danışılan uzman kişi ya da "bilirkişi" konumunda olmaktadırlar. Ancak yine vurgulanması gerekir ki onların bu konudaki bilirkişilik işlevlerinin yasal geçerliliği sınırlıdır:Onlar, kendilerinden böyle bir işlev beklendiğinde bunun yasal gerekçeleri konusunda kendilerine doyurucu bir açıklama yapılmasını istemek durumundadırlar. Etik açıdan ise hekim ,işlemin ahlaki gerekçelerini verebilme konusunda bireyin yanında kuşkusuz kendisine; deontoloji yönünden de uğraş çevresine karşı sorumludur düşüncesindeyiz.

Bunların ötesinde, kızlık zarı incelemesi konusunda kendilerinin uzmanlık bilgilerine başvurulan hekimlerin karşısına bilimsel açıdan da çok önemli bir sorun çıkmaktadır. Kızlık zarının anatomik biçimi kadından kadına önemli değişiklikler gösterebilmektedir. Bizim konumuz yönünden en önemlisi, onun ilk cinsel birleşmede herhangi bir yırtık olmayacak biçimde erkeklik organının rahatça ya da bir zorlanma olmadan girmesine uygun olabilmesidir. Bu durum, ilk birleşmede, özellikle evlilik durumunda genellikle beklenen kanamanın olmaması sonucunu doğurmaktadır. Kuşkusuz bu özelliğin toplumdan topluma dağılımı da istatistiksel açıdan değişiklikler göstermekte: Ülkemizde yapılan kimi çalışmalara ve gözlemlere göre ise, üçte bir oranına varabilmektedir. Yukarıda dile getirilen öteki kaygılar bir yana, bu konuda yeterince bilgi ve deneyimi olmayan bir hekimin bilirkişi olarak yapacağı saptama ya da varacağı sonuçta ortaya çıkabilecek yanlışların oranı, bilinen anlatımı ile "hata payı" çok önemli "haksız yargılara" yol açabilecektir. İki yönlü olabilecek bu yanlışlıklardan bizi burada en çok ilgilendireni, cinsel ilişkinin olmamasına karşın himenin buna uygun bulunması özelliğine bağlı olarak varılacak yargıların söz konusu olduğu durumlardır.

Bu tür eksik ve yanılgılı "bilimsel saptamalara" dayandırılacak hukuksal kararların, birey (ve çevresi) açısından çok önemli etik, ruhsal, toplumsal sonuçlar doğurabileceğini düşünmemiz gerektiği açıktır.

8)Savcı ve yargıçların gerekli ve yeter yasal gerekçelerle istemde bulundukları kızlık zarı incelemeleri de içinde olmak üzere; ister hukuk adamları, ister kolluk güçleri, isterse bu konudaki kendini "yetkili" gören başkaları olsun, bütün bu ilgililer işlemi başlatan kişi konumundadırlar. Böylece, onların tutumları zaman açısından hekimlerinkine göre öncelik göstermektedir. Konunun hukuk, uğraş etiği ve deontolojisi, genel olarak da toplumsal düzeyde etik açısından tartışılmasında, duyarlılığın geliştirilmesinde, ilgili eğitimin verilmesinde bu durumun göz ardı edilemeyeceği çok açık olmalı. Bütün bu kişilerin insan onuru konusundaki yaklaşımları burada kuşkusuz en başta dikkate alınacak noktadır.

9)Konumuzla ilgili olarak bir yandan ruh bilimsel ve toplumsal açılardan, öte yandan etik, deontoloji ve hukuk açısından düşünülebilecek bütün bu ve benzeri önemli noktaların ışığında, onun şu yönünün de vurgulanması gerekmektedir. Yasal zorunluluklara da dayansa, kendi bedeni üzerinde kızlık zarı incelemesinin yapılacağı bireye, konuyla ilgili herkesin gerekli duyarlılıkla yaklaşması son derece önemlidir. İşleme bağlı olarak ortaya çıkabilecek ruhsal ve toplumsal olumsuz sonuçlar, en başta ancak bu yolla nitelik ve nicelik yönünden en aza indirilebilir. Fiziksel açıdan yumuşak yaklaşım vb. öteki davranışlar bir yana, kişiyi işlemin yasal açıdan "haklılığına" ve gerekliliğine inandırma, onun bireyselliği ve toplumsallığı düşünüldüğünde son derece önemli olmalıdır.

Kanıt saptamada çeşitli adli tıp yöntemlerinin geliştiği, bunun yanında kuşkusuz çağdaş bir etik ve tıbbi etik anlayışının az ya da çok yerleştiği ülkelerde; bu inceleme, her durumda kişinin onamı alınmadan yapılamamaktadır. Bu demektir ki, ilke olarak hekim, adli tıp konusu da olsa kızlık zarı incelemesini kişinin onamı olmazsa yapmayabilir. Bu durumda ise o, ülkesindeki yasal düzenlemelere ters düşebilmekte; ancak kişinin, onun bedeninin dokunulmazlığı, onunla ilgili bilgilerin üçüncü kişilere verilmemesinin gerekliliği gibi yönlerden çağın temel etik ve genel bir anlamda hukuk ilkelerine uymuş olmaktadır.

10)Özellikle bir önceki bölümde yapılan açıklamaların gösterdiği gibi, kızlık zarı incelemesi konusu çağımızda çok ciddi bir insan hakları ve demokrasi sorunudur da. Bireyin onamı olmadan devlet kurumlarında çalışan görevlilerin, konumları ne olursa olsun hekimlerin, toplumun başka üyelerinin, onun kişiliği ve ruh-beden bütünlüğü üzerinde, görünüşteki ahlaki gerekçelerle "tasarruf" hakkında bulunmaları çağımızın toplumsal etik ve temel hukuk anlayışı ile hiç de bağdaşmamaktadır. Tıbbi etikle ilgili olanların yanında genel olarak insan hakları ile ilgili bildirgelere ve benzeri metinlere bir göz atmak, böyle bir saptamanın çok yerinde olduğunu gösterecektir.

11)Konu ya da sorunun genel olarak toplumsal ve insan hakları boyutuna değinmek, bunun yanında onunla ilgili olarak devletin rolünden söz etmek, onun gerçekte uluslararası bir siyasal boyutunun bulunduğunu, en azından bulunabileceğini de belirtmek demektir. Gerçekten de, merkezi Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan İnsan Hakları Gözlemcisi Örgütü (Human Rights Watch), sorunun uluslararası boyutundan yararlanarak Türkiye'deki durumla ilgili otuz sayfayı aşan ayrıntılı bir rapor hazırlamıştır. Örgütün Kadın Hakları Tasarımı çerçevesinde yer alan bu rapor, Haziran 1994 tarihini ve "Bir Güç Sorunu- Türkiye'de Kadın Bekaretinin Devletçe Denetimi" başlığını taşımaktadır. Sorunun değişik kaynaklara dayanılarak işlendiği bu metin, düşünülebileceği gibi ayrı bir çalışmanın konusunu oluşturabilir.

12)Hekimlik uğraşının temel işlevi, insan sağlığının korunması ve hastalanan bireylerin tanı ve iyileştirmelerinin gerçekleştirilmesidir. Hekimlerin yaptıkları, yapmak zorunda olduklarını düşündükleri kızlık zarı incelemeleri, bu işlevin çok dışına düşmektedir. Özellikle genç yaştaki kadınların kendilerini toplumda aşağı görmelerinden, yaşamlarına kıymalarına dek uzanan sonuçlar doğuran bu incelemedeki "bilirkişilik görevlerini"de hekimler dikkatle gözden geçirmek durumundadırlar. Çok önemli bir tıbbi etik sorunu oluşturmasının yanında etik, hukuk, toplumsal, siyasal boyutlarıyla söz konusu inceleme, benzeri tüm boyutlu konularda olduğu gibi toplumun değişik kesimlerince tanınmalıdır. Yine böyle, uygulamada yaşananların anlaşılabilmesi için konuyla ilgili çok yönlü bir eğitime ağırlık verilmesi kaçınılmazdır. Son olarak da belki en önemlisi, konu kuşkusuz toplumun genelinde tüm niteliği ve boyutlarıyla bir sorun olarak görülebilmelidir.