Hekimler ve sağlık çalışanları beyaz önlükleri ve beyaz bayraklarıyla barış istedi

Sağlık çalışanları Güneydoğu’da yaşanan sokağa çıkma yasağı ve yarattığı sağlık hakkı ihlallerine dikkat çekerek barış taleplerini dillendirmek için İstanbul Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve DİSK Dev Sağlık İş’in çağrısıyla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Konferans Salonu önünde bir araya geldi. Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve SES Şişli Şube Başkanı Fadime Kavak’ın kurumları adına yaptıkları konuşmaların ardından hazırlanan ortak basın metnini Dr. Ceren Atasoy okudu.

 

28.12.2015


BASINA VE KAMUOYUNA


Sağlık çalışanları olarak defalarca çağrı yaptık. Savaşın, çatışmanın en acı yüzünü bilen biz sağlıkçılar; gençlerin, çocukların ölü, parçalanmış bedenlerini görmekten çok yorulduk. 

Daha iki ay önce “İnsanlar ölmesin, barış olsun” demek için Ankara’da miting yapmak isteyen insanlar katledilmiş; yaralıların ve onlara yardıma koşan sağlık emekçilerinin üzerlerine biber gazı atılmıştır. Şimdi Güneydoğu’da yaşananlar tüyler ürperticidir. Aylardır tanık olduklarımız vahşet boyutundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yaşanmadığı kadar uzun ve hukuka aykırı sokağa çıkma yasakları ilan edilip üzerine operasyon yapılan, elektriksiz, susuz kalan, açlık tehlikesiyle burun buruna gelen, evleri kurşunlanan, bombalanan, keskin nişancıların hedefi olan hatta yakınlarını yitiren insanlarımızı çok daha büyük tehlikeler beklemektedir. Milletvekillerinin, basının dahi delemediği bu yasaklarla, işlenen insanlık suçları gizlenmektedir. 

Devlet, bu bölgelerdeki öğretmenleri savaş boyutundaki operasyon öncesi hizmet içi eğitim adı altında ilçelerden çıkarırken geride kalan öğrencileri kaderlerine terk etmekle ve sağlık emekçilerini hastanelere hapsetmekle çok tehlikeli bir mesaj vermiştir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri savaş düzenine göre yeniden dizayn edilmektedir. Şimdi de toplumsal hafızanın yok edilmesi amacıyla tarihi eserler tahrip edilmekte, okullar, hastaneler, öğrenci yurtları boşaltılarak şehirler polis karakolları ve askeri karargâhlar haline getirilmektedir. Büyük bir cezaevi haline getiriliyor ülkemiz. 

Yaşanan insan hakkı ihlallerinden sağlık emekçileri de zarar görmektedir. Cizre Devlet Hastanesi’nde olduğu gibi sağlık kurumları hedef haline gelmekte, getirilmekte, silahlı saldırıya uğramaktadır. Hastaneler çatışma bölgelerinde özel harekat polisleri tarafından birer karargah gibi kullanılmaktadır. Hastanelerden dışarıya ateş açılmakta, dışarıdan da hastanelere ateş edilmekte, roketli saldırılar olmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok uluslar arası sözleşme her türlü savaş ve çatışma koşullarında hastanelerin korunmasını emrederken bugün hastaneler bırakın korunmayı birer çatışma mekanı haline dönüştürülmüştür. Hastanelerin kapısında ambulans yerine TOMA’lar, akrepler beklemekte, hastanelere, ambulanslara kurşun sıkılmaktadır. Özellikle çatışma bölgelerindeki sağlık emekçileri yaşadıkları çaresizlik nedeniyle, bu bölgelerden ayrılmaya çalışmakta, en sonunda istifayı bile düşünmektedirler. Böylesi koşullar nedeniyle yurttaşlar sağlık hizmetine erişememekte, bebeklerin aşıları yapılamamakta, kadınlar evlerde doğum yapmakta, eczaneler açılamamaktadır. Sağlık çalışanları can güvenliği olmayan koşullarda yurttaşların sağlığı için çabalamaktadırlar. 

Yaşanan bunca sorun için bir kez bile konuşmayan Sağlık Bakanı, şimdi de müjde verir gibi çatışma alanlarındaki sağlık emekçilerinin bir hafta boyunca sağlık kurumlarından ayrılmayacaklarını, hastanede yatıp kalkacaklarını ilan etmektedir. 

Bu uygulama açık savaş halinde istisnai olarak başvurulabilecek bir durumdur. AKP sağlık emekçilerine bu çalışmayı dayatarak açıkçası bir savaş yürüttüğünü de itiraf etmiş durumdadır. Bu halde Türkiye’nin savaş hukukunu düzenleyen Cenevre sözleşmelerinden 12 Ağustos 1949 tarihli sağlık ve emniyet mıntıkaları ve mahallerine müteallik anlaşma projesine uyma yükümlülüğünü hatırlatmak isteriz. Bu sözleşmeye göre sağlık mıntıkalarına hiçbir şekilde silahlı güçlerin girmemesi gerekmektedir. Hastanelerin polis ve asker ablukasına alınıp halkın sağlık hakkının engellenmesi açık bir sözleşme ihlalidir. Sağlık merkezinin bulunduğu ilçede ikamet eden sağlık emekçilerine sağlık merkezlerine gidiş-geliş konusunda hiçbir engel çıkartılmaması ve çalışmalarının kolaylaştırılması gerekirken, sağlık emekçilerinin sağlık merkezlerine hapsedilmesi ağır bir hukuk ihlalidir. Sendikalarımız ve Türk Tabipleri Birliği özellikle bu uygulamanın yarattığı ve yaratacağı sakıncaları yerinde gözlemlemek için Dünya Sağlık Örgütü’nü ve Uluslararası Kızılhaç’ı Türkiye’ye davet edecektir.

Yaşam hakkı, sağlık hakkı en temel insan haklarındandır. Sağlık çalışanları olarak biliyoruz ki çocuklar başta olmak üzere, tüm bölge halkında yaratılan şiddetli psikolojik travma, tedavisi çok güç, uzun yıllar etkisinin silinmesi mümkün olmayacak sonuçlar yaratmaktadır. Hayatını kaybedenlerin yakınları yasını bile yaşayamamaktadır.

Soruyoruz: 
Yarattığınız bu çatışma ortamında sağlık hizmeti alamadığı için ölen yurttaşlar umrunuzda mı? Bölgeden yaşanan göçlerle ilçelerin, kentlerin insansızlaşması, kentlerimizin Gazze’yi, Halep’i andıran görünüme bürünmesi nasıl bir geleceğe işaret etmektedir? Görevlendirdiğiniz sağlık çalışanlarının ateş altında bırakılmaları, ölüm tehlikesi altında çalışmaları sizi ilgilendirmiyor mu? Onlar yaralanır, hayatını kaybederse sorumluluğunun altından nasıl kalkacaksınız?

Bir kez daha sesleniyoruz:

Yeni bir Dr. Abdullah Biroğul, Hemşire Eyüp Ergen, ambulans şoförü Seyhmuz Dursun vakası istemiyoruz. 

Çatışmalar son bulsun, silahlar değil insanlar konuşsun.

Sağlık kurumları askeri amaçlarla kullanılmasın, çatışma mekanı olmaktan çıkarılsın. Sağlık kurumları ve sağlık çalışanlarına yönelik tüm saldırılar dursun. 

Yurttaşların sağlık hizmeti almasına engel olan tüm uygulamalar kaldırılsın. 

Reçetemizdeki en etkin ilaç barıştır.

Sağlık çalışanları olarak diyoruz ki; 

Savaşın yıkıcılığından vazgeçmek ve yeniden barışı tahayyül edebilmek için silahlar hemen susmalıdır.  Bu coğrafyada, bu topraklarda yaşayan insanlar sorunlarını, kana bulamadan, saldırmadan, demokratik yollarla çözmeyi başarabilirler. 

Toplumdaki bu savaş rüzgarına teslim olmayıp, yanımızdakilerle bir arada yan yana sağlamca durarak savaşa karşı durma zamanıdır. 

Cizre’de yaşamını yitirenler için Karadeniz’de, Karadeniz’den Ege’den yaşamını yitirenler için Diyarbakır’da ağlamadan, insanlığın kadim tarihince devam eden kutsallara saygı göstermeden, kayıplara duyulan yası ortaklaştırmadan, kendi haklılığımızı anlatma ısrarından vazgeçip ötekini dinlemeden, bu ülkenin her yakasında yaşayan insanlar birlikte yaşamak için kararlılıkla hep beraber barış güvercinleri uçurmadan hiçbirimiz güvende değiliz. 

Savaş insanın geçmişiyle ve geleceğiyle; en temelde kendisiyle olan ilişkisini değiştirir. Benliğini üzerine kurduğu temelleri etkiler-sarsar. Savaş direk maruz kalınmaksızın da içsel dünyalara yansır. Bu yüzden BARIŞ sadece çatışmaya maruz kalma ihtimali olanlar için değil her birimiz için temel bir gereksinimdir. Mutlu olabilmek için, hayattan alınabilecek tadı alabilmek için elzemdir. 

BARIŞ elbette en önce ölümlerin durması için lazımdır. Ancak orada bitmez; 

BU GÜZEL ÜLKENİN, BU KADİM TOPRAKLARIN HER BİR YANINDA YAŞAYAN TÜM İNSANLAR İÇİN, GELECEĞE DAİR HAYALLER KURABİLMEK, UMUT VE MUTLULUK ÜRETEBİLMEK İÇİN BARIŞ VAZGEÇİLMEZİMİZDİR.

Sağlık emekçileri olarak; hastanelerimizi özel harekatçı üslerine çeviren, normal bir biçimde çalışma hakkımızı yok sayan, bizleri öldüren ve tehdit eden, halkın sağlık hakkını, yaşam hakkını, beslenme ve temiz suya erişim hakkını ihlal eden AKP’nin savaş politikalarına karşı çıkacağımız ve barışta ısrarcı olacağımız bilinmelidir.


İstanbul Tabip Odası
SES İstanbul Şubeleri
Devrimci Sağlık İş