Gecenin derin sessizliği üzerimdeyken, çalışma odamın penceresinden caddenin derinliğine doğru bakıyorum. Şehir derin uykuda. Sokak lambaları ve köpek havlamalarının dışında sakin. Sımsıcak odamdan yazıyorum bu mektubu. Yıllardır mektup yazmadım. En son iki yıl önce bir edebiyat dergisinin editörünün benden yazı istemesine rağmen gönderdiğim yazıyı gerekçesiz yayınlamadığı için yazmıştım ona sitem dolu dokunaklı bir mektup. Ortaokul yıllarım eski bir Köy Enstitüsü olan Antalya/Aksu Öğretmen Lisesi’nde geçti. Aileme özel günlerde mektuplar, kartpostallar yazardım. O günleri anımsadım. Eskiden mektup önemli bir haberleşme aracıydı. Artık teknoloji toplumu olduk. Mektubun yerini Whatsapp, Twitter, e-posta aldı. Tek tuşla her şey bir anda yok oluyor. Hızla yazıyor, hızla tüketiyoruz. Yazdıklarımızın yerinde bir süre sonra bulutlar esiyor. Gerçi şimdi buluta yüklemek diye bir saklama-yedekleme yöntemi gelişti. Ama olsun internetin insani olmayan soğuk yüzü, her cümlenin her kelimenin farklı okumalara açık olması gibi nedenlerden dolayı kağıdın, dostluğun sıcaklığını hissetmenin tadı, lezzeti farklıdır.
Edebiyat dünyasında mahpushane mektupları özel bir öneme sahip. Nâzım Hikmet’in 1940-50 Bursa Cezaevi’nden yazdığı 242 mektup “Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar” adıyla kitaplaştırıldı. Bu mektuplar döneme tanıklık eden insan sıcaklığıyla yazılmış mektuplar. İçerde tek parti, dışarda dünya savaşının olduğu zor yıllardı. Yine yaşamını devrimci mücadeleye adamış Rosa Luxemburg’un “Hapishane Mektupları” büyük bir ustalıkla yazılmış şaheserdir. 2700’den fazla yazdığı her mektubunu devrime olan inancıyla sonlandırır. Bir mektubunda “...görev başındayken, ya bir sokak çarpışmasında ya da zindanda” öleceğini yazar. Ölümü de mücadelesi gibi sıra dışı olur. Yine, faşist Mussolini tarafından ömür boyu hücre cezasına çarptırılan Gramsci’nin “Çocuklarıma Mektuplar”da çocuklarına “kararlı, cesaretli, güçlü ve sağlıklı olmaları için dinlenme ve iştahla yemek yemeleri” öğütlerinde bulunur. Her şeyin sıkı sıkıya birbirine bağlı ve bütün olduğunu, bütünün bir tek parçası eksik ya da bütünü bozuyorsa, özün de bozulduğundan bahseder. Sevgili Şeyhmus sen de mektubunda içerde ve dışarda fark etmeksizin yüreğinin her daim demokrasi, laiklik, eşitlik, hürriyet, adalet ve aydınlık yarınlarda, hakikat yolunda atmaya devam edeceğini yazmışsın. O yüreğe katılmamak mümkün mü? Bu değerler manzumesi bir bütünün parçaları gibidir. Adalet olmadan eşitlikten, barış olmadan demokrasiden bahsetmek mümkün mü? İçerde ve dışarda umudumuz, yüreğimiz aynı atmadan mücadeleyi özgürleştirmek mümkün mü? Umut olduğu sürece yaşam vardır.
Kâğıdın, dostluğun sıcaklığını hissetmen için yazdım bu mektubu. Kalıcı olsun istedim. İlk kez yüz yüze kasım ayında yaptığımız toplantıda tanıdım seni. 3 gün aynı havayı soluduk. Aynı otelde kaldık, aynı toplantı salonunda bulunduk. İki akşam, diğer arkadaşlarla birlikte sohbetler ettik. Daha önce ismen tanıyordum ama hiç sohbetimiz olmamıştı. Merkez Konseyi sürecinde gözaltı anılarını paylaştın ironik bir dille. Dalga geçiyordun yaşadıklarınla. Kendinden çok, ilk kez gözaltına alınan konseydeki arkadaşlarına üzülüyordun. Bir hikâyeden diğerine geçiyordun kendi üslubunla. Kürtler sanki hikaye anlatmak için gelmişti şu hayata. Hikaye anlata anlata hikaye olmuştu yaşamları. Her halinde kalbi ağrıyan coğrafyanın izleri, mayanda haksızlığa, acılara, umutsuzluğa direngen bir yaşam öyküsü olduğu belliydi.
Ne yalan söyleyeyim bilmiyordum yaşam öykünü, dünya tatlısı kızlarını, eşini, özel yaşantını, avukat eşinin Demirtaş’ın kardeşi olduğunu… Yaşam hakkı, insan hakları mücadelesi için verdiğin çabaları, iyi hekimlik sürecinden, TTB Merkez Konseyi üyeliği sürecinden haberdardım. TTB seçimleri sürecinde aynı listede, aynı kurulda olmamıza rağmen tanışmıyorduk yüz yüze. Bir kelam sohbetimiz yoktu. Soruşturduğumda “İyi çocuktur”, “Doğunun batıya açılan gülen yüzüdür” şeklinde olumlu referanslar almıştım. Bilmiyordum olumsuzluklar içinde bitirdiğin ilkokulu. Nusaybin Yatılı Bölge Okulu’na gidişini. 1980 sonrası batıda Kocaeli, Manisa, İzmir gibi illerde mevsimlik işçi olarak pamuk tarlalarında çalıştığını, her yoksul büyüyen çocuk gibi simit sattığını. Fırat Üniversitesi’ni bitirip genç bir hekim olarak Diyarbakır’a yerleşmeni.
“Coğrafya kaderdir” derler. Murat Özyaşar “Diyarbakır’da Yaşamak” adlı öyküsünde anlatır kadim şehir Diyarbakır’ı. “Diyarbakır’da yaşamak, sabah sabah Ortadoğu’yu, akşam akşam yine Ortadoğu’yu düşünmektir. Diyarbakır’da yaşamak, bazen yaşamamayı öğrenmektir. Aslında sadece bunu demeliyim galiba: İçinde devletin ve isyanın geçtiği uzun cümledir Diyarbakır” der. “Vurun ulan vurun ben kolay ölmem”, “Bir ben kaldım, ortasında kavganın, bir de karanfil yürekli çocuklar” diyen şair Ahmet Arif’in, “Her köşe başında kimlik soruyorlar benden, açıp yaramı gösteriyorum” diyen Hicri İzgören’in, “Çünkü acısına seyirci ister hayat” diyen Kemal Varol’un, “sırrına surlarını fısıldayan” Şeyhmus Diken’in şehridir Diyarbakır. Şeyhmus Diken’in kardeşi genç yaşta aramızdan ayrılan İlhan abiyi (Dr. İlhan Diken) tanırdım. Sanırım 2010 yılıydı. Diyarbakır’da katıldığım bir yerel yönetimler sempozyumu sonrası tüm insani sıcaklığıyla misafir etmişti bizleri.
***
20 Kasım sabahı uyandığımızda 8.30 sularında Verda’dan aldık gözaltı haberini. TTB’yi hedefe koyduklarını biliyordum. Ama bu kadar erken olacağını açıkçası tahmin etmemiştim. Gün boyu umut verici bir haber için bekledik. 21 Kasım’da ifadeni almaya başladıklarını, 23 Kasım’da da tutuklama talebiyle mahkemeye başvurduklarını ve ne yazık ki somut delillere dayanmayan gizli tanık ifadesiyle katılmadığını söylediğin yasal bir platformun toplantısına katıldığın iddiasıyla tutuklandığını öğrendik. AİHM, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi kararları gizli tanık beyanlarının delil teşkil etmediğine dair kararları olmasına rağmen. Tutuklamanın bir tedbir olduğu, delilleri karartma, kaçma ve kuvvetli suç şüphesi olmadan tutuklama olamayacağı yazar ceza kanunumuzda. Ama tutuklama uygulamada tedbir olmaktan çoktan çıktı. Bir cezalandırma, burun sürtme, devletin gücünü gösterme aracına dönüştü. Bir toplumda hukuk çürümüş ise o toplum, adalete olan güvenini çoktan kaybeder. Adaletsizlik toplum vicdanında derin yaralar açar.
Bizler masumiyetini inanıyoruz. Bir de siyasi otoriteye anlatalım dedik. Merkez Konseyi’nin yaptığı açıklamanın yanında biz de bir metin hazırlayıp basınla paylaştık. Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na yüz yüze görüşme talebi içeren mektuplar gönderildi. TTB’nin web sayfasında bir Şeyhmus Gökalp köşesi hazırlandı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ortak açıklama yaptı. DTB (Dünya Tabipler Birliği) ve AHDK (Avrupa Hekimler Daimi Komitesi) Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’na bir mektup kaleme aldı. Dayanışma adına yapılanlar elbette önemliydi. Umudumuz seni tekrar aramızda görmekti. Şu ana kadar yetkili ve etkili devlet büyüklerimizden olumlu bir adım göremedik.
Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nden gönderdiğin sevgi, saygı ve selamlarını ileten mektubunu aldık sevgili Şeyhmus. Seve seve ifade vermeye gitmek varken bir şafak vakti evinin basılarak gözaltına alındığından bahsetmişsin mektubunda. Bende Angela Davis’in “Eğer Şafakta Gelirlerse” kitabını hatırlattı. Angela Davis yaşamı özgürlük mücadelesi içinde geçmiş 80’ine merdiven dayayan bir akademisyen. Felsefe profesörü. 1980-84 ABD seçimlerinde, Komünist Parti başkan adayı oldu. ‘68 kuşağından. 1967’de Komünist Parti üyesi olarak ırkçılık karşıtı mücadelenin bayraktarlığını yaptı. Martın Luther King’in öldürülmesinden sonra Kara Panter Partisi eylemlerine girişti. Senin mahpusluğunu, yapılan adaletsizliği, itibarsızlığı, üzerimize çullanan karanlığı düşününce ister istemez aynı sözler döküldü dilimden.
Hala şafakta geliyorlar sevgili Şeyhmus.
Edebiyatın özü şiirdir der ismini anımsayamadığım bir yazar. Hepimiz şiirden geldik şiire gideceğiz. Ne güzel söylemiş hemşerin Diyarbakır doğumlu Cahit Sıtkı Tarancı:
“Bir yanda Anadolu bir yanda Rumeli'dir
Hepsi bizden yolcusu olsun hancısı olsun
Efkar ettiğimiz şey memleketin halidir
Sanmam hemşerim sanmam bundan acısı olsun.”
Arkadaşların sevgi ve selamlarını iletirim.
Dostça, arkadaşça, yoldaşça…
12 Aralık 2020
Dr. Ö. Özkan ÖZDEMİR
TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi (2020-2022)