Savaş, ekonomik kriz, deprem, salgın hastalık gibi olağandışı durumlar kısa sürede çok sayıda insanı etkileyen, acil müdahale gerektiren ve ülke kaynaklarının yetersiz kaldığı dönemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel olarak çok bilinen dünya savaşları, doğal / endüstriyel felaketler ve çiçek, veba, kolera, grip pandemileri gibi salgın hastalıklar göstermiştir ki; bu tür dönemlerde başta yaşam hakkı olmak üzere sağlık, beslenme, barınma, çalışma, eğitim, ulaşım gibi temel insan haklarına ilişkin hak kayıpları olağan dönemlerle karşılaştırılamayacak ölçüde artmaktadır. Egemen sömürü mekanizmasına uygun olarak olağan dönemlere göre planlanan kaynakların yetersizleştiği, toplumsal ve sınıfsal her tür eşitsizliğin derinleştiği bu dönemler, doğa ve insanlık için vahim sonuçlara yol açmaktadır. Erişkin nüfusun büyük bölümünün kitleler halinde karşı karşıya kaldığı sorunlardan en çok etkilenen toplum kesimleri ise yoksullar, mülteciler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar gibi örselenebilir gruplar olmaktadır. Bu tür olağandışı durumlarda ortaya çıkan sorunlar ve alınan önlemler, olağan dönemlerde de varlığını sürdüren toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunları da katmerleştirmekte; başta kadına yönelik şiddet olmak üzere kadın bedeni, emeği ve sağlığı üzerindeki bir dizi baskı ve sömürü politikasını yeniden üreten bir etkene dönüşmektedir. Nitekim son günlerde dünyayı kasıp kavuran COVID-19 pandemisi de, salgın hastalıkların kadın sağlığı açısından ne anlam taşıdığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
COVID-19 pandemisinin kadın sağlığına etkilerini ve pandemiyle mücadeleye ilişkin uygulamaların sonuçlarını, kadın sağlık çalışanları ve kadınların sağlık hizmetlerine erişimi üzerinden değerlendirmek olanaklıdır.
Pandemiyle mücadelede doğal olarak sağlık çalışanları ön safta görev yapmakta ve sağlık alanının %70’inden fazlasını da kadınlar oluşturmaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de pandemiyle birlikte pek çok alanda esnek ve/veya evden çalışma, ücretli/ücretsiz izin, işten çıkarma gibi uygulamalar devreye girmişken özellikle kamu sağlık alanında tüm izinler iptal edilmiş ve yoğun çalışma temposuna girilmiştir. Sağlık hizmeti bir ekip çalışmasıdır ve ekipte yer alan hekim, diş hekimi, eczacı, psikolog, hemşire, ebe, ambulans görevlisi, sağlık teknisyeni, laborant, temizlik görevlisi, sekreter….. gibi çok sayıda meslek grubundan yüz binlerce kadın sağlık çalışanı, triajdan filiasyona, tanıdan tedaviye sağlık hizmetinin bütün süreçlerinde her an hastalık riskiyle burun buruna görevlerini sürdürmektedir.
Epidemiyoloji biliminin gerekleri doğrultusunda kişisel koruyucu donanımla çalışmak zorunludur; bu donanımların sağlanması çalışanların sağlığının korunması, yaşamlarının mesleki nedenlerle riske atılmaması ve görevlerini güvenle yerine getirmelerinin vazgeçilmez önkoşuludur. Hal böyleyken, kişisel koruyucu donanımların yetersizliği ve sürekliliğinin sağlanmasındaki sorunlar pandeminin başlangıcından beri en temel sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Söz konusu ekipmanların çeşitliliği, ağırlığı, özenli hijyenik kullanım ve çalışma ortamına göre sürekli değişim gerektirmesi kadın çalışanların bedensel ve ruhsal sağlığını olumsuz etkilemekte, aşırı yorgunluk yaratmakta, saatler süren nöbetlerde idrar çıkarma-dışkılama gereksinimini azaltmak amacıyla gıda ve sıvı tüketiminde kısıtlamaya gitme gibi sağlık için riskli davranışlara yol açmaktadır.
Kadın sağlık çalışanlarının bulaş riskine karşı alınan önlemler çerçevesinde haftalardır evlerinden, ailelerinden ayrı yaşamak zorunda kalmaları, yakınları adına koruyucu ve gerekli bir uygulama olmakla birlikte, yaşam alışkanlıklarının altüst olması yanı sıra çocuklarından, eşlerinden, ana-babalarından uzakta olmanın ruhsal yükünü de beraberinde getirmektedir. Ayrıca tek ebeyen olan sağlık çalışanlarının çocuklarını koruyarak bakabilmelerini sağlayan ücretli izine ayrılmaları gibi düzenlemeler yapılmamıştır.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, konuyla ilgili bir yasal düzenlemenin pandemi sırasında yürürlüğe girmiş olmasına karşın sürmektedir ve şiddete uğrayanların çoğu her zamanki gibi kadın sağlık çalışanlarıdır. Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan haberler, yurdun çeşitli yerlerinde klinik ve hatta yoğun bakım ortamlarında kadın hekimlerin yaşadığı fiziksel şiddetin göstergeleridir. Hasta yakınlarından kaynaklanan şiddetin yanı sıra, devlet bürokrasisinin en üst kademelerinde görev yapan erkek yöneticiler tarafından sağlık çalışanlarına yönelik hakaret ve aşağılayıcı söylemler ve bu söylemlerin cezasızlıkla sonuçlanması ise eril zihniyetin talihsiz bir ürünü olarak hafızalardaki yerini almıştır.
Ülkemizde yaşanan bir başka temel sorun, Sağlık Bakanlığı tarafından her gün açıklanan salgın hastalık verileri içinde kaç sağlık çalışanın hastalandığına, hastalık nedeniyle yaşamını yitirdiğine ya da iyileştiğine, bunların kaçının kadın sağlık çalışanı olduğuna ilişkin bilgilerin şeffaflıkla hala açıklanmamış olmasıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşamın her alanında hüküm sürdüğü bu ortamda, kadın sağlık çalışanlarının görünmezliği salgın sürecinde de kendini göstermektedir.
Kadınların sağlık hizmetlerine erişimde yaşadığı sorunlar COVID-19 pandemi sürecinde artmıştır. Pandemiyle mücadelede, hastalığın yayılmasını engellemek için hijyen kurallarına uyulması, sosyal izolasyon ve fiziksel mesafenin sağlanması öncelikli koruyucu önlem olarak bilinmektedir. Salgının başlangıcından bugüne tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de uygulamaya geçirilen “evde kal” uygulaması sosyal izolasyonun en etkili yöntemi olarak kabul edilmektedir. Ancak biz kadınlar olarak biliyoruz ki “evde kalmak”, çoklu anlamlar taşıyan bir süreçtir; bir sınıfsal sorun olduğu kadar cinsiyet eşitsizliği sorunudur aynı zamanda. “Evde kalmak”, toplumsal cinsiyet rolleri doğrultusunda tüm bakım, temizlik, beslenme işlerinin kadınların omzuna yüklenmesi, salgınla birlikte artan hane içi emeğin görünmez kılınması, yaşanan işsizlik ortamında ilk önce işten çıkarılmak, gelir güvencesinden yoksunluk, erkek şiddetiyle daha fazla karşı karşıya kalmak, şiddet uygulayan erkekle aynı evde yaşamak zorunda olmak, şiddete uğradığını duyurma ve şiddet ortamından uzaklaşma olanaklarından yararlanamamak, kız çocuklarına yönelik cinsel saldırı ve tecavüz suçlarının artması demektir.
Bu ortamda sosyal güvenceden ve nitelikli bir sağlık hizmeti alabilecek gelirden yoksunluk nedeniyle kadınlar, gereksindikleri sağlık hizmetine erişimde çok büyük güçlüklerle karşılaşmakta, sağlık hakkını kullanamamaktadır. Gerek virüs bulaşma riski gerekse sağlık kuruluşlarının virüsle mücadeleye öncelik vermeleri, başta şiddete maruz kalanlar olmak üzere kadınların en temel sağlık hizmetlerine ulaşmalarını engellemektedir. Bir halk sağlığı sorunu olan kadına yönelik şiddetin belgelenmesinin ve şiddetin yarattığı sağlık sorunlarının tedavisinin ancak hekimler tarafından yapılabileceği göz önüne alındığında kadına yönelik şiddet açısından pandemi koşullarının yaşamsal riskleri ortaya çıkmaktadır.
Özellikle kadın sağlığının korunması ve sağlık gereksinimlerinin karşılanması açısından belirleyici önem taşıyan birinci basamak sağlık kurumlarında pandemi nedeniyle ortaya çıkan yoğunluk, kadın sağlığı hizmetlerinin yürütülmesinde aksamaya neden olmaktadır. Bu bağlamda kadının bedensel ve ruhsal sağlığına ilişkin sorunların çözümü için tedavi edici hizmetler yanı sıra aile planlaması, güvenli gebelik, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım ve izlem, ana-çocuk sağlığı hizmetleri, kronik hastalıkların izlemi, menapoz dönemi sağlık sorunları gibi temel hizmetlerin sürdürülmesinde güçlükler yaşanmaktadır. Aile planlaması hizmetlerine erişimde karşılaşılan ve son yıllarda giderek artan olumsuzluklar, pandemi günlerinde de kadınların en önemli sorunlarının başında gelmekte, istenmeyen gebelikler için kullanılan düşük haplarına erişim ve kürtaj hakkı çeşitli gerekçeler engellenmektedir.
Sonuç olarak, COVID-19 pandemisinde sağlık sektörünün büyük çoğunluğunu oluşturan kadın sağlık çalışanlarının ve toplumun yarısını oluşturan kadınların en temel hakları olan yaşama, sağlık ve çalışma haklarının güvenceye kavuşturulması için;
Kadın sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve süreleri iş yoğunluğu ve toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek iyileştirilmelidir.
Kadın sağlık çalışanlarının hastalık riskine karşı gerekli önlemler alınmalı, kişisel koruyucu donanımların sürekliliği sağlanmalı, sık aralıklarla tekrarlanan testlerle yapılarak bulaş olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalı ve etkin filiasyon yapılarak yakınlarının risk altında olup olmadığı belirlenmelidir.
Salgın hastalık verileri, kadın sağlık çalışanları ve kadınlar dikkate alınarak toplumsal cinsiyet perspektifiyle şeffaf olarak açıklanmalıdır.
Kadın sağlık çalışanlarının hastalanması ve yaşamını yitirmesi halinde meslek hastalığı prosedürleri uygulanmalıdır.
Pandemi dönemine ilişkin politikalar acilen toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek yeniden düzenlenmeli, süresi öngörülemeyen salgında bulaşmayı azaltmak üzere başvurulan yöntemlerin cinsiyetçi ve eşitsiz biçimde uygulanması engellenmelidir.
Kadınların, koruyucu ve tedavi sağlık hizmetlerine, kadına yönelik şiddet ve kız çocuklarına yönelik cinsel suçlarda adli hizmetlere erişimleri önündeki tüm engeller kaldırılmalı, bu çerçevede ilgili kurumsal ve hukuksal düzenlemeler yapılmalıdır.
Kürtaj hakkının suistimale uğramaması için gereken önlemler alınmalı, yapılacak geç dönem kürtajlar acil bakım çerçevesinde değerlendirilmeli, düşük hapları reçete edilebilmelidir.
Kadın sağlığı, korunacak ve geliştirilecek bir hak ve bir değerdir.
Kadın dayanışması pandemi günlerinde de yaşatır.
Cinsiyet körü bilim ve sağlık politikalarına hayır.
DİSK Kadın Komisyonu - KESK Kadın Meclisi - TMMOB Kadın Çalışma Grubu - TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu