Dünya kadınlarının isyan ve direniş günü olan bir 8 Mart’a daha giderken, 2021 yılı ülkemizde kadın haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine saldırılar ile anılacaktır. Kadına yönelik şiddete karşı hukuki bir barikat oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nden, toplumdaki tüm itirazlara rağmen Cumhurbaşkanı Kararı ile çıkılmıştır, bunu kabul etmemiz olası değildir. Bu aynı zamanda Türkiye’yi, imzalayıp onayladığı bir uluslararası insan hakları sözleşmesinden çekilen ilk ve tek ülke yapmıştır.

Çekilmenin gerekçesi olarak LGBTİ+’ların gösterilmesi, LGBTİ+’lara yönelik nefret ve ayrımcılığın kurumsallaştığını göstermiştir. Çekilme kararının hukuksuz olması nedeniyle TMMOB, TTB ve KESK’in de bulunduğu çok sayıda kurum ve kişi tarafından iptal talebiyle dava açılmış, ancak yine hukuksuz bir şekilde davalar reddedilmiştir. Bu süreçte ve halen kadınlar ve çocuklar savunmasız-korunmasız bir şekilde her türlü saldırıya maruz kalmakta, hayattan koparılmaktadır. Kadınların toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde, uzun yıllar boyunca çeşitli ve ısrarlı taleplerini dile getirdikleri eylemlerle, elde ettikleri kazanımlara yönelik son hamle; 6. yargı paketi ile gündeme gelmiştir. Nafaka hakkına dair yalan/yanlış söylemler ve çalışmalar gündemdedir. Bu tartışmaları yapanlar kadın yoksulluğunu bildikleri halde kasıtlı bir şekilde görmezden gelmektedir.

Partiyarkal kapitalist ekonominin bir gereği olarak “aileyi” koruma, güçlendirme politikaları, ataerkil sistemin yarattığı toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık ve eşitsizlikler, emekçileri daha fazla sömürmek için kullanılıyor bu durum. Kadın istihdamının esnek, güvencesiz, kayıtdışı ve yarı zamanlı işlerde yoğunlaşmasına sebep oluyor. Kadınlara ilişkin sosyal politika düzenlemeleri hep, “ailenin korunması” ve kadının “annelik” işlevinin yarattığı toplumsal fayda açısından kabul edilebilir “nitelikte” devam etmesini garanti altına alma şeklinde karşımıza çıkıyor.

Türkiye, dünyada kadın işsizlik oranının en yüksek olduğu, istidamın en düşük, kadın yoksulluğunun en fazla olduğu ülkelerden biridir. Kayıtdışı işlerde, güvencesiz ve düşük ücretlerle istihdam ediliyor, aynı işi yaptığımız erkeklerden daha az ücret alıyoruz. Çalışma hayatında ise yönetim kademelerinde yer alamıyor “cam tavana” maruz bırakılıyoruz. Emeğimiz ikincilleşiyor, gelirimiz erkeğin gelirine ek olarak görülüyor. Ev ve bakım işini aksatmamamız için esnek çalışmamız gerekiyor.

Pandemi ile birlikte derinleşen eşitsizliklere eşlik eden yoksulluk toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de pekiştiriyor. Kadınlar daha fazla işsiz kalıyor, iş bulma ümidini kaybediyor. Artan bakım yükleri nedeniyle erkeklere göre işgücünden daha fazla çekilmek zorunda kalıyor. Hâlihazırda kadınların düşük olan işgücüne katılımı salgınla birlikte daha da zorlaştı. Salgın sonrası ise derinleşen ekonomik kriz ve artan işsizlik karşısında geçim sıkıntısı yaşanıyor. Her geçen gün iğneden ipliğe kadar her türlü şeye gelen zamlar ve pahalılık kadınları daha da yoksullaştırıyor. Kadınlar hem ev içi bakım yükleriyle hem de artan pahalılık karşısında yoksulluğu daha derinden yaşıyor. Kadın yoksulluğu artıyor, bakım emeği yükümüz ise artmaya devam ediyor.

Kadın emeğinin sömürülmesi ve bunun yol açtığı yoksullukla beraber kadına yönelik şiddet yaşamın tüm alanlarında derinleşerek sürdürülüyor. Ataerkinin ürettiği şiddet, kadın düşmanı politikalar, cezasızlık ve korumasızlık ile körükleniyor. Kadınlar fiziksel, psikolojik, ekonomik, dijital, cinsel şiddete uğruyor, katlediliyor, “intihar” denilen şüpheli ölümlerle yaşamdan koparılıyor. Kadınlar; işyerlerinde idareciler, korunmasız sokaklarda erkekler, ev içinde baba, koca, sevgili, ağabey, mahkemelerde erkek yargı tarafından giderek artan şiddete maruz kalıyor. Ev, işyeri, hapishane, mahkeme, medya, sağlık kurumu, sokak ve daha sayamadığımız yaşamın birçok alanı kadınlar için şiddeti doğuruyor ya da besliyor. Ataerkinin yarattığı savaşlar da şiddetin en ağır formunu yaşatmasının yanında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmesi ile kadınların savaşa karşı mücadelede yer almasını kaçınılmaz kılıyor. Büyüyen örgütlü kadın mücadelesine ve kadın kazanımlarına yönelik saldırılar, eylem yasakları, gözaltılar, tutuklamalar ile cevap veren iktidar özellikle her 8 Mart’ta sokakları dolduran, işyerlerini mora boyayan kadınların kararlılığı ile karşılaşıyor.  Emek örgütlerindeki kadınlar olarak bu 8 Mart'ta da kadın kazanımlarına dönük saldırıları, kadın yoksulluğunu, savaşı, kadın emeğinin güvencesizleştirilmesini ve görülmemesini kabul etmiyor, tüm kadınları aşağıdaki talepleri gerçekleştirmek için sesleri ile alanları inletmeye, işyerlerini isyanımızın rengi mora boyamaya çağırıyoruz.

  • Çalışma hayatında kadına yönelik her türlü ayrımcılık terk edilmeli, güvenceli ve insan onuruna yaraşır işler yaratılmalıdır.
  • İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
  • Salgın ve yoksulluk ile artan kadın işsizliğini azaltacak istihdam politikaları hızla hayata geçirilmelidir.
  • Çalışma hayatında kadına yönelik her türlü ayrımcılık terk edilmeli, kadın istihdamında tek seçenekmiş gibi sunulan esnek-güvencesiz ve kayıtdışı çalıştırmaya son verilmeli, güvenceli iş, güvenli yaşam koşulları sağlanmalıdır.
  • ILO 190 iş yaşamında şiddet ve taciz sözleşmesi onaylanmalıdır.
  • Medeni Yasa değişikliği ve nafaka hakkının gaspına yönelik yasa tasarısı geri çekilmelidir.
  • Kadınlar regl döneminde en az iki gün ücretli izinli sayılmalıdır.
  • Yetki ve karar mekanizmalarında eşit temsiliyetin hayata geçirilmesi sağlanmalıdır.
  • 8 Mart kadınlar için ücretli izin günü sayılmalıdır.

 

DİSK Kadın Komisyonu

KESK Kadın Meclisi

TMMOB Kadın Çalışma Grubu

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu