İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu ağır yıkım ve tahribatın ardından, benzeri acıların bir daha asla yaşanmadığı ve barışın egemen olduğu bir uluslararası düzen kurmak amacıyla daha savaş sürerken başlayan tartışmalar savaşın hemen akabinde sonuç vermiş ve 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Kuruluş Antlaşması imzalanmıştır.   

Antlaşmanın “Giriş” bölümünde insan hakları kavramına yer verilmiş ve barışın korunmasında insan haklarının önemine vurgu yapılmıştır. Antlaşmanın 55. maddesinin C fıkrasında ise BM’nin kendisine, ulusların arasında barışçı ve dostça ilişkiler oluşturabilmek için “ırk, renk, dil ya da din ayrımı gözetilmeksizin herkesin insan haklarına ve ana özgürlüklerine, bütün dünyada etkin bir biçimde saygı gösterilmesini kolaylaştırmak” yükümlülüğü verilmiştir.

Evrensel Beyannamede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. Maalesef günümüzde Birleşmiş Milletler Örgütü de, var oluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Aradan geçen 71 yıllık zaman içerisinde insan haklarında aşınmanın gerçekleştiği ve insan haklarının araçsallaştığı, devam eden ekonomik krizler, silahlı çatışma ve savaş ortamlarının insan haklarını tehdit ettiği bir dönemi yaşıyoruz.

Dünyada ve orta doğu coğrafyasında savaşlar, ölümler yaşanmakta; insan hakları ihlalleri en acımasız hali ile devam etmektedir. Türkiye'de de durum farklı değildir. İnsan hakları ve özgürlükler, dozu gittikçe artan bir şekilde ihlal edilmektedir. Temel sorunları çözmekten uzaklaşılmakta,  Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunu giderek büyümektedir.

İnsan haklarının evrenselliği ve uluslararası korumaya tabi olması anlayışı bakımından, temel insan haklarının yok sayıldığı bir ortamda hekimlik yapmak ve halk sağlığından söz etmek de mümkün olmamaktadır. Yetersizlik ve eksikliklerin ortaya çıktığının görüldüğü bu dönemde insanı ve insan haklarını en üst değer olarak kabul eden hekimlik mesleğinin temel  etik değerleri açısından da, yeniden insan haklarını hatırlatmakla da yükümlü  olduğumuzu biliyoruz. Bu bilinç ve sorumlulukla, tüm kurum ve otoriteler de bilmelidir ki;

    1-Bütün insanlar özgürlükleri, onur ve hakları yönünden eşittir.

    2-Yaşam hakkı, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır. İnsan değeri ve onuruna yakışır, hukukun   üstün geldiği ekonomik, sosyal ve siyasal ortam sağlanmalıdır.

    3-Hiçkimse işkenceye, acımasız insanlık dışı, onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz.

    4-Hiç kimse, keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz.

    5-Yaşama, barınma, beslenme, çalışma, üretme ve sağlık hakkı en temel insan hakkıdır.

    6-Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı vardır.

    7-Herkesin çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten  korunmaya  hakkı vardır.

    8- Cezaevlerindeki kötü muamele ve sağlık hakkının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Sağlığa erişim hakkı en temel insan hakkıdır.

    9-Barış ve demokrasinin hâkim olduğu yaşam koşulları sağlığın ve iyi yaşam koşullarının olmazsa olmazıdır.

Bu bağlamda;

Başta hekimler olmak üzere toplumun tüm kesimleri sorumluluk almalı, herkesin tüm düşüncelerini özgürce, korkmadan tartışabileceği, temel hak ve özgürlüklerin esas alındığı barış ve demokrasinin hakim olduğu ortam sağlanmalıdır.

Türk Tabipleri  Birliği ve insanlık adına her türlü değere saygı göstereceğine ve sahip çıkacağına yemin etmiş mesleğin mensupları, hekimler olarak da, yaşanan her türlü insan hakkı ihlallerin karşısında olduğumuzu bildiriyor, insan eliyle gerçekleştiği için önlenebilir olan Türkiye ve dünyadaki bu kötücül süreçlerin ve insan hakları ihlallerinin son bulduğu insan haklarına dayalı ortak yaşam koşullarının oluşmasına dair çabamızı ve ısrarımızı yineliyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi