15 Temmuz 20016 tarihinde gerçekleşen askeri darbe girişimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulanan partiler ve pek çok demokratik kitle örgütü tarafından kısa süre içinde lanetlendi ve demokrasi isteği çok güçlü biçimde tüm toplum tarafından dile getirildi. Buna rağmen hükümet tüm ülkede olağanüstü hal ilan etti.

Darbe girişimi bastırılırken başlayan gözaltına alma ve sorgulama süreçleri sırasında işkence yapıldığını düşündürten görüntüler medyada yer bulurken, bir yandan da insan hakları örgütleri tarafından yayımlanan raporlarda işkence iddiaları dile getirilmeye başlandı. Ne kadar suçlu olurlarsa olsunlar, tüm topluma ne kadar büyük korku yaşatmış olurlarsa olsunlar, işkence yapılması suçtur ve kabul edilemez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi askıya alınsa bile “İşkence yasağı” her durum ve koşulda, -savaş, çatışma, olağanüstü hal dahil- mutlaktır, vazgeçilemezdir. Uluslararası hukukta “İşkence yasağı” sadece yapmamayı içermez, devletlere aynı zamanda işkenceyi önlemek için gerekli tüm önlemleri alma, gözden geçirme; gözaltı-tutukluluk-hükümlülük birimlerini denetleme, uygulanmamasını kesin olarak sağlama; olası işkence iddialarının etkin biçimde tıbbi ve hukuki araştırmasını yapma; işkence yapanların ya da işkence yapılmasına yardımcı olanların koğuşturulması ve cezalandırılması yükümlülüklerini de içerir. Devlet bunları yapmaya her durumda zorunludur.

Gözaltına alınanlar; alınma işlemi sonrası, gözaltında birim değiştirmelerde ve periyodik olarak sağlık muayenelerinden geçirilmek zorundadır. Muayenelerin hastanelerde değil, gözaltı merkezlerinde yapılması hekimin bağımsızlığını engelleme olasılığı taşır ve bu durumun yaşandığına dair iddialar mevcuttur. Bu nedenle adli muayenelerin gözaltı merkezlerinde değil, hastanelerde yapılması sağlanmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınmış olması, hekimlerin gözaltı süreçlerinde olan veya cezaevinde tutulanların tüm tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir. Türkiye’de gözaltında ya da cezaevinde olanların tıbbi muayeneleri için var olan yasa, genelge ve yönetmeliklerin büyük bir oranda İstanbul Protokolü ilkeleri ile uyumlu olduğu unutulmamalıdır.

Gözaltında ya da cezaevinde olanların muayenelerinin  tıbbi etik ve İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmaması ve tıbbi raporların buna uygun düzenlenmemesi, Dünya Tabipleri Birliği etik ilkeleri ve uluslararası hukuk normları açısından “işkence bulgularının gizlenmesi’” ve “hekimin işkenceye katkıda bulunması” olarak değerlendirilmektedir. İstanbul Protokolü ilkelerine aykırı olan sözlü emirlere, baskılara boyun eğdiklerinde hekimler, uzun vadede  -etik ve hukuki- ciddi bir risk almış olurlar.

Ayrıca işkence altında alınan ifadelerin hukuki geçerliliğinin olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle darbe girişimcilerinin hepimizin gözleri önünde yaşananların delillendirilerek dosyalarının hazırlanması ve hukuka uygun yargılanmalarının ardından cezalandırılmaları doğru olandır. İşkence altında alınan ifadelerin yol açabileceği cezasızlık adaletin tecellisini engelleyebilecektir.

Türk Tabipleri Birliği olarak, her ne koşulda olursa olsun işkencenin karşısında olduğumuzu bildiriyor; işkenceye ilişkin iddiaların bağımsız heyetlerce araştırılmasını, adli yargılama süreçlerinin her aşamasının uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun olarak yapılmasını talep ediyoruz.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

 

Bkz:

-Adli muayene ve raporlama süreçlerinde hekimlik değerlerinden taviz verilemez http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/adli-6227.html

-İstanbul Protokolü: www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html

-İstanbul Protokolü: http://www.tihv.org.tr/wp-content/uploads/2015/06/Istanbul_Protokolu.pdf