İktidara Uyarımız, Topluma Çağrımızdır: “Yanlış Sağlık Politikalarında Israr, Sosyal Cinayettir!”
COVID-19 pandemisi hızla yayılırken ve toplum her geçen gün artan bedeller öderken; Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, 9 Nisan 2021 günü “İktidara Uyarımız, Topluma Çağrımızdır” başlıklı bir basın toplantısı düzenleyerek alınması gereken acil önlemleri sıraladı.
TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı basın toplantısını Paul B. Preciado’nun Michel Foucault’dan esinlenerek sarf ettiği “Yaşadığın toplumun nasıl bir siyasi hükümranlık biçimi kurduğunu söyle, karşılaşacağın salgınların alacağı biçimi ve onlarla nasıl mücadele edileceğini söyleyeyim” cümlesiyle başlattı. TTB’nin bir yıldır hem topluma hem de Sağlık Bakanlığı’na yaptığı çağrı ve açıklamalardan oluşan 50 metre uzunluğundaki belgeleri paylaşan Korur Fincancı, “İktidar bu uyarılarımızı asla hayata geçirmedi. Bunlar toplumu yok saymanın belgesidir” diye ekledi.
Basın açıklamasını TTB II. Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten ve TTB Merkez Konseyi üyesi Doç. Dr. Deniz Erdoğdu okudu. Açıklamanın tamamı şöyle:
İktidara Uyarımız, Topluma Çağrımızdır
İktidarın yeni “Kontrollü Normalleşme Kararları”nı açıklayıp uygulanmaya başlamasından bugüne 38 gün geçti. Bu adımlar atılmadan önce COVID-19 hastalığında resmi sayılara göre günlük vaka sayısı 8000’lerin ve hastalığa bağlı ölüm sayısı 65’lerin altındaydı. Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak o zaman da “normalleşme” başlığı altında atılacak adımların bilimsel olmadığı konusunda uyarmıştık; ama ne yazık ki uyarılarımız yine dinlenmedi. Hatırlatıyoruz öngörülen her şey önlenebilirdi. Hastaların Sağlık Bakanlığı’nın verdiği sayılara göre dahi 55.000’i aştığını ve ölüm sayılarının 250’nin üzerine çıktığını görmekten üzüntü duyuyoruz. Bu sayılarla Avrupa’da yeni vaka bildirimin en yüksek olduğu ülkeyiz.
Salgınlar yaşandıkları topraklarda yürütülen biyopolitikalar ve sağlık politikalarının yönetilme biçimini kopyalayarak, çoğaltarak, yaygınlaştırarak ve yoğunlaştırarak somutlaştırmaktan başka bir şey yapmaz. Yani salgın bizim sağlık politikalarımızın yansıması olur. Mevcut salgının boyutu da ne yazık ki yürütülen sağlık politikalarının ne kadar kötü olduğunu açıkça somutlaştırmıştır.
Salgınla mücadelede koruyucu sağlık hizmetlerini görmezden gelen iktidar nedeniyle ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinin de kapasitesi aşılmak üzeredir. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Samsun gibi illerimizde hastane doluluk oranları alarm vermektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 420 binin üstünde yurttaşımız COVID-19 hastasıdır. Üstelik bu sayılar henüz bilimsel standartlara dahi uydurulamamış filyasyon verileridir. Türkiye’de bilimsel anlamda filyasyon hiç yapılmamıştır. Hasta ve temaslı takibinde de her gün çok ciddi aksaklıklar iletilmektedir.
Pandemiyle mücadelenin başarısız olmasının nedeni, bilimsel önerilerin dinlenmemesi ve ticari/siyasi önceliklerin gözetilerek, şeffaf olmayan bir şekilde sağlık yönetimsizliğinin sergilenmesidir. Yani başarısızlığın asıl nedeni topluma karşı görevlerini terk etmiş, sorumluluklarından çoktan vazgeçmiş yönetim tarzıdır.
Tüm başarılı dünya örneklerinde sağlık emek örgütleri ve toplum salgınla mücadelenin aktif bileşenidir. Mevcut iktidar salgınla mücadelede büyük katkılar sunabilecek meslek örgütleri, sendikalar, toplum temsilcilerini neden dahil etmediğini kamuoyuna açıklamak zorundadır. Salgınla mücadelede bütünle koordineli yereller önemlidir. Ancak İl Hıfzıssıhha Kurulları karar almak bir yana merkezden gelen bilimsellikten uzak kararları yerellerde meşrulaştıran yapılar halini almıştır. Sağlık çalışanlarının sahadan gözlemleri kararlara yansıtılmamakta, pandemide yönetimsizliğin-kötü yönetimin üzeri örtülmektedir.
İktidar önlemleri göstermelik aldığını virüsle adeta randevulaşacak kadar ileriye taşımıştır. 1 Mart’a açılma randevusu verip “Ramazan ayına kadar herhangi bir önlem almayacağım” demek, bilimsel değil algısal bir tutumdur. Beklediğimiz sürede fazladan kaybettiğimiz her canımızın sorumlusu bu kararı alanlardır. Bu tutum kendi yaşam biçimlerinin topluma dayatılmasıdır.
14 Ocak 2021 tarihinden bu yana 11 hafta geçmiştir ve iki doz aşı olanlar toplumun %10’una dahi ulaşmamıştır. İki doz aşı olanların 8 milyona ulaşmayan sayısı ile bilimsel olarak Türkiye’de bağışıklama sağlanabilmesi için 6 ayda 120 milyon doz aşı gerekliliğinin yanından bile geçilememektedir ve halen bir aşı programı açıklanamamıştır.
TTB olarak iktidarı bir kere daha uyarıyoruz: Geç kaldınız, önlenebilir ölümleri önlemediniz! Her gün yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz son durumda acil adımlar atılmalıdır.
-
Mevcut sağlık politikalarının başarısız olduğu artık kabul edilmeli; sağlığa bütüncül bakan toplum ve sağlık örgütlerinin katılımıyla dayanışma içerisinde yeni bir sağlık sistemi kurulmalıdır.
-
Pandemi ile mücadele, derhal geniş katılımlı yerel pandemi kurullarına devredilmelidir. Bu kurullara yerel yönetimler, sağlık emek ve meslek örgütleri ve toplum dahil edilmelidir.
-
Bilimsel kriterlere uygun filyasyon çalışmalarına hızla başlanıp salgının ilk kaynağına ulaşılmalı, bireyler hastalanmadan veya hastaneye gelmeden gerekli adımlar atılmalıdır.
-
Çalışanlar sosyal ve ekonomik hiçbir kayba uğratılmadan; AVM, fabrika, lokanta, atölye, şantiye gibi kalabalık ve kapalı alanlar derhal kapatılmalıdır. En az 14 gün tercihen 28 gün zorunlu üretim alanları dışında çalışanlar hiçbir şekilde mağdur edilmeden çarklar durdurulmalıdır. Zorunlu üretim alanlarında çalışanlar için işyerine ulaşmada ve işyerlerinde fiziksel önlemler alınmalı, dönüşümlü çalışma modelleri ile çalışma ortamlarında bulunan sayısı azaltılmalıdır.
-
Uluslararası dolaşım en aza indirgenmeli ve yalnızca çok gerekli şartlarda olmalı, yurtdışı seyahatlerinde 14 gün karantina uygulanmalıdır.
-
Aşılamada hedef toplumsal bağışıklık olmalıdır. Etkili bir aşılama programı uygulanmalıdır. Aşı temini ile ilgili süreç şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılmalı, toplumun önüne net bir aşı takvimi konulmalıdır. Mevcut durumda hızlı aşılama salgınla mücadelenin en önemli parçasıdır.
-
Sağlık çalışanlarının mevcut pandeminin yükü yetmezmiş gibi iktidarın vurdumduymazlığıyla daha da tükendiği görülmelidir. COVID-19’un meslek hastalığı kabul edilmesi gibi basit bir adımın bile atılmaması halen bir ayıp olarak ortada durmaktadır. Halen atanmayı bekleyen ve KHK ile gerekçe gösterilmeden ihraç edilmiş tüm sağlık çalışanları hızla salgınla mücadelede yerlerini almalıdır. Sağlık çalışanları artık dinlenebilmelidir.
-
Kapatılmış olan Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi yapılarımızın ne kadar gerekli olduğu şimdi bir kez daha anlaşılmıştır. Artık sağlıkta birilerini zengin edecek değil toplumun ihtiyaçlarına yönelik adımlar atılmalı; aşıda patenti ortadan kaldıracak uluslararası adımlar atılmalıdır. Küresel sorunda çözümün de küresel olduğu kabul edilmelidir. Kimseyi geride ve yalnız bırakmayan uluslararası koordinasyon acilen kurulmalıdır.
Bilim insanlarına çağrımızdır: Verilerin kamuoyu ile paylaşılmadığı, bağımsız bilimsel çalışmaların engellendiği şartlarda sınırlı sayıda da olsa eldeki mevcut verileri ile ülkenin, bölgelerin, risk gruplarının özgün durumlarının gösterilmesi gerekir. Bilim insanları yayın üretme konusunda Bakanlığın çizdiği çerçevenin dışına çıkmalıdır; TTB bilimsel sorumluluğu almaya hazırdır.
Topluma çağrımızdır: Sosyal haklarımızın korunması; temel gıda, su, ısınma, barınma, temizlik ihtiyaçlarınızın karşılanması salgınla mücadelede iktidarın görevidir. Temiz hava, güneş ve fiziksel hareketliliğinizi sağlayacak alanlar ve düzenlemeler organize etmek yine iktidarın sorumluluğundadır. Ekonomik çıkarlar için sağlığımızı hiçe atarak çalıştırıldığımız işyeri ortamlarına gitmemeyi talep etmek en doğal sağlık hakkı talebimizdir. Hareketliliği azaltıp bulaşı önlememiz için ekonomik destek, zamanında aşılanma, şeffaf bilgi edinme yurttaşlık haklarımızdır. Haklarımızla ruhsal, fiziksel, biyolojik bütünlüğümüz yani sağlığımız için çalışmak görevi sağlığımızı korumak olan ilgili bakanlıkların ve iktidarın tartışılmaz sorumluluğudur. Hak taleplerimizi yükseltmenin, yaşam hakkımızı daha güçlü savunmanın en gerekli olduğu zamanlardayız. Toplumun yaşam hakkının dahi elinden alındığı bu dönemde, tüm demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere, toplum temsilcilerine bu talebi birlikte yükseltelim çağrısında bulunuyoruz.
Uyarılarımıza rağmen yanlış sağlık politikalarında ısrar edilmesi, sosyal cinayettir.
Toplumun ve sağlık çalışanlarının canını ve sağlığını riske atan vurdumduymazlığına daha fazla tahammülümüz kalmamıştır.
Siyasi ve ekonomik çıkarları değil insanı önceleyin!
Kamuoyuna ve basına saygılarımızla duyururuz.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi