. |
 


|
|
GENEL BİLGİLER
III. WERNİCKE - KORSAKOFF SENDROMU
Wernicke
hastalığı veya Wernicke ansefalopatisi (WA) ve Korsakoff psikozu (KP) veya Korsakoff
sendromu (KS), 19. yüzyılın sonlarında tanımlanmış nörolojik bozukluklardır. WA
oftalmoparezi, nistagmus, ataksi ve konfuzyonel durum ile karakterizedir. Genellikle ani ortaya çıkan bu
bulgular farklı şiddet ve kombinasyonlarda görülebilir. Bütün bulguların aynı
hastada ortaya çıkması nadirdir. Genelde
akut veya subakut devrede ilk muayenede saptanır. Polinöropati, daha ileri bilinç
değişiklikleri (stupor-koma), hipotermi, hipotansiyon, beriberi gibi diğer tiamin
eksikliği bulguları, klinik tabloya eklenebilir. KS ise kayıt belleğinin belirgin
derecede etkilendiği bir mental bozukluktur. WA’daki konfüzyonel durumun düzelmesiyle
birlikte klinik olarak açığa çıkmaktadır. Wernicke-Korsakoff
sendromu (WKS), WA bulguları ile öğrenme ve hafıza defektinin beraber olduğu semptom
kompleksidir. Bu klinik tabloların tümü beslenme yetersizliği ve alkolizm ile
ilişkilendirilmektedir. Daha spesifik olarak tiamin eksikliğiyle doğrudan ilişkilidir.
Sendromla alkolizmin yaygın olduğu batı dünyası daha sık karşılaşmaktadır. Bu
nedenle sendromun kapsamlı ve geniş klinik-patolojik çalışmaları alkolikler
üzerinde yapılmıştır.
TARİHÇESİ:
Wernicke
Hastalığının orijinal tanımlanması, 1881 yılında Carl Wernicke tarafından, üç
hasta üzerindeki klinik-patolojik gözlemlerine dayanılarak yapılmıştır. Bu
hastaların ikisi alkolik erkek, bir tanesi ise sülfirik asit zehirlenmesini takiben
sürekli kusmaları olan genç kadındır. Hastalarda, bakış paralizisi, nistagmus,
ataksi ve konfüzyonel durum mevcuttur. Ayrıca optik diskte hiperemi ve izole retinal
hemoraji belirtilmiştir. Bu hastalardaki kısa süreli sommolans-stupor periyodu, koma ve
ölümle sonuçlanmıştır. Otopsilerde 3. ve 4. ventrikül çevresindeki gri maddede ve
akuaduktta simetrik yerleşimli peteşiyal kanama alanları görülmüştür. C.Wernicke,
gri maddede gözlenen inflamatuvar natürdeki bu değişiklikleri, okular-motor nükleusun
akut inflamatuvar hastalığı "polioencephalitis hemorrhagica superioris" olarak tanımlamıştır.
Pekçok Fransız
otör, Gáyet'inde 1875
yılında aynı hastalığı tanımladığını düşünmekte, bu nedenle Wernicke ile
ismini birleştirmektedir. Ancak Victor, Adams ve Collins (1971) monograflarında, Gáyet’in hastasının
beyin sapındaki lezyonlarının, WA için spesifik alanları içermediğini
belirtmişlerdir. Wernicke'den önce de alkoliklerde okuler bulgulardan bahsedenler
olmasına rağmen, klinik-patolojik antite olarak ilk tanımlamayı C. Wernicke
yapmıştır.
Victor, Adams ve
Collins (1971) ile Kopelman’ın (1995) aktarımlarıyla kronik alkoliklerde hafıza
bozukluğundan Magnus Huss 1852, Lawson 1878, Strumpell 1883 ve Charcot 1884 yıllarında
bahsettikleri bilinmektedir. Ancak ilk yeterli tanımlamayı Rus psikiyatr S. S. Korsakoff yapmıştır (1887-1891). Korsakoff 1887
yılındaki orijinal makalesinde, alkoliklerde kayıt belleğinin (retentive memory) tek
başına etkilendiğini belirtmiştir. Ayrıca periferik sinir hastalığı ve hafıza
bozukluğunu aynı hastalığın iki yüzü (psychosis polyneuritica) olarak
değerlendirmiştir. 1889 yılındaki makalesinde periferik nöropatinin, karakteristik
amnestik sendromla birlikte olması gerekmediğini ve her iki hastalığın alkolik
olmayanlarda da görülebileceğini belirtmiştir. 1890-1891 yılındaki makalelerinde ise
alkolik ve alkolik olmayan hastalarda sendromun mental görünümü üzerinde durarak,
halen kabul gören klinik tanımlamayı tamamlamıştır (trans. Victor ve Yakovlev,
1955).
Victor, Adams ve
Collins’in (1971) monograflarında aktardıklarından C.Wernicke’nin 1900 yılında
dört KP vakası yayınladığı, aynı şekilde S. S. Korsakoff'unda 1887 yılındaki
makalesinde hastalardaki nistagmus ve oftalmoplejiden bahsettiği öğrenilmiştir. Fakat
tanımladıkları sendromlar arasındaki ilişki, her ikisinin de dikkatini çekmemiştir.
Monografta aktarıldığına göre Murawief (1897) ilk olarak WA ve KP ilişkisinden
kapalı olarak bahsederek, serebral ve periferik sinirlerin tutulumunun beraber
olmasının gerekliliğini ve her ikisinin tek bir sebebe bağlı gelişebileceğini
belirtmiştir. Raimann (1900-01) ve Elzholz (1900) ise okular kasların paralizisinin
KP’li hastalarda sık, deliryum tremenslilerde nadir olduğunu belirterek, iki hastalık
arasında temel bir farklılık olduğunu söylemişlerdir. O dönemde geçerli olan ve
uzun bir süre daha kabul gören düşünce ise KP ve deliryum tremensin aynı
hastalığın farklı dereceleri olduğu yönündedir (Joly, 1897; Bonhoeffer, 1901).
Ancak, daha sonraki yıllarda WA ve KP’nin aynı hastalığın varyasyonu olduğu
belirtilmiştir (Soukanoff ve Boutenko, 1903; Bonhoeffer, 1904). Patoloji alanındaki
çalışmalarla da bu ilişkinin doğruluğu kanıtlanmıştır (Gamper, 1928; Kant, 1932;
Camphell ve Russell, 1941; Girard ve ark., 1956; Malamud ve Skillikorn, 1956). Victor,
Adams ve Collins'in monograflarında aktardıkları yukarıdaki tarihsel gelişmenin, 82’si otopsi olmak üzere 245 hastayı kapsayan
kendi çalışmaları ile bir anlamda noktalandığı söylenebilir. Alkolik WA ve WKS
hastalarının klinik-patolojik değerlendirmelerini içeren bu monograf, şimdiye kadar
yapılmış olan en geniş ve hastalığı her açıdan tanımlayan bir çalışmadır.
KS için
psikolojik, patolojik ve klinik tanımlamalar yapılmıştır. Psikolojik tanımlamada
sadece hafızanın hasarlandığı, diğer kognitif fonksiyonların etkilenmediği durum
olarak belirtilmiştir. Patolojik yaklaşım tüm amnestik sendromları içermektedir.
Travmatik bilateral diancephalik lezyon, anterior kommunikan anevrizma rüptürü, limbik
yapıların lezyonları, 3. ventrikül tümörü vb. lezyonlar sonucu bildirilmiş olan
amnestik vakalar bu gruba dahil edilmektedir. En uygun yaklaşım ise klinik olanıdır.
Korsakoff sendromunu tiamin eksikliğinden kaynaklanan, alkolik amnestik bozukluk olarak
tanımlamaktadır. Bu yaklaşım ise non-alkolik durumları kapsamamaktadır. Son olarak
bu tablo DSM-IV’te (1994) 294.0 kodlu “Genel Bir Tıbbi Duruma Bağlı Amnestik
Bozukluk” olarak karşılanmaktadır. Tanı için, günlük yaşam aktivitelerini
anlamlı düzeyde etkileyen ve nöropsikolojik yöntemlerle dökümante edilen bir yakın
bellek kusurunun yanısıra, diğer kognitif işlevlerin korunmuşluğunun da
gösterilmesi şart koşulmakta ve sendrom tiamin eksikliğine bağlı gelişen tablo
olarak tanımlanmaktadır.
EPİDEMİYOLOJİ:
WA ve WKS’nin
görülme sıklığı konusunda tam bir yargıya varmak zordur. Sendromun gelişiminde,
toplumların yaşam koşulları ve alkol kullanım alışkanlıkları etkili olmaktadır.
30-70 yaş arasında görülmekle birlikte ellili yaşlarda en sıktır. Hastalarda uzun
süredir alkol kötü kullanımı ve çoğunluğunda alkol komplikasyon öyküsü
mevcuttur. Hepsinde varolan beslenme bozukluğu ise günlerce sadece alkol ile beslenme
veya aylarca-yıllarca çok az ve yetersiz beslenme biçimindedir. Boston City
Hospital’a başvuran hastalar üzerinde yapılan çalışmada, alkol kullanımından
kaynaklanan nörolojik bozukluklar nedeniyle başvuranların % 3’ü, tüm başvuruların
ise % 0.13’ü WKS tanısı almıştır (Victor, Adams ve Collins, 1971).
WKS’nin
prevalansı, otopsi çalışmalarıyla belirlenmektedir. Bir hastanede yapılan 1539
yetişkinin otopsisinde, % 1.9 oranında WKS lezyonları saptanmıştır (Victor, Adams ve
Collins, 1971). Farklı toplumlarda yapılan otopsi çalışmaları da ortalama % 1-2
arasında prevalans göstermektedir (% 0.8 Oslo; % 1.7 NewYork; % 1.2 Brezilya) (Zubarun
ve ark., 1997). Avustralyada yapılan otopsi çalışmalarında, yetişkinlerde % 2.1,
psikiyatrik hastalarda % 15, evsizlerde (“homeless”) ise % 24 oranında WKS
saptanmıştır (Darnton-Truswell, 1990; Zubarun ve ark., 1997). Yine Zubarun ve ark. aktardığı Naidoo ve ark.
tarafından 1991 yılında yapılan otuz bir alkoliğin otopsi çalışmasında, on
yedisinde WA ile uyumlu patolojik değişiklikler saptanmıştır. Ancak bunların klinik
kayıtlarında sadece ikisinde WA nörolojik bulguları belirtilmiş, çoğunluğunda
mental durum bozuklukları olduğu kaydedilmiştir. Diğer otopsi çalışmalarında da
WKS lezyonları saptananların çoğunluğunun, yaşarken hastalık tanısı alma
oranlarının düşük olduğu görülmüştür. WA tanısında C.Wernicke’nin
tanımladığı triad ile sınırlı kalmak, özellikle subklinik tiplerin gözden
kaçmasına neden olmaktadır.
KLİNİK GÖRÜNÜM:
Günümüzde halen
1881'de C. Wernicke'nin tanımladığı triad geçerliliğini korumaktadır. WKS’nin,
klinik ve patolojik değerlendirmesi en geniş 245 hastadan oluşan (82 hastada tam
post-mortem çalışma) Victor, Adams ve Collins’in monografı olmak üzere alkolik
hasta serileri üzerinden yapılmıştır. Genelde tek vaka bildirimlerini içermekle
birlikte alkolik olmayan hastalarda da benzer klinik bulgular mevcuttur.
Başlangıç Bulguları
Hastalık birkaç
gün veya haftada gelişmektedir. Ataksi, göz bulguları ve mental konfüzyon
bulgularının biri veya birkaçı, seyrek olarak da tümü birden gözlenerek hastalık
başlayabilmektedir.
I. Okuler ve
Oftalmik Bulgular:
En fazla görülen
bulgu nistagmustur. Nistagmusu, VI. kranyal sinirin tutulumu ve konjuge bakış paralizisi
izlemektedir. Başlangıçta üçü birarada bulunabilmektedir. Okuler bulguların
derecesi ılımlı horizontal nistagmustan, göz hareketlerinin tam kısıtlılığına
kadar değişmektedir.
Nistagmus: En genel bulgudur,
bazen de tek okuler bulgu olarak görülebilir. Victor, Adams ve Collins’in serilerinde
% 85 oranında saptanmıştır. Genellikle iki yanlı, asimetrik ve horizontaldir (aynı
seride nistagmusu olanların % 97’sinde horizontal nistagmus mevcuttur). Horizontal
nistagmusu olan hastaların % 55’inde vertikal nistagmus da vardır. Çok az sayıda
hastada rotatuvar nistagmus saptanmıştır. Rotatuvar veya vertikal nistagmus hiçbir
zaman, tek okuler bulgu olarak görülmemektedir. Yine aynı seride sadece vertikal
nistagmus % 3 oranında görülmüştür, ancak diğer okuler bulguların (oftalmoparezi)
eşlik ettiği belirtilmiştir. Vertikal nistagmus genelde yukarı bakışta ortaya
çıkar, aşağıya bakışta çok nadirdir. Başlangıçta
tam konjuge bakış paralizisi veya lateral rektus paralizisi nedeniyle nistagmus
görülmeyebilir. Tiamin tedavisinin başlamasıyla birlikte, okuler paralizinin düzelme
aşamalarında ortaya çıkmakta veya varolan nistagmus daha belirgin hale gelmektedir.
Nistagmus tek bulgu olarak yaşam boyu kalabilmektedir.
VI. Kranyal sinir
tutulumu (Lateral rektus paralizisi): İkinci en genel
okuler bulgudur. Her zaman bilateral, nadiren simetriktir. Diplopiye neden olmaktadır.
Hastalığın başlangıcında horizontal konjuge bakış paralizisi nedeniyle
maskelenebilen abdusens paralizisi, tek okuler bulgu olarak nadirdir (Victor, Adams ve
Collins’in serilerinde sadece yedi hastada tek okuler bulgudur). III. ve IV. sinir
innervasyonlu göz kaslarının fonksiyonlarında pitoz dışında bozukluk
gözlenmemiştir.
Konjuge bakış
paralizisi: En sık horizontaldir. Beraberinde yukarı bakış
eklenebilir, aşağı bakışta nadirdir. İnternükleer oftalmopleji görülebilmektedir. Tiamin tedavisine ilk cevap
veren okuler bulgudur.
Oftalmik bulgular: Bilateral
santral-parasantral skotom ile karakterize ambliyopi, pitoz ve retinal hemorojiler çok
nadirdir. Papilla ödemi ve diğer optik disk patolojileri hemen hemen hiç
gelişmemektedir. Nadiren ışık cevabında tembellik ve ılımlı anizokori
görülebilmektedir. Hastalığın en ileri safhasındaki, ağır oftalmoplejili
hastalarda ise pupiller myotik ve ışığa cevapsız olabilmektedir.
II. Ataksi:
Hastalığın
üçüncü en genel bulgusudur. Akut dönemde gövde ataksisi nedeniyle desteksiz oturma
ve yürüme engellenmektedir. Hastalar, tipik olarak ayaklarını açarak durmakta ve
tutunmazlarsa öne doğru düşme eğilimi göstermektedirler. Temel duruş ve
yürüyüşün güvensiz, yavaş ve kısa adımlarla gerçekleştiği gözlenmektedir. En
hafif derecesinde ise “tandem” yürüyüşünü yapmakta güçlük saptanmaktadır.
Duruş ve yürüyüşteki bozukluğun tersine ekstremite ataksisi veya intansiyonel tremor
daha az görülmektedir (Victor, Adams ve Collins, % 20 oranında bildirmiştir). Daha
çok alt ekstremitede gelişmekte, nadiren şiddetli olmaktadır. Konuşma fonksiyonunda
bozukluk, dizartri ise nadirdir.
Alkolik serebellar
dejenerasyonda da benzer bulgular mevcuttur. Adams, Victor ve Ropper (1997), Wernicke
hastalığının serebellar bulguları ile alkolik serebellar dejenerasyonun
bulgularının birbirinden ayrılmasının güç olduğunu belirtmişlerdir. Ancak WA’da
klinik bulguların ani gelişiminin ve daha hafif olmasının gözönünde
bulundurulabileceğini söylemişlerdir. Serebellar dejenerasyonun alkolün toksik
etkilerine bağlı geliştiği düşünülse de son yıllarda yapılan çalışmalar
tiamin eksikliğine bağlı geliştiği yönündedir (Butterworth, 1993; Adams, Victor ve
Ropper, 1997). Hem alkolik serebellar dejenerasyonda hem de WA’da, vermisin anterior ve
süperior bölümleri ile anterior lobun anteriorunda sınırlı olan purkinje hücreleri
ve nöron kaybı gözlenmektedir. Butterworth (1993) lezyonların tiamin eksikliğinin
sonucunda gelişen enerji metabolizması hasarına bağlı olduğunu bildirmiştir.
III. Bilinç ve
Mental Durum Bozukluğu:
Victor, Adams ve
Collins’in serilerinde en çok karşılaşılan tabloyu “global konfüzyonel durum”
olarak tanımlamışlardır. Hastalarının % 10’unda bilinç ve mental durum
etkilenmemiştir. Stupor % 4, koma ise % 1 oranında gözlenmiştir. Deliryum tremense
özgü uykusuzluk, halusinasyon, terleme, sepsis olmaksızın ateş ve sürekli konuşma,
akut WA ile uyumlu değildir. Bu bulgular genellikle alkol yoksunluğu veya akut
intoksikasyonuna bağlı gelişmektedir (Lindberg ve Oyler, 1990). Victor, Adams ve
Collins mental durum ve bilinç değişikliğini dört ayrı grupta toplamışlardır.
1. WA için
karakteristik olan bozukluk "global konfüzyonel durum"dur. Apati-durgunluk,
cevapsızlık veya uygun olmayan cevaplar, oryantasyon bozukluğu ve konfüzyon, dikkat ve
ilgide azalma, konsantrasyon bozukluğu, algı bozukluğu bu tablonun karekteristik
bulgularıdır. Hastalarda uykuya eğilim mevcuttur. Kolayca uyandırılsalar da sürekli
uyanık tutmak zordur. Çoğunlukla durumlarının farkında değildirler. Soruları
cevapsız bırakabilirler veya baştan savma, saçma cevaplar verebilirler. Spontan
konuşma minimaldir veya hiç konuşmazlar.
Çoğunluğu saçma ve uygunsuz cevaplar verebilirler. Adlarını bilir, ancak nerede
olduklarını, neden geldiklerini, ne zamandır hastanede olduklarını bilmezler. Bunlar
kendilerine öğretilse dahi kısa süre sonra yine yanlış cevap verirler. Doktorunu
veya odadaki diğer hastayı akraba, otel çalışanı, doktorun annesi vb. olarak
tanımlama, düzeltmelere kayıtsız kalarak her defasında doktoruyla eşi-ağabeyi gibi
konuşma vb. durumlar geneldir. Tiamin ve uygun diyetle hasta hızlıca daha uyanık ve
dikkatli hale gelmektedir. Pekçok hastada konfüzyonel durum azaldıkça, anlamsız çene
çalmalar başlamaktadır. Global konfüzyonel durumda amnestik durum farkedilmekte ancak
tanımlamak zor olmaktadır.
2. Alkolik
hastaların % 15'inde alkol yoksunluk bulguları, halusinasyonlar ve diğer bulgular
(konfüzyon, ajitasyon, algı bozuklukları, tremor, otonom aktivite bulguları) tabloya
eklenmektedir. Ancak bu bulgular ağır değildir ve çabuk kaybolmaktadır.
3. Stupor ve koma
nadirdir. Hastalarda tanı konulamaz ve uygun tedavi başlanmazsa, uykuya eğilim artarak
birkaç hafta içinde stupor-komaya dönüşmekte ve ölümle sonuçlanmaktadır. Victor,
Adams ve Collins’in serisinde başka sistemik hastalığa bağlı olmaksızın dokuz
hastada stupor, iki hastada koma bildirilmiştir.
4. Bazı hastalar
ilk muayeneden itibaren uyanık, cevaplıdır. Bu hastalarda okuler-ataksik bulgular
olmadan sadece Korsakoff amnestik durumla karekterize tablo gözlenmektedir.
IV. Diğer Klinik
ve Laboratuvar Bulgular:
Nutrisyonel
eksikliğin genel bulguları olan, dilde hiperemi ve atrofi, şelozis, angular stomatit,
deri değişiklikleri gözlenebilmektedir. Karaciğerde yağlanma ve karaciğer fonksiyon
bozuklukları alkolik WA’da yüksek oranda mevcuttur (Victor, Adams ve Collins’in
serisinde hastaların 2/3’ünde saptanmıştır). Beyin omurilik sıvısında (BOS)
minimal protein artışı dışında özellik yoktur. Bazen az sayıda saptanan hücrenin
de bakteriyolojik veya sitolojik değerlendirmesinde özellik saptanmamıştır (Suzuki ve
ark., 1996).
Hipotermi iyi
tanımlanmış bir bulgudur. Özellikle stupor veya komadaki hastalarda, WA triadı
bulguları olmadığında rektal ateş dikkatli ölçülmelidir. Yüksek ateş infeksiyona
bağlanmalıdır. Hipotermi ısıtmaya cevap vermemekte, ancak tiamin tedavisi ile günler
içinde vücut ısısı yükselmektedir.
WA hastalarının
çoğunluğunda, ılımlı periferik nöropati saptanmaktadır. Victor, Adams ve
Collins’in serilerinde % 82 oranında ılımlı düzeyde saptanmıştır. Hastalarının
% 57’sinde üst ve alt ekstremitenin birlikte tutulduğunu belirtmişlerdir. Duysal
yakınmalar ön planda olmak üzere kas zaafı ve refleks kaybı da gözlenmektedir.
Polinöropatide tiamin tedavisine iyi cevap alınmaktadır.
Dolaşım sistemi
bulguları olarak, taşikardi, efor dispnesi, postural hipotansiyon ve minor
elektrokardiyografi (EKG) değişiklikleri gözlenmektedir. Kardiyak beriberinin bulgusu
olan, tiamine cevaplı kalp yetersizliği çok nadiren gelişmektedir (Victor, Adams ve
Collins’in geniş serisinde iki hastada mevcuttur). Tiamin eksikliğinde efferent
sempatik sistem etkilenmektedir. Bu nedenle hastalarda, az beslenme ve hipovolemiyle
açıklanamayan hipotansiyon, periferik vasküler dirençte azalma, taşikardi ve postural
hipotansiyon gelişmektedir. EKG'de ise nonspesifik ST ve T değişiklikleri
görülebilmektedir. Bu bulgular tiamin verilmesiyle kısa sürede düzelmektedir (Swank
ve Bessey; 1942; Gravallase ve Victor, 1957; Birchfield, 1964).
Hastaların
hepsinde, kalorik testle ölçülen vestibuler fonksiyon bozukluğu bulunmaktadır. İlk
hafta içinde yavaş ve düzensiz bir iyileşme başlamaktadır. Genellikle tam olarak
düzelmemektedir (Victor, Adams ve Collins, 1971; Witt ve Goldman, 1983; Butterworth ve
ark., 1986; Vorthmeyer ve Colmant, 1988; Furman ve Becker, 1989; Ghez, 1995). WA
hastalarında odiyometri ve BAEP normaldir (Probst, 1983). WA’da detrüsör kasında
aşırı kasılma ve artmış idrar volümüne bağlı gelişen idrar inkontinansı
Sakakibara ve ark., (1997) tarafından bildirilmiştir. Tiamin tedavisini takiben bu
bulguda düzelmektedir.
WA’da serebral
kan akımı, O2 ve glikoz tüketimi azalmakta, bilinç değişiklikleri
gözlenmektedir. Ancak, bu değişiklikler tam olarak EEG'ye yansımamaktadır. Akut
dönemde incelemesi yapılan hastaların, yaklaşık yarısında EEG anomalileri
saptanmakta, diğer yarısında ise EEG normal bulunmaktadır (Victor, Adams ve Collins,
1971). Saptanan anomaliler metabolik defektin birebir yansıması olmadığından, EEG
lokalizasyona yardımcı olmamaktadır. Bildirilen EEG anomalileri; yaygın diffuz
yavaşlama, daha çok beynin ön yarılarında olan teta dalga aktivitesi, çok nadiren
ise yaygın olan keskin ve yavaş dalga kompleksleridir (Victor, Adams ve Collins, 1971;
Martin ve ark., 1986; Martinez-Barros ve ark., 1994).
Klinik Seyir
Hastaların
tümünde tiamine hızlı cevap kaydedilmektedir. Tedaviye cevap ilk günlerde çok
belirgindir. İlk bir aylık dönemde belirgin düzelme gözlenmektedir. Sonraki iki üç
ayda düzelme yavaşlamakta, daha sonrasında ise çok az düzelme gözlenmektedir.
WA’lı hastalarda genelde karaciğer yetmezliği, infeksiyon (pnömoni, akciğer
tüberkülozu ve septisemi sıklıkla) benzeri nedenlerden ölüm olmaktadır. Çok azı
ise geri dönüşümsüz evrede olan WA’lı hastalardan oluşmaktadır. Victor, Adams ve
Collins’in serisinde akut dönem için % 17 oranında mortalite bildirilmiştir.
Okuler
bulguların düzelmesi:
Okuler paralizinin
tiamine cevabı saatler içinde başlamaktadır. Eğer bu düzelme başlamaz ise tanıdan
şüphelenmek gereklidir. Bakış kısıtlılığında ve lateral rektus paralizisinde,
birkaç hafta içinde tam düzelme gözlenmektedir. Hastalığın tek kalıcı okuler
bulgusu ise horizontal nistagmustur (% 60 oranında). Pitoz ve retinal hemoroji de tamamen
düzelmektedir. Fakat pitozlu hastaların bir bölümü tedaviye rağmen ölmektedir.
Bakış paralizisi kural olarak tam düzelmektedir. Ancak kronik WKS hastalarında,
okulomotor fonksiyonda tam düzelmeye rağmen düz izlemede yavaşlığın kalıcı
olduğu gösterilmiştir (Kenyon ve ark., 1984).
Ataksinin
düzelmesi:
Okuler bulgulara
oranla ataksi, bir derece daha yavaş iyileşmektedir. Hastaların yaklaşık % 40’ında
tedavinin 2-6. günlerinde iyileşme başlamaktadır. Bu hastaların bir bölümü tamamen
iyileşmekte, diğerlerinde ise “tandem” yürüyüş yapamama düzeyinde bozukluk
kalmaktadır. İkinci haftadan sonra iyileşme başlayanlarda tam düzelme
gözlenmemektedir. En iyi düzelme gözlenenler yere geniş basarak, hafif sarsak
yürüyen ve “tandem” yürüyüşü yapamayanlardır.
Tüm hastalarda,
ataksiden düzelme ilk ay içinde başlamaktadır. Ancak; Victor,Adams ve Collins’in
serilerinde az sayıda hastada birinci aydan sonra iyileşme başlamıştır. Hatta bir
hastada yedinci ayda iyileşme başlamıştır. Serideki hastaların % 30’unda anlamlı
bir iyileşme gözlenmemiştir. Bu hastaların başlangıç klinik tablolarının
diğerlerinden farklı olmadığı belirtilmiştir. Ekstremite ataksisinde ve dizartride
olan düzelme daha hızlı ve gövde ataksisinden önce olmaktadır. Ataksiden düzelmenin
sol tarafta daha yavaş olduğu gözlenmiştir. Vestibuler fonksiyonun ise ataksi ile
birlikte düzelme seyri gösterdiği belirtilmiştir (Victor, Adams ve Collins, 1971).
Global Konfüzyonel
Durum:
Hastalarda
başlangıçta olan bu kompleks tablo daima geri çekilmekte, çoğunluğunda amnestik
durum açık hale gelmektedir. WA ile KS zaman olarak birbirlerinden ayrılamamakla
beraber, okuler ve ataksik bulgularda düzelmeyle birlikte global konfuzyonel durumdan
amnestik sendroma geçiş, ardarda gelen evreler olarak gözlenmektedir. Victor, Adams ve
Collins (1971), hastaların bir bölümünde ilk hafta içinde okuler bulgularla beraber
konfüzyonel durumda da iyileşme başladığını gözlemlemişlerdir. Hastaların üçte
ikisi ilk ayda, üçte biri ise ikinci ayda düzelmiştir. Bu hastalarda mental bozukluk
amnestik durum olarak devam etmiştir. Ancak, ilk hafta içinde konfüzyonel durumu
düzelen altı hastanın sonraki yaşamlarında mental bozukluğu saptanmamıştır.
KORSAKOFF SENDROMU -
PSİKOZU:
Hafıza
fonksiyonunun iki önemli bölümünde etkilenme olmaktadır. Anterograd ve retrograd
amnezi olan bu iki bölümün, daima birlikte etkilenmesi zorunludur. Retrograd amnezi,
hastalığın başlangıcından yıllar öncesine kadar giden eski bilgi ve deneyimlerin geri çağrılmasında
bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Anterograd amnezi ise yeni bilgileri öğrenme ve
kaydetmedeki (memorizing) bozukluktur. Konfabulasyon, hastalığa özgü bir semptomdur.
Ancak tanı için varlığı zorunlu değildir. KS’de hafıza dışındaki diğer
kognitif fonksiyonların çok az etkilendiği kabul edilmektedir. Tanı için hastaların
uyanık, cevaplı ve çevresinde olup bitenlerin farkında, kendisine ne söylendiğini
anlayabilir ve hafıza mesafelerinin yettiği problemleri çözebilir olmalarının
gerekliliği belirtilmiştir (erken dönem hariç). Ayrıca hastaların sosyal
alışkanlıklarında da belirgin bozukluk gözlenmemelidir.
Anterograd- Retrograd
Amnezi:
Anterograd amnezi
asla tam değildir. Amnezisi en ağır olan hastalar, kendisine verilen üç basit
faktörü (doktorun adı, tarih ve günün zamanını) tek tek tekrarlayıp, kendisinden
istenileni anlayarak kaydedebilmekte, ancak üçüncüsünü tekrarlarken ilkini
unutmaktadırlar. Özellikle yeni durumlara adaptasyonda, geçmiş deneyimle integrasyon
gerektiğinde başarısız olduklarından (öğrenme bozukluğu) toplum içinde çaresiz
kalmaktadırlar.
Yakın geçmişin
hafızasının uzak geçmişe oranla daha fazla bozulduğu gözlense de hastanın uzak
geçmişini yeterli değerlendirecek ayrıntılara genellikle sahip olunamadığından
uzak geçmiş yeterli test edilememektedir. KS’li hastalar iyileşse bile hastalığın
akut dönemi için tümünde hafızada boşluk kalmaktadır. Bu durum kaydetmede
bozukluktan daha çok, hastalığın akut dönemindeki
konfüzyon nedeniyle gelişmektedir. Retrograd amnezi çoğunlukla ağırdır ve
hastalığın başlangıcından önceki birkaç yıllık dönemi kapsamaktadır.
Zungwill’den aktaran Cutting (1985) on yıl ve daha geriye uzanan amnezi de
bildirildiğini belirtmiştir. Hastalar geçmiş deneyimlerini uygun zaman sıralaması
olmadan geri çağırmaktadır. Bu nedenle bazen yanlışlıklar içeren hikayelerini
tekrar tekrar aynı şekilde anlatabilmekte, zamanı yanlış değerlendirdiklerinden
dokuz yıl öncesini bir yıl öncesi gibi hatırlamakta veya aylardır hastanede
olmasına rağmen “bir gün önce geldim” diyebilmektedir. Bu açıdan
olgularımızdan birinin izlemimizin üçüncü yılındaki tanımı dokunaklı olduğu
kadar amnestik yaşantılamanın çok iyi bir örneğidir de: “Ziyarete geldiğinde
oğlumu gürüyorum. Kocaman bir çocuk. Ne zaman büyüdü, şaşırıyorum. Oysa ki
bebekliğiyle ilgili anılarım çok berrak. Zaten kendimi de onun bebekliğindeki
yaşımda hissediyorum. Daha sonra benim için değer taşıyan, gurur duyacağım şeyler
yaptım biliyorum, hatırlamalıyım ama hepsi karanlık...”.
Konfabulasyon:
Hastalığın erken
safhalarında belirgindir, nadiren kronik-stabil safhada da görülebilmektedir. Her
hastada gelişmemekte ve ortaya çıktığında sürekli olmamaktadır. Konfabulasyonun
hastalığın iki dönemi için farklı gözlendiği söylenebilir. Konfüzyonun ağır
olduğu ilk dönemde hasta algısal bozukluk nedeniyle doğru tanımlayamamakta ve
yanlış yorumlamaktadır. Örneğin; Victor, Adams ve Collins’in bir hastası doktorunu
kuyumcu olarak algılamakta ve yüzük almak üzere konuşmaktadır. Konfüzyonel durumun
geri çekildiği dönemde konfabulasyonun yapısı değişmekte, hasta geçmiş deneyimleri ile ilgili sırasız uygun
olmayan bağlantılar kurduğundan, akla uygun olmayan hayali hikayeler anlatmaktadır.
Spontan ve ardarda
gelen konfabulasyon nadirdir. Genelde işi ve aktiviteleri (özellikle bir günü aşan
yakın geçmişine ait aktiviteler) ile ilgili sorulara verilen cevaplarda ortaya
çıkmaktadır. İçerik görüşmelerle değişebilmekte veya aynı soru konfabulasyonu
kışkırtabilmektedir. Konfabulasyonun derinliğini değerlendirmek içinse hastanın
geçmiş yaşam detayları hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir.
Yine Victor, Adams
ve Collins’in bir örneğinde hasta; iki-üç
defa gördüğü ve nöropsikolojik testleri veren uzmana "gözlüklü şişman bir
adamla jimnastik salonunda eski zamanlar hakkında konuştuk, bir şişe coca-cola için
hizmetliyi çağırdık" hikayesini anlatmıştır. Gerçekte şişman gözlüklü
adam sürekli hekimi, hizmetli onun gözetmenidir. Coca-cola şişesi ise bir hafta önce
eşi tarafından ziyarette getirilmiş olup yatağının başucunda durmaktadır.
KS’li hastaların
sıklıkla tekrarlanan durumlarda hafızalarındaki boşlukları konfabulasyonla
doldurdukları söylenebilir. Boşluğun hastalar tarafından kasıtlı olarak
doldurulduğunu savunanlar olsa da konfabulasyonun kasıtsız geliştiği genel kabul
edilen görüştür. Victor, Adams ve Collins (1971) serilerinde, bazı sıkıntılı
durumlar dışında hastalarının hiçbirinde kasıt gözlemlemediklerini
belirtmişlerdir. Ayrıca hastaların iyileşmeleri ile birlikte hafızalarındaki
bozukluktan daha haberdar oldukları dönemde konfabulasyonların azaldığını, sorulan
sorulara çoğunlukla "bilmiyorum" cevabı alındığını gözlemlemişlerdir.
KS’nin kronik
safhasında hastalar apatik, isteksiz, nasıl göründüklerine ve çevresindekilere
ilgisiz duruma gelmektedirler. Tereddütsüzce insanları tanıyamamakta, cevaplarından
emin olamamaktadırlar. Amnezik hastalarda bu görünüm tipiktir. Hafızanın
iyileşmesinin tam olduğu düşünülen örneklerde ise eski işlerinde önceki
performanslarına ulaşamadıkları gözlenmiştir. Bu durum KS sonrası gelişen
ilgisizlik ve girişimsizliğe bağlanmıştır. Bütün hastaların dil yeteneği, şekil
yeteneği, uzun süredir olan motor yetenekleri, sosyal alışkanlıkları korunmuştur.
Apraksi ve agnozi hiçbirinde saptanmamıştır (Victor, Adams ve Collins, 1971; Cutting,
1985).
Victor, Adams ve
Collins (1971) hastalarını ortalama beş yıl (bazılarında on yıla kadar)
izlemişlerdir. Hastaların az bir bölümünde başlangıçta KS mevcuttur. Amnezik
durum, diğerlerinin çoğunluğunda ilk aylarda, az bir bölümünde ise iki aydan daha
sonraki dönemde açık hale gelmiştir. Hastaların çok azında ilk haftalarda iyileşme
başlamıştır. Çoğunluğunda, ilk birkaç ayda iyileşmenin başladığı
gözlenmiştir. Ortalama olarak hastaların dörtte birinde tam iyileşme saptanmıştır.
Aynı oranda hastada ise anlamlı iyileşme gözlenmemiştir. Kalan yarısı ise iki uç
arasında çeşitli derecelerde düzelmiştir. Belirgin iyileşme gözlenenler ev
yaşantılarına geri dönebilmişlerdir. Bu hastalar ellerinde listeyle alışveriş
yapabilecek düzeyde olmalarına rağmen eski iş performanslarına ulaşılamamışlar,
nöropsikolojik testlerle tespit edilebilen bozukluk ise devam etmiştir. Diğer uçtaki
çok az iyileşenler ise sadece basit işleri gerçekleştirebilmektedirler (hastanede
odasını veya yemek odasını bulabilir, günlük olayları çok sınırlı
hatırlayabilirler).
Nöropsikoloji:
Genel kognitif ve
frontal lob fonksiyonlarında etkilenme ile ilgili bulgular: Alkolik KS’li
hastalarda geniş çeşitlilik gösteren genel bir kognitif etkilenme olmasına rağmen,
nöropsikolojik bulguların asıl olarak hastalığın klinik tanımlaması olan hafıza
defekti ile uyumluluğu bildirilmektedir (Jacobson ve Lishman, 1987). Daha spesifik olarak
belirtilecek olunursa görsel algı ve vizyospasyal kapasite isteyen testlerde
etkilenmeler gösterilmiştir. Ancak bu görsel algı defisitleri klinik olarak amnezik
olmayan alkoliklerde de gözlenmiş ve kortikal asosiasyon alanlarındaki atrofiye bağlı
olabileceği belirtilmiştir (Kopelman, 1995). Bundan başka frontal lob veya
“yürütücü işlevler”de etkilenme de gösterilmiştir. Bu durumun otopsi ve
görüntüleme ile saptanan frontal lob atrofisi ile uyumlu olduğu belirtilmiştir.
Kopelman’ın aktardığına göre Leng ve Parkin (1988) ile Janowsky ve ark. (1989)
KS’li hastalarda yaptıkları frontal yürütücü işlevleri değerlendiren Wisconsin
kart eşleme testinde (WCST) düşük performans bulmuşlardır. Yine frontal lob
özellikli F.A.S verbal akıcılık testinde de etkilenme gösterilmiştir (Kopelman, 1989
ve 1991). Bu nedenle Korsakoff hastalarındaki hafıza kusurunun bazı görünümlerinde
frontal lob fonksiyonlarındaki bozulmanın etkisinin olabileceği belirtilmiştir.
KS’nin bu nöropsikolojik görünümleri için kronik alkol kullanımının etkisi
sorumlu tutulmuştur (Kopelman, 1995)
Hafıza Bozukluğu: Korsakoff
hastalarındaki asıl görünüm olan kalıcı hafıza kusurunun değerlendirmesi amaçlı
pekçok çalışma yapılmıştır. Primer ya da anlık hafıza çok kısa süreler için
az miktarda bilginin tutulmasını sağlamaktadır. Hafızanın bu bölümü genelde sayı
dizileri, kısa süreli serbest hatırlama ve kısa süreli unutma gibi testlerdeki
performansla ölçülebilmektedir. Yapılan araştırmalarda hem sözel hem de sözel
olmayan dizileri içeren testlerde Korsakoff hastaları yeterli performans
göstermişlerdir.
Sekonder hafıza
ise primere göre daha uzun olan sürede ve daha fazla miktarda bilgiyi tutma kapasitesine
sahiptir. Sekonder hafızada bazı spesifik şifreleme veya fizyolojik konsolidasyon
işlevleri ile bilgi depolanmaktadır. Hatırlamada ise uygun ipuçları ile geri
çağırmanın büyük oranda kolaylaştırıcı etkisinin olduğu bilinmektedir. Sekonder
hafızanın bilinçli (“explicit”) bileşeni farkında olarak yaptıklarımızı
içermekte ve Korsakoff hastalarında ağır bir biçimde bozulmaktadır. Bu etkilenmenin
fizyolojik “konsolidasyon”un yapılamamasına bağlı olduğu ve bunun da
nörokimyasal ve elektrofizyolojik korelasyonu içerdiği düşünülmektedir (Kopelman,
1995).
Sekonder
hafızanın bilinç dışı “implicit” bileşeni ise farkında olmadan yapılmış
olan öğrenmeyi içermektedir. Hafızanın bu bölümü motor-algısal becerilerin
(prosedural bellek) kazanılması ve muhafazası ile farkında olmadan hatırlamayı
(priming) içermektedir. Bir çok çalışmada bu bilinç dışı hafızanın korunmuş
olduğu gösterilmiştir. Genel olarak Korsakoff hastalarında; kortikal yapılar
(priming) ve subkortikal yapılara (prosedürel bellek) bağlı, korunmuş kalan
“implicit” hafızaya rağmen limbik-diansefalik yapıların etkilenmesi ile ağır
bozulan “explicit” belleğin disosiasyonundan bahsedilebilir.
Diğer bileşen
olan semantik bellek ise dil, fikirler ve dünyaya ilişkin doğruların (örn: Paris
Fransa’nın başkentidir) kümelenmesini içermektedir. Bu bellek bileşeni spesifik yer
ve zaman parçasındaki olayla, bu öznel yaşantının hatırlanmasından
bağımsızdır. Semantik belleğin dominant temporal lob atrofi veya patolojisine bağlı
geliştiği gözlenmiştir. Korsakoff hastaları ise genel olarak semantik hafızayı
değerlendiren testlerde göreceli bir korunmuşluğa sahiptirler. Ancak Korsakoff
hastalarının kelime akıcılığı gibi hız testlerinde ve hastalanmadan sonraki
dönemde yeni kelimeleri, toplumsal figürleri (başbakan vb.) öğrenmede
başarısızdırlar.
Retrograd amnezi
ise anterograd kadar iyi tanımlanamamıştır ve halen tartışmalıdır. Korsakoff
hastalarında açık biçimde birkaç on yıla kadar uzanabilen retrograd amnezi
mevcuttur. Uzak toplumsal sonuçların “semantik” bilgileri, hastanın kendi
yaşantısı ile ilgili “kişisel semantik” hafıza ve hastaların geçmişlerindeki
olaylar ve sonuçlar için olan otobiyografik hafıza bu hastalarda etkilenmiştir.
Hatırlama ve tanımanın başarılamaması olan bu hasarlanmada esas olarak geri
çağrımın yapılamaması gösterilmektedir (Cutting, 1985; Aggleton ve Shaw, 1996).
KS’li hastalarda Alzheimer benzeri demanslı hastalara oranla daha ağır bir etkilenme
mevcuttur. Ayrıca yakın döneme ait uzak hafıza (hastalanmadan önceki birkaç yıl)
belirgin hasarlanmıştır. KS’li hastalarda (ki bu varolan çalışmalar alkolik
KS’liler üzerinde yapılmıştır) ağır alkol içme dönemi boyunca anterograd
zararlanmanın özellikle yakın hafıza zararlanmasında etkili olduğu yorumu da
yapılmaktadır (Kopelman, 1995).
ETİYOLOJİ:
Uzun yıllar
WKS’nin alkolün toksik etkilerine veya diğer toksinlere bağlı gelişen inflamatuvar
bir hastalık olduğu düşünülmüştür. Bin dokuz yüz otuzlu yılların başında yapılan patolojik çalışmalar sonucunda
(Victor, Adams ve Collins’in aktardıkları çalışmalar: Creutzfeldt, 1928; Ohkuma,
1930; Neuburger, 1931; Bodechtel ve Gagel, 1931; Kant, 1932) ise fokal lezyonların beyin
sapındaki gri maddede hemoraji, endotelyal ve vasküler proliferasyon, glial hücrelerde
artış şeklinde gerçekleştiği ve inflamatuvar infiltrasyonun olmadığı konusunda
ortaklaşılmıştır. Nutrisyonel etiyoloji yine 1930'lu yıllarda kabul edilmiştir.
Yeterli beslenemeyen ve sürekli kusan hastalarda sendromun gelişmesi (o dönemde
bildirilen hiperemezis gravidarum, Hodgkin lenfoma ve intestinal obstrüksiyonlu
olgularla) nutrisyonel etiyolojiyi ön plana çıkarmıştır. Victor, Adams ve
Collins’in (1971) aktarımları ile Wechslers 1932 yılında, kronik alkoliklerdeki
vitamin eksikliğinin önemine dikkat çekmiştir. Strauss 1933 yılında alkolik
periferik nöropatinin parenteral B vitamin tedavisine cevabını bildirmiştir. Wegener
ve Weir 1937 yılında gebelikte kusmaları olanlara B vitamini verilmesi gerektiğini
belirtmişlerdir. İki yıl sonrasında Bowman tarafından KS’de tiaminin tedavi edici
etkisi bildirilmiştir. Aynı yıllarda güvercinler üzerinde yapılan çalışmalarda
Alexander ve ark., tiamin eksikliği geliştirilen güvercinlerde oluşan WA
lezyonlarının, yerleşim ve patolojik özelliklerinin WA’lı hastalarla benzerliği
gözlenmiştir. Bu lezyonların tiamin yeterli verilip, diğer vitaminlerin verilmediği
durumlarda gelişmediğini belirtmişlerdir. Bunun ardından WKS hastaları üzerinde
yapılan klinik gözlemlerle tiamin eksikliği ile sendromun ilişkisi tamamen açık hale
gelmiştir (Cruickshank, 1976)
KS’de hafıza
bozukluğu ile tiamin arasındaki ilişki daha zor tanımlanmaktadır. Çünkü iyileşme
yavaştır ve tam değildir. Ancak, amnestik durum biyokimyasal lezyondan daha çok
strüktürel lezyona bağlı olduğu için iyileşmenin de tam olmadığı
düşünülmektedir. Ayrıca, diencephalondaki amnestik durumdan sorumlu yapıların
diğerlerine oranla daha şiddetli etkilendiği ve daha az geri dönüşümlü olduğu
belirtilmiştir.
WKS’nin
alkoliklerdeki gelişimi, hem tiamin eksikliğine hem de alkolün direkt toksik etkisine
bağlanmaktadır. Alkol, tiaminin emilim sürecinden başlayıp karaciğere aktif
transportu, depolanması ve aktif hale gelmesine kadar olan her aşamada negatif etkiye
sahiptir. Alkol ve metaboliti olan asetaldehidin, karaciğer ve beyindeki tiamin-relased
enzim üzerine negatif etkileri sonucunda tiaminin aktif formunda (TPP) azalma
gözlenmektedir. Alkol kullanımına bağlı gelişen karaciğer hastalıkları sonucunda
tiamin homeostazı bozulmaktadır (Takabe ve
Itokawa, 1980; Butterworth, 1995). Alkoliklerde tiaminin besinsel alınımı düşük
olmakta, aynı zamanda alkol tiaminin gastrointestinal sistemden aktif transportunu da
azaltmaktadır. Sonuç olarak sürekli alkol alımı, sürekli tiaminin eksikliğine sebep
olmaktadır (McEntee ve ark., 1993).
Alkolik olmayan
hastalardaki tiamin eksikliği ise kusma, kötü beslenme veya malabsorpsiyon, çeşitli
nedenlerle beslenmeyi reddetme gibi durumlarda gelişmektedir. Literatürde bildirilmiş
olan ilk alkolik olmayan olgu, 1881’de sendromu tanımlayan C. Wernicke'nin kadın
hastasıdır. Daha sonra kronik gastriti ve sürekli kusmaları olan hastanın otopsisinde
saptanan WA, 1937 yılında Neubürger tarafından bildirilmiştir. Aynı yıllarda
gebelik kusmaları sonrasında WA gelişimine dikkat çekilmiştir. Yetmişli yıllarda,
obesitenin tedavisinde uygulanan gastrik plikasyon yöntemi ve diğer GİS cerrahi
operasyonları sonrasında kusmaları olan olgularda WA geliştiği bildirilmiştir (Haid
ve ark., 1982; MacLean, 1982; Villar ve Ranne, 1984; Oczkowski ve Kertesz, 1985). Yine
aynı yıllarda tiamin eklenmeden sürdürülen uzun süreli İV beslenmeler sonucu WA
gelişimi bildirilerek, özellikle yoğun bakım ünitelerinde uygulanan
hiperalimantasyonda tiamin eklenmesinin önemi belirtilmiştir (Nadel ve Burger, 1976;
Kramer ve ark., 1977; Lonsdale, 1978). Wallis ve ark. (1978) ise WA karekteristik
bulguları olmadan koma halinde acil ünitesine getirilen dört hastanın otopsisinde
sendromu tanımladıktan sonra, genel durumu düşkün ve komada gelen hastalara hemen
tiamin verilmesinin önemi vurgulanmaya başlanmıştır (Tablo 3).
Uzun yıllardır,
WKS gelişimine olanak sağlayan hastalıklar tanımlanmasına rağmen, günümüzde
hâlâ yukarıdaki sebeplerden dolayı gelişmiş WA olguları bildirilmektedir (Hiperemezis gravidarumda; Chaturachinda, 1968;
Ebels, 1978; Nıghtıngale ve Bates, 1982; Wood ve ark., 1983, GİS cerrahileri sonrası; La Pia ve ark., 1988;
Bataller ve ark., 1997; Berlot ve ark., 1997; Pagnan, 1998; Mason, 1998, İV hiperalimantasyonda; Ferrari ve ark., 1991;
Shiozawa ve ark., 1995). Ayrıca son dönemde GİS cerrahisinden uzun yıllar sonra,
latent devam eden tiamin eksikliğinin diyet alışkanlığındaki küçük değişimlerle
açığa çıkmasına bağlı gelişen WA (Okimo ve ark., 1993; Shimamura ve ark., 1998)
ile total parenteral nutrisyon uygulamalarında oral vitamine geçilmesi sonucunda
gelişen başka bir olgu (Hahn ve ark., 1998) bildirilmiştir (Tablo 3). Bu çalışmanın
sürdüğü sırada fakültemizde obesite nedeniyle opere edilen genç bir kadın hastada
WKS saptanmıştır (Emre, Gürvit kişisel aktarım).
Literatürde en
genç WA hastası 8 aylık bir bebektir ve parenteral beslenme ile WA gelişmiştir (
Meyers ve ark., 1978). Kronik diyaliz uygulanan üremik hastalarda yeterli tiamin
eklenmesi yapılmazsa WA gelişebilmektedir (Lopez ve Collins, 1968; Faris, 1972; Jagadha
ve ark., 1987). Malignite hastalarında ve diğer ağır sistemik hastalığı olanlarda
malnütrisyon, kusma vb. nedenlerle besin
alımının azalması sonucunda WA gelişmektedir (Becker, 1990). Ayrıca kemoterapötik
ajanların kullanımında WA gelişimi bildirilmiştir [kemik iliği transplantasyonu
sonrası muhtemelen Busulphan kullanımına bağlanılan hasta (Divisione, 1990);
doksifluridin (5’-dFUrd) kullanılan 15 kanser hastanın 10’unda WA gelişmesi (Heier
ve Fosså, 1986); kemoterapi
alan lösemili hastalarda gelişimi (Pittella, 1990; Majolino ve ark., 1990) ]. Anoreksiya
nevroza ve diğer psikiyatrik hastalıklar sonucunda besin alımının azalmasıyla
gelişen WA olguları da mevcuttur (Handler ve Perkins, 1982; Bakhai ve Muqtadır., 1987).
Savaş esirleri, açlık grevi ve çeşitli
nedenlerle uzamış tam açlık durumlarında gelişen WA bildirimlerinden ilgili
bölümlerde bahsedilmiştir.
Tablo 3. WKS gelişim etiyolojisi
Alkolizm
(Victor,
Adams, Collins, 1971 vd.) |
Oral
alımın azalması
Alkolün
tiamin emilim, depolanma-serbest bırakılma vb bütün metabolizması üzerine negatif
etkileri |
Kronik
içicilerde sürekli kusmaları takiben, alkol yoksunluk sendromu veya herhangi bir
biçimde acile başvuran alkolik hastalara iyatrojenik vitamin eklenmemiş dekstroz
yüklenmesi
ile |
Gastrointestinal
cerrahi sonrası (MacLean, 1982; Haid ve ark., 1982; Oczkowski ve Kertesz, 1985; La
Pia ve ark., 1988; Ferrari ve ark., 1991; Parkin ve ark., 1991; Okino ve ark., 1993;
Berlot ve ark., 1997; Bataller ve ark., 1997; Pagnan ve ark., 1998; Mason, 1998; Shimamura
ve ark., 1998; Mascalchi ve ark., 1999) |
Akut
dönemde kusmalar,
kronik
dönemde
malabsorpsiyon |
Obesitenin
gastrik plikasyonla
tedavisi,
peptik ülser op., tüm GİS malignite cerrahileri |
Malabsorpsiyon
sendromları
(Harter
ve Nokes, 1995; Hahn ve ark., 1998) |
Emilim
azalır |
Chron ve
diğer sendromlar
TPN
uygulanan hastalarda oral vitamine geçilmesi |
Malign
hastalıklar
(Pittella ve Castro, 1990) |
Kusma,
malnütrisyon ve
kemoterapötiklerin
etkisi |
Lösemiler,
Hodgkin lenfoma, tüm batın tümörleri (GİS ve jinekolojik) |
Nefroloji
(Farris,
1972; Raskin ve ark., 1976; Jagadha ve ark., 1987) |
Üremi ve
plazma protein
kaybı |
Kronik
hemodiyaliz ve peritoneal
diyaliz |
Obstetrik
(Nightingale
ve Bates, 1982; Peeters ve ark., 1993; Iwamoto ve ark., 1994; Omer ve ark., 1995) |
Sürekli
kusmalar |
Hiperemezis
gravidarum |
Toksik
maddelerin alımı
(Wigowska-Sowinska,
1981) |
Sürekli
kusmalar,
SSS
üzerine toksik etki |
Özellikle
suisid amaçlı alınmış kimyasal maddeler |
Ağır
sistemik hastalıklar
(Vieregge
ve Stuhlmann, 1987; Lindberg ve Oyler, 1990; Millson ve ark., 1995) |
Sistemik
hastalığın
metabolik
etkileri, alımın azalması, kusmalar |
CREST,
AİDS, tirotoksikoz, diabetik koma |
İlaçlara
bağlı
(Heier
ve Fossa, 1986; Mukherjee ve ark., 1986; Majolino ve ark., 1990; Linberg ve Oyler, 1990)
|
Tedavi
amaçlı kullanılan ilaçlar |
Diyabetiklerde
tolozomid kullanımı, uzun süreli yüksek doz nitrogliserin infüzyonu, kemoterapotik
ajanlar (Busulphan, siklofosfamid, 5’-dFUrd) |
Kendi kendine oluşturma |
Gönüllü uzamış açlık
(Frantzen ve ark., 1966; Drenick ve ark., 1966; Devathasan
ve Koh, 1982; Petland ve Mawdsley, 1982; Gürvit ve ark., 1993; Gropman ve ark., 1998;
Waterson ve Gilligan, 1986) |
Açlık grevi veya kilo verme amaçlı uzun süreli beslenmeme |
|
Psikiyatrik hastalıklar
(Weder ve ark. 1982; Bakhai ve Muqtadır, 1987; Doraiswamy
ve ark., 1994; Newman ve ark., 1998; Mascalchi ve ark., 1999) |
Anoreksiya nevrosa, paranoid içerikli psikoz, beslenmenin ve
özbakımın yitirildiği ağır regresif depresyon ve şizofreni |
Beslenememe
(Burgess, 1946; Cruickshank, 1946; Denny-Brown, 1947;
Wardener ve Lennox, 1947; Smith ve Woodruff, 1951; Martinez-Barros ve ark., 1994) |
Dışardan alımın
kısıtlanması |
Savaş esirleri, sosyo-ekonomik
koşulların yetersizliği |
İatrojenik |
Vitamin eklenmeden İV ve NG besleme
(Nadel ve Burger, 1976; Kramer ve ark., 1977; Lonsdale,
1978) |
Uzamış İV uygulama |
|
|
İV ve NG hiperalimantasyon |
|
Acil ünitelerinde vitamin eklenmemiş dekstroz içeren
mayilerle damar yolunun açılması
(Suzuki ve ark., 1996) |
Nedeni bilinmeyen koma ile acile getirilenler.
Malnütrisyonlu hastalarda sepsis veya diğer metabolik
bozuklukların veya travmaların tanıda önceliği alması |
|
Tedavi amaçlı
(Drenick ve ark., 1966; Petland ve Mawdlesy, 1982; Gürvit
ve ark., 1993; Doraiswamy ve ark., 1994) |
Uzun süreli açlığın
sonlandırılmasıyla, obesitenin tedavisi |
PATOFİZYOLOJİSİ:
WA ve WKS’nin,
biyokimyasal ve strüktürel lezyonlarının gelişiminin temelinde nutrisyonel
faktörlerin ve alkolün etkilerinin, asıl olarak da
tiamin eksikliğinin olduğu bilinmektedir. Etanol ve metaboliti asetaldehid çeşitli
açılardan hastalığın gelişiminde rol almaktadır (tiamin emilimi, transportu,
depolanması, aktif hale gelmesi). Tavşanlar üzerinde yapılan çalışmalarda alkol
alımını takiben eritrositlerde transketolaz aktivitesinin ve TPP effektivitesinin
azaldığı görülmüştür (Takabe,1980). Bütün bu etkilenimlere ek olarak alkolikler
çoğunlukla yüksek etanol ve az tiaminli beslenme alışkanlıklarına sahiptirler.
Alkolün WA gelişiminde direkt nörotoksik etkisi tartışılmakla beraber hayvan ve
insan deneyleri göstermiştir ki, aşırı alkol ile birlikte yeterli tiamin alımı
olursa WA semptomları gelişmemektedir (Price ve Williams, 1993). Alkoliklerde yapılan
otopsi çalışmalarında % 1-2 arasında değişen oranlarda WKS’nin karekteristik
patolojik bulgularına rastlanmıştır. Bu olguların çoğunluğunun ölümden önce
tanı almaması da dikkat çekicidir. Alkoliklerin belirgin hafıza problemlerinin ve
nöropsikolojik defisitlerinin kalite olarak KS ile benzerliği de pek çok çalışmada
gösterilmiştir. Etanolün uzun süreli tüketiminin fonksiyonel tiamin eksikliği ile
sonuçlanabileceği ve kümülatif zarar hipotezi ile KS’nin tiamine
cevapsızlığının açıklanabileceği belirtilmiştir. Halen tartışılmakla beraber
alkolün doğrudan değil tiamin üzerinden dolaylı etki ile beyin hasarına
yolaçtığı son zamanlarda daha açık hale gelmiştir (Butterworth, 1989).
Kusmanın, WA
bulgularının klinik olarak ortaya çıkmasında rolü büyüktür. Sürekli kusmalar
suda çözünür bir vitamin olması nedeniyle vücutta depo edilemeyen tiaminin kısa
sürede eksikliğine neden olmaktadır. Alkoliklerde sürekli kusmalar hepatik
hasarlanmaya bağlı metabolik bozukluk sonucunda gelişmekte ve bu evrede tiaminin
homeostazı da ileri derecede bozulmuş olmaktadır (Price ve ark., 1993; Peeters ve ark.,
1993).
Alkolik ve alkolik
olmayan hastalarda, WA gelişimi öncesi öykü değerlendirildiğinde iki görünüm
açık olarak ortaya çıkmaktadır. Birincisi kusmalar, diğeri ise tiamin depoları
iyice azalmış durumda olan kişilere hekimlerce İV glikoz yüklemesidir. Her iki durum
da çeşitli nedenlerden (alkolizm, kötü beslenme, malabsorpsiyon, dışarıdan alımın
olmaması vd.) iyice azalmış olan tiamin depolarının tamamen tüketilmesini
hızlandırarak, WA’nin gelişimini sağlamaktadır.
WA gelişiminin
nöro-kimyasal temeli çalışma ve hipotezleri: Tiamin eksikliğinin
WKS gelişimindeki rolü çok iyi tanımlanmakla birlikte etkilenmenin kesin mekanizması
bilinmemektedir. Bu konuda çeşitli çalışmalar vardır. Tiamin eksikliği, glukoz
metabolizması ile DNA ve nöroransmitter sentezlerinde, TPP’nin kofaktör olduğu üç
enzimatik yoldan etkilenme yaratmaktadır. Bunlar pirüvat dehidrogenaz, a-keto-glutarat
dehidrogenaz, transketolaz enzim veya enzim kompleksleridir. Özellikle mitokondriyal
enzim kompleksi olan a keto glutaratta pritiamin (tiaminle yarışarak bloke eder)
verilmiş tavşanlardaki selektif azalma dikkat çekicidir. Bu azalmanın patolojik
değişikliklerin oluşumundan önce ortaya çıktığı ve saptanabilen en erken
biyokimyasal hasar olduğu bildirilmiştir (Sheu, 1998). Ayrıca sendromun gelişiminde
beyin metabolizmasındaki bölgesel farklılıklar rol oynamaktadır. Tiamin eksikliği
geliştirilen hayvanlarda tiamindifosfatın, beyin sapında özellikle seçici olarak
talamusta azaldığı gösterilmiştir (Herouxs, 1995). Yine tiamin eksikliği
geliştirilmiş hayvanlara TPP verilmesi ile WKS için karekteristik olan alanlarda
aktivitenin anlamlı derecede arttığı gözlenmiştir (Martin ve ark., 1994).
Tiaminin
non-koenzim fonksiyonlarının da hastalığın gelişimi ve kliniği üzerindeki etkileri
tartışılmaktadır. Tiaminin eksite membranlar üzerinde yüksek nöroaktivitesi
mevcuttur. Bu sağlanamadığında hücre membranının osmotik gradiyenti bozulmaktadır.
Bunun sonucunda intrasellüler ödem gelişmekte, kan-beyin bariyeri bozulmaktadır. NMDA
reseptörleri dolayımlı eksitotoksitenin de WA lezyonlarının gelişiminde etkili
olduğu düşünülmektedir (Butterworth,
1989 ve 1993). Ayrıca TPP’nin kofaktör olduğu enzim aktivitelerindeki azalma
sonucunda, 6 farklı nörotransmitterin etkilendiği düşünülmektedir. Bu
nörotransmitterlerin dördü (asetil kolin, glutamat, aspartat ve GABA) direkt olarak
glukoz metabolizmasına bağlıdır (Kopelman, 1995). Halen deneysel çalışmaları
süren ve KS’deki rolleri tartışmalı olan bu nörotranmitterler üzerindeki
çalışmaları kısaca özetlersek:
Asetil kolin: Sağlıklı
kişilerde kolinerjik blokaj bellek bozukluklarına yol açabilmektedir. (Kopelman ve
Corn, 1988). Ayrıca, Alzheimer hastalarında asetil kolinin azaldığı bilinmektedir.
TPP’nin azalması ile asetil-CoA veya yüksek enerjili fosfatların (ATP, ADP, AMP)
üretimi yetersiz kalmakta ve bunun sonucunda da asetil kolin sentezinin azalması
beklenmektedir (Schenker ve ark., 1980; Witt, 1985). Bununla birlikte tiamin tükenmesini
takiben saptanan asetil kolin seviyeleri halen tartışmalıdır (Kopelman, 1995).
KS ve asetil kolin
arasındaki diğer olası bağlantı ise nukleus bazalisteki nöronal hasarlanmadır
(Arendt ve ark., 1983). Ancak KS’li olup nukleus bazalisleri etkilenmemiş hastalar da
bildirilmiştir (Mayes ve ark., 1988). Ayrıca sağlıklı bireylerde kolinerjik
baskılama ile KS benzeri anterograd amnezi gelişmesine rağmen retrograd amnezi
gözlenmemiştir (Kopelman, 1995).
Glutamat/GABA: Hipokampusun
piramidal nöronlarında glutamat eksitatör, GABA ise inhibitör nörotranmitterdir.
Glutamat, hafıza işlevinde kritik rol oynadığı düşünülen hippokampustaki
N-metil-D-aspartat (NMDA) reseptör kompleksini aktive etmektedir. KS’de hippokampal
metabolizmada azalma bilinmesine rağmen henüz yeterli düzeyde değerlendirilmemiştir.
Noradrenalin ve
Seratonin: Noradrenerjik
sistemin hafıza fonksiyonu üzerindeki etkisini bir dizi çalışmada değerlendiren
McEntte ve Mair (1980), hastaların BOS’unda noradrenalin metaboliti MHPG düzeyini
ölçmüşlerdir. Klonidin verdikleri KS’li hastalarda MHPG düzeyi ile hafıza test
performanslarındaki düzelme arasında anlamlı istatiksel ilişki göstermişlerdir.
Ancak benzer cevap daha sonraki çalışmalarda alınamamıştır (Martin ve ark., 1984;
O’Carroll ve ark., 1993). Seratonin üzerine fluvoksamin (seratonin geri alım
inhibitörü) ile çalışmalar yapılmıştır. Bu hastalarda serbest hatırlama
performanslarıyla, BOS’da seratonin metaboliti 5-OHIAA düzeyinde azalmanın anlamlı
istatiksel ilişkisi gösterilmiştir.
Genetik
yatkınlık: Uzun dönemli ağır alkol alımı olanların
çok az bir bölümünde WKS ortaya çıkmaktadır. Ayrıca sendrom, alkolün diğer
komplikasyonlarından (GİS ve hepatik) çok daha nadir olarak görülmektedir. Bu nedenle
aynı derecede içen alkoliklerin bazılarında sendromun gelişmesinin genetik faktörle
açıklanabileceği düşünülmüştür (Kopelman, 1995). WKS’nin özellikle
transketolazın genetik defektinin sağladığı potansiyelde gelişebileceği üzerinde
durulmuştur. Transketolazın genetik kusuru üzerine ilk çalışma 1977 yılında, Blass
ve Gibson tarafından yapılmıştır. Daha sonra yapılan genetik çalışmalarda
transketolazın immunokimyasal açıdan normal olmasına rağmen katalitik olarak hatalı
olduğu gösterilmiştir. Bu durum ekstragenik farklılıkla açıklanmaktadır. Bu
farklılık, transketolaz geninin allelik yapısında değişim olmadan, posttranslasyonel
düzenlenimdeki (amino asit dizilimi) değişimlerle ortaya çıkmaktadır (Jung, 1993;
Mccoll 1993; Martin, 1995 )
Ayrıca alkolik
ailelerde fenotip çalışmalarında, alkolik baba-oğul ve alkolik olmayan torunda
transketolazın yüksek Km fenotipi (transketolazın TPP’ye affinitesinde
azalma) gözlenmiştir. Tiamin eksikliğinin ileri olmayan derecelerinde bazı bireylerde
sendromun daha kolay gelişmesinin temelindeki genetik yatkınlık araştırmayı
gerektirmektedir (Mukherjee ve ark., 1986; Anil ve ark., 1987).
Sonuç olarak,
sinir sistemindeki patolojik değişikliklerin tiamin eksikliği ile ilişkisi iyi
dökümante edilmesine rağmen, patolojik değişikliklerle aynı mekanizma temelinde gelişen nörolojik bozukluğun gelişim
mekanizması henüz tam olarak tanımlanamamıştır.
NÖROPATOLOJİK
BULGULAR:
Patolojik
çalışmalar WA ve WKS tanısı almış hastalar, alkolik popülasyon veya genel hastane
ölümlerinde yapılan otopsi bulgularına dayanmaktadır. WA ve KS tanısı almış
hastalardan oluşan en geniş çalışma Victor, Adams ve Collins (1971) tarafından
yapılmıştır. Bu çalışmadaki WA ve KS lezyonlarının makroskopik ve mikroskopik
tanımlamaları halen geçerliliğini korumaktadır.
Otopsilerde beynin
makroskopik genel görünümünde konveksite leptomeninkslerinde kalınlaşma, hafif
frontal atrofi, lateral ventriküllerde minimal genişleme, 3. ventrikül dilatasyonu ile
mamillar cisimde büzülme ve yassılaşma bildirilmiştir. Ayrıca serebellumda
anterior-superior vermis foliasının atrofisi de olabilmektedir (% 40 oranında).
Yaklaşık %10 vakada, simetrik olamayan, peteşiyal hemoraji saptanmıştır (Victor,
Adams ve Collins, 1971).
WKS’de lezyonlar
simetrik ve paraventriküler yerleşimlidir. Akut WA otopsilerinde talamus ve
hipotalamusun paraventriküler bölgelerinde, mamiller cisimde, periakuaduktal gri
maddede, 4. ventrikül tabanında (özellikle vestibuler nükleus ve vagusun dorsal motor
nükleusunda) ve serebellum orta hat yapılarında lezyonlar gözlenmiştir. Victor, Adams
ve Collins’in serisinde, talamusun en fazla etkilenen nükleusu dorsomedialdir ve
özellikle medial bölümünün etkilendiği görülmüştür. Dorsomedial nükleus tek
başına tutulabilmekte veya sırasıyla medial pulvinar, laterodorsal nükleus da
etkilenebilmektedir. Mamillar cisimde ise spesifik olarak medial mamillar nukleus, daha az
oranda ise diğerleri etkilenmektedir. WKS’de diancephalonun kaudalindeki birbirleriyle
devamlılık göstermeyen lezyonlar dört alanda toplanmıştır. Bunlar süperior
kollikuli seviyesindeki periakuaduktal bölge, üst ponstan alt orta beyine uzanan bölge,
üst medulladan alt ponsa uzanan bölge (vestibuler, abdusens ve vagusun dorsal motor
nükleusu) ile serebellumdur. Okulomotor nükleusun periakuaduktal bölgeye uzanan
bölümü etkilenmektedir. Lezyonlar paraventriküler yerleşimlidir ve alttaki ependimal
bölge tümünde korunmuştur.
Histopatolojik
değişimler için hastalığın şiddeti, etkilenen bölge ve zaman önemlidir. Tam
olgunlaşmış lezyonlarda kavitasyonsuz doku nekrozu vardır. Daha az şiddetteki
lezyonlarda sinir hücreleri, axis ve myelin kılıfları
zarar görmüştür. WKS’de süperior serebellar vermisin purkinje
hücrelerinde ve granüler tabaka nöronlarında kayıp gözlenmektedir. Ayrıca,
serebellum anteriorunda nöronal kayıp ve inferior olivar nukleusda etkilenme
saptanmaktadır (Butterworth, 1993). WA’nın erken safhasında ölenlerde nöropillerde
süngersi dağılma, küçük damarlarda belirginleşme, endotelde şişme, mikrogliyal
hücrelerle astrositlerde artış ve daha seyrek olarak peteşiyal kanamalar
görülmektedir (Harper ve Butterworth,1997).
Nekropsi
çalışmalarında, mamiller cisimdeki mikroskopik değişiklikler diğer bulgulara oranla
gözlemlenen en önemli değişikliktir. Eğer beyin mikroskopik olarak
değerlendirilmemişse WKS tanısının % 25 oranında gözden kaçabileceği belirtilmiş
ve mamiller cisimdeki değişikliklerin diğer lezyonlar gibi geri dönüşümlü
olmadığından ve yaşam boyunca devam ettiğinden her zaman tanı için kriter
olabileceği vurgulanmıştır (Zubarun ve ark., 1996). Victor, Adams ve Collins’in
serisinde, mamiller cisim hastaların tümünde mikroskopik olarak etkilenmiş
bulunmuştur. Talamusta % 88 oranında mikroskopik değişiklikler saptanmıştır.
Bunların % 89’unda dorsomedial nukleus bölgesi etkilenmiştir. Orta beyinde ise en
sık okulamotor nukleus çevresi tutulmaktadır.
Sonuç olarak,
lezyonların altında yatan patogenez tam açık olmamakla birlikte en erken bulgular
astrosit, oligodendrosit ve myelin kılıflarında gelişen intrasellüler ödemdir. Daha
ileri safhada demyelinizasyon ve hücresel proliferasyon, ağır etkilenmede ise nekroz
gelişmektedir.
KLİNİK ANATOMİK
KORELASYON:
Akut WA
hastalarındaki uykuya eğilim, ilgisizlik ve dikkatsizlik tek bir alana lokalize lezyona
bağlı olarak gelişmemektedir. Tiamin verilmesiyle anlamlı derecede düzelen bilinç
değişikliklerinin daha çok biyokimyasal lezyonlara bağlı gelişen bir tablo olduğu
düşünülmektedir (Victor, 1976). Komatöz ve hipotermili hastalar ise
uyandırılamamaları ve önemli derecedeki hiporeaktiviteleri ile akinetik mutizme
benzetilebilir. Bu asosiasyonu ilk olarak Nielsen (1953) belirtmiştir. Daha sonra ise akinetik mutizm kriterlerini
dolduran, kliniği tiamine cevaplı WA hastaları bildirilmiştir (Mann, 1987; Wallis ve
ark., 1978). Hipotermi WA için iyi tanımlanmış bir bulgudur. Posterior ve
posterolateral hipotalamus lezyonuna bağlı geliştiği düşünülmektedir (Koeppen,
1969; Kearsley ve Mussos, 1980; Domenigethi, 1985; Lindberg ve Oyler, 1990).
Horizontal
nistagmusun alt beyin sapı, vertikal nistagmusun ise orta beyin bölgesinin etkilenmesine
bağlı geliştiğini yorumlayan Victor, Adams ve Collins (1971) daha ayrıntılı
lokalizasyonun yapılmasının imkansız olduğunu belirtmişlerdir. Bakış paralizisi
çok kolay ve hızlı geri döndüğü için spesifik lezyona bağlanmamakla birlikte
pretectal ve periaquaductal lezyonlarla açıklanmaktadır. Lateral rektus paralizisinde
VI. sinir nukleusu tutulmuştur. Vestibuler bulgular, vestibuler çekirdeklerin lezyonuyla
gelişmektedir. Denge ile beraber düzelmesine rağmen ataksiden sorumlu tutulmamaktadır.
Çünkü vestibuler fonksiyon tamamen normale dönse de ılımlı ataksi kalabilmektedir.
Gövde ataksisi süperior vermisin karekteristiğidir. Ek olarak inferior olivar
nükleusun etkilenmesi, serebellumun çıkan yollarının işlev bozukluğuna neden
olmaktadır. Ekstremite ataksisi ise serebellar korteks tutulumuna bağlıdır ve bacaklar
için anterior lob, kollar için ise posterior lob sorumlu tutulmaktadır.
Victor, Adams ve
Collins’in serisinde akut WA’lı hastaların % 84'ünde tipik KS gelişmiştir.
Hastalar üç gruba ayrılmış ve klinik ile patolojik bulguları
karşılaştırılmıştır. Birinci grup WA triadını göstermektedir. İkinci grup WKS
bulgularına sahiptir. Üçüncü grup ise sadece KS kliniği hakim olanlardır. Sonuç
olarak talamusun dorsomedial nükleusunun etkilenmesi birinci grupta daha azdır (% 83) ve
tutulum olmayanların altısında KS gelişmemiştir. Amnestik olan ikinci ve üçüncü
grup hastalarının tümü birinci grubun bulgularını tamamen taşırken, birinci grupta
diğer grup bulguları daha az oranda görülmektedir. Klinikte de gözlemlendiği gibi
amnestik bozukluk iyileşmenin aşamalarında gelişmekte ve sendromun tamamlanması zaman
almaktadır.
Amnezik sendromun
kritik lezyonları talamus ve mamiller cisimdir. Victor, Adams ve Collins (1971),
dorsomedial nükleusun etkilendiği yirmi dört hastada amnezinin olduğunu belirtmiştir.
Amnestik olmayan beş hastada ise dorsomedial nukleus tutulmamıştır. Ancak bu yirmi
dokuz hastanın tümünde mamiller cisim etkilenmiş bulunmuştur. Literatürde tümör,
infarkt vb. nedenlerle iki yanlı talamik nükleus lezyonlu olup mamiller cismi korunmuş
olan amnestik hastalar bildirilmiştir (Kopelman, 1995). Bununla birlikte talamusun medial
dorsal nukleusu etkilenmeden, mamiller cisim ve talamusun anteriorunda ve diğer orta hat
yapılarda lezyonları olan KS’li hastalar da mevcuttur. Şimdiye kadar yapılan
çalışmaların tümünün değerlendirmesi sonucunda; hippokampus, entorhinal ve
perirhinal korteks, mamiller cisim, mamillo-talamik traktus, talamusun dorsomedial ve
anterior nukleuslarını kapsayan döngülerin hafıza formasyonunda kritik önemde
oldukları belirtilmiştir (Kopelman, 1995).
GÖRÜNTÜLEME
(KRANYAL BT ve MRG):
Bilgisayarlı
tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tekniklerinin gelişimiyle, WKS
hastalarının klinik ve otopsi bulgularının görüntülemeyle de tanımlanması
sağlanmıştır. MRG dejeneratif, vasküler ve demyelinizan hastalıkların
belirlenmesinde son derece duyarlı olduğundan WKS için ideal bir tanı yöntemidir. BT
ile elde edilen bulgular ise WA ile uyumlu olmakla beraber, BT’nin tanısal amaçlı
kullanım değeri azdır. BT çalışmalarında bilateral talamik ve daha nadir olarakta
akuadukt çevresinde hipodansite (Mc Dowell ve LeBlanc, 1984; Mensing ve ark., 1984;
Shimamura ve ark., 1988; Yokote ve ark., 1991) ile talamik hemoraji bildirilmiştir (Roche
ve ark., 1988). Ayrıca bilateral
hipotalamus, talamus ve 4. ventrikül tabanında kontrast madde tutulumu da gözlenmiştir
(Kitaguchi ve ark., 1987). Ancak MRG ve BT’nin her ikisinin birlikte çalışıldığı
vakalarda, BT’nin akut WA bulgularını göstermekte çoğunlukla başarısız
kaldığı görülmüş ve WKS tanısında MRG’nin üstünlüğü açıkça ortaya
konulmuştur (Victor, 1990).
WKS’de akut
dönem MRG bulguları: Proton dansite ve
T2 ağırlıklı incelemelerde periakuaduktal gri madde, 3. ventrikül çevresi
ve medial dorsal talamusta, bilateral ve simetrik olarak saptanan hiperintensiteler (Hİ)
akut WA’nın en fazla bildirilmiş tanı koydurucu bulgularıdır (Gallucci ve ark.,
1990; Okino ve ark., 1993; Doraiswamy ve ark., 1994; D’Aprile ve ark., 1994; Yamashita
ve Yamamoto, 1995; Shiozawa ve ark., 1995; Harter ve Nokes, 1996; Suzuki ve ark., 1996;
Hahn ve ark., 1998). Seyrek olarak T1 ağırlıklı incelemelerde, Hİ
karşılığı olarak hipointensite saptanabilmektedir (Yokote ve ark., 1991; Harter ve
Nokes, 1996; Mascalhi ve ark., 1999). Kitaguchi ve ark. (1987) bu bölgelere ek olarak,
üst ve orta serebellar pedinkülde de hipointensite bildirmişlerdir. Akut WA’da
kontrast madde verilmesini takiben periakuaduktal bölge, 3. ventrikül çevresi, mamiller
cisim ve inferior quadrigeminal alanda kontrast madde tutulumu olabilmektedir ve
Hİ’lerle benzer seyir göstererek, tiamin tedavisini takip eden haftalar içinde
kaybolmaktadır (Schroth ve ark., 1991; D’Aprile ve ark., 1994; Harter ve Nokes, 1995;
Omer ve ark., 1995).
Akut dönemde
karakteristik bulguların yanısıra sadece mamiller cisimde kontrast madde tutulumu ile
de tanı konulabilmiştir (Shorgy ve ark., 1994). Dikkat çekici olan bir nokta ise
kontrastsız incelemelerde normal rapor edilen mamiller cisimlerin belirgin kontrast
tutulumu göstermeleridir. Mamourian (1996) özellikle kontrast tutulumu saptanmış
mamiller cisimler, diğer yapılar veya sağlıklı olguların mamiller cisimleri ile
karşılaştırılırsa, sinyal artışı olduğunun gözleneceğini belirtmiştir. Harter
ve Nokes (1996) bu öneri sonucunda mamiller cisminde kontrast tutulumu olan ve Hİ
saptamadıklarını bildirdikleri hastalarını tekrar değerlendirdiklerinde mamiller
cisimde sinyal artışı olduğunu belirtmişlerdir.
WKS’de kronik
dönem MRG bulguları: Kronik dönem
incelemelerinde Hİ tamamen kaybolmakta veya azalmakta, 3. ventrikül ve akuaduktta
dilatasyon gelişebilmektedir (Gallucci ve ark., 1990; Donnal ve ark., 1990; Mascalhi ve
ark., 1999). Seyrek olarak ventriküler genişlemeyle birlikte T1 ağırlıklı
incelemelerde, 3. ventrikül çevresi, periakuaduktal gri madde ve medial dorsal talamusta
hipointensite gözlenmektedir (Yokote ve ark., 1981; Kitaguchi ve ark., 1987; Doraiswamy
ve ark., 1994). Mamiller cisim atrofisi ise kronik dönem tanısında belirleyici
bulgudur. Beraberinde serebellar ve vermiyan atrofi de gözlenebilmektedir (Charness ve
ark., 1987; Yokote ve ark., 1991; Shear ve ark., 1996; Antunez ve ark., 1998).
Mamiller cisim
atrofisi hastalığın akut döneminde gözlenmezken, subakut ve kronik dönemde
saptanabilmektedir. İlk hafta içindeki incelemelerde belirgin kontrast tutulumu olan
hastalarda mamiller cisim boyutları normal olarak bildirilmiştir. Erken dönem olarak
d’Aprile ve ark. (1994), alkolik olmayan WA hastalarının ikinci hafta kontrol
görüntülemesinde, Scroth ve ark. (1991) ise alkolik hastalarının birinci hafta
kontrolünde mamiller cisim atrofisinin geliştiğini belirtmişlerdir. Mamiller cisim
atrofisini en iyi değerlendiren çalışma Charness ve ark. (1987) tarafından
yapılmıştır. Bu kontrollü çalışmada mamiller cismin hacim ölçümleri yapılmış
ve KS hastalarının % 78’inde atrofi saptanmıştır.
Bu çalışmada sagital kesitlerde gösterilebilen atrofinin hastanın yaşından
ve ventrikül genişliğinden bağımsız olarak, mamiller cisim patolojisine bağlı
geliştiği belirtilmiştir. WKS
hastalarının otopsilerinde % 81 oranında mamiller cisim atrofisi bulunduğu
düşünülürse (Victor, Adams ve Collins, 1971), mamiller cismin iyi değerlendirilmesi
durumunda kronik dönem MRG’de tanı için tek ve önemli kriter olabileceği bu
çalışmayla gösterilmiştir.
Antunez ve ark.
(1998) akut WA tanısında BT ve MRG’nin spesifikliğini değerlendiren akut WA, asemptomatik alkolik ve sağlıklı
kontrol içeren çalışmalarında, MRG’nin WKS tanısı için sensivitesinin % 53,
spesifikliğinin ise % 93 olduğu sonucuna varmışlar ve MRG’nin tanı koydurucu
olmasına rağmen, normal olması durumunda tanıyı ekarte ettirmeyeceğini belirtmişlerdir.
MRG incelemelerinde
akut dönem lezyonlarının tiamin tedavisiyle hızla düzeldiğinin gösterilmesi
üzerine, hastalığın başlangıcında lezyonların strüktürel olmaktan çok
biyokimyasal olduğu yorumlanmıştır. Bu nedenle Wernicke-Korsakoff sendromunda erken
bulgu ve semptomların tanımlanması ve spesifik tedavinin acilen verilmesi ile
hastalığın ilerlemesini durdurulabilmekte, bulguların tamamen veya kısmen geri
döndürülmesiyle, Korsakoff sendromu gelişimi engellenebilmektedir. Ayrıca WA
triadının okuler ve ataksik bulguları tiamine çok hassastır. Sadece oral alınan
besinlerdeki tiamin bile bu bulguların klinik görünümünde belirgin düzelme
sağladığından, hastalar dikkatli muayene edilmezse nistagmus ve hafif ataksi gözden
kaçabilmektedir. Harper (1983) yüz otuz bir alkolik hastanın otopsilerinde % 83
oranında WA ile uyumlu patolojik değişimler (mamiller cisim atrofisi, talamusta
hemoraji, 3. ventrikülde dilatasyon) saptamıştır. Bununla birlikte ölmeden önce WA,
hastaların ancak % 20’sinde belirtilmiştir. Sonuç olarak sendromun klasik
görünümü olmayan hastalarda erken tanıda MRG’nin önem taşıdığı açıktır.
Ayrıca erken dönemde nadir olmakla birlikte koma tablosu görülebilmekte ve sepsis vb.
durumlarla birlikte olduğundan hastalığı ayırt etmek güçleşmektedir. Bu nedenle
Victor (1990), komalı hastalarda tanıdan şüphelenildiğinde (özellikle genel durumu
düşkün hastalarda) hemen tiamin verilmesini ve MRG incelemesinin yapılmasını
önermiştir.
TEDAVİ VE
PROGNOZ:
WKS’nin tedavisi
tiaminin yeterli verilmesine dayanmaktadır. Akut WA bulguları ile başvuran hastalar
için acilen İV tiamin verilmeye başlanmasının gerekliliği açıktır. Beslenme
yetersizliği de olan hastalarda barsak absorbsiyonunun bozulduğu varsayılarak ilk
günlerde tedavinin parenteral uygulanması önerilmektedir. Başlangıç olarak ilk on
iki saat boyunca İV veya İM yoldan 1000 mg tiamin verilmesi üzerinde
uzlaşılmaktadır. Tedavi sırasında hipomagnezemi gelişebileceği gözönünde
bulundurulmalıdır. Tiaminin ısı ile aktivitesi bozulduğu için taze solüsyonların
kullanılması önerilmektedir. Aynı zamanda malnütrisyonu olan hastalarda barsak
absorpsiyonunun düzelmesi birkaç ay sürebileceğinden günde 3-4 defa, 50-100 mg oral
tiamine bu süre içinde devam edilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır.
WA’dan korunma
yeterli beslenmeye bağlıdır. Yetişkin bir kişi için günlük ortalama 1.4 mg/gün
veya tüketilen her 1000 kcal için 0.5 mg tiamine ihtiyaç vardır. İki haftadan uzun NG
veya İV beslenme uygulanan hastalarda WA’dan korunmak için tedavi sıvılarına tiamin
eklenmelidir. Koma nedeni belli olmayan hastalara, glikoz yüklenmeden önce verilecek
olan 50-100 mg İV/İM tiamin, depoların daha fazla tüketilmesine karşın korunmayı
sağlayacaktır.
Alkolik olmayan WA
hastalarında tiamine daha iyi cevap alındığı konusunda görüşler vardır. Ancak
tedaviye rağmen kaybedilen veya ağır amnezik kalan hastalar da bildirilmiştir
(Kopelman, 1995). Tedaviye cevabın hastanın yaşına, sendromun gelişme hızına,
tedavinin başlanma zamanlamasına bağlı olarak değişebileceği belirtilmiştir
(Tallaksen ve ark., 1993).
Tiamin tedavisi ile
WA’nın progresyonu engellenmekte, varolan bulgularda ise hızla düzelme
gözlenmektedir. Tedavinin erken başlanması ile strüktürel lezyonların gelişimi
büyük oranda engellenebilmektedir. Victor, Adams ve Collins’in geniş serisinde ilk
üç hafta içinde % 17 oranında mortalite saptanmıştır. Primer ölüm nedeni
infeksiyondur (pnömoni, akciğer tüberkülozu ve sepsis). Ayrıca dekompanse karaciğer
hastalığı ve portal siroz da ölüme neden olmaktadır. Tiamin eksikliğinin ileri
safhasında hastalarda stupor ve koma gelişmektedir. Bu hastaların bir bölümü WA
koması sonucu kaybedilmektedir (Victor, Adams ve Collins, 1971; Victor, 1976b).
WA hastalarında koma ve hipotermi genellikle birlikte görülmektedir. Ilımlı
hipotermide tiamin tedavisi ile ilk gün içinde düzelme gözlenmektedir. Ancak ağır
hipotermide tiamine beklenen cevap alınamayıp, haftalarca sürdüğü
gözlenebilmektedir (Kerslay ve Musso, 1980).
Tiamin tedavisini
takiben bakış paralizisinin hızla düzeldiği gözlenmektedir. Nistagmus ve atakside
tedaviyle düzelme olmasına rağmen, hastaların yaklaşık % 60’ında rezidüel bulgu
olarak kalmaktadırlar. Özellikle ataksilerinde ilk haftada düzelme başlamayan
hastalarda daha sonrasında tam düzelme olmamaktadır. Global konfüzyonel durumda okuler
ve ataksik bulgularla birlikte düzelmekte ancak % 80’ninde amnestik tablo kalıcı
olmaktadır. KS’de ise pek fazla düzelme gözlenmemektedir. Hastalarda gözlenen
düzelme ise yavaş ve düzensizdir. Amnestik tablolarda düzelme ilk bir yıl içinde
gözlenmektedir. Tam düzelme konfüzyonel durumu hızla gerileyen hastaların bir bölümünde gözlenmektedir (Victor, Adams ve
Collins, 1971).
KS’de nörokimyasal etkilenmeler ile ilgili çalışmalar halen
devam etmektedir. Nörotransmitter manipulasyonu ile sekel tedavisinde, bazı
araştırmacılar klonidin ile noradrenerjik fonksiyonda, fluvoksaminle de serotonerjik
sistem üzerinden olumlu sonuçlar aldıklarını bildirmişlerdir. Martin ve ark. (1995),
KS’li hastalara plasebo kontrollü olarak 200 mg/gün fluvoksamin kullanmışlar ve
BOS’da seratonin metaboliti 5-HIAA
düzeyinde azalma ile korele olarak hastaların Wechsler Memory Skalasında düzelme
gözlemlemişlerdir. Kopelman’ın (1995) aktardığına göre O’Donnell ve ark. 1986
yılındaki çalışmalarında, altı KS’li hastada bir haftalık adrenerjik agonist
(metilfenidat) kullanımını takiben sözel bellek testlerinde anlamlı iyileşme
bildirmişlerdir. McEntee ve Mair
(1979), altı KS’li hastada klonidin (alfa-noradrenerjik agonist) ile bellekte anlamlı
iyileşme gözlemlemişlerdir. Ancak daha sonraki çalışmalarda benzer olumlu sonuç
elde edilememiştir. Sonuç olarak nörotransmitterlerin KS’de kullanımı konusunda tam
ortaklaşılmış uygulamalar yoktur. |
|