HASTANIN RIZASI ESASTIR
(3
Ocak 2001 tarihli Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.)
Hekimlerin,
intihar girişimini kişinin rızası dışında durdurmaya karşı çıkması, meslek
ilkelerinin icabıdır. Hastanın rızasının esas olması, hekimliğin 'olmazsa olmaz'
ilkelerinin en önde gelenidir
HASAN YAZICI *
* Prof. Dr. Hasan Yazıcı: Türkiye
Bilimler Akademisi üyesi
İçişleri Bakanı'na göre 'Devlet
ayıbını temizledi' ama her nedense ölüm orucu ve açlık grevleri F-tipi
cezaevlerinde de devam ediyor. Korkum, hekimlere yönelik suçlamaların da dozu artarak
devam edeceği. Otuz bir yıllık hekim, ülkemizin en büyük tıp fakültelerinden
birinde 22 yıldanberi de öğretim üyesiyim. Bu suçlamaların yöneltildiği
meslektaşlarım ve öğrencilerim kadar olan bitenden kendimi sorumlu hissediyorum.
Onlara yapılan her suçlama doğrudan bana da yönelik diye düşünüyorum. Yanıt
hakkım da buradan doğuyor.
Amacım bu 'facia'nın esas
sorumluluğu kime veya kimlere ait, onu uzun boylu irdelemek değil. Bayrampaşa ve
Ümraniye'deki direnişçilerin büyük çoğunluğu tabii cezaevine konmayı hak
etmişlerdi; cezaevlerinin bu hale gelmesinde devletin doğrudan büyük ihmali vardı;
envai çeşidiyle işkence hâlâ büyük bir insanlık ayıbı olarak içimizde, vb.
Bütün bunları az veya çok herkes
biliyor, çarpıcı örnekleri herkesin hem belleğinde hem de maalesef gün geçmiyor ki
gözlerinin önünde. Ama hekimlere yönelik bu karalamalar yeni ve alışılmamış.
Önce bir anı. Üçüncü sınıf
öğrencisiyim. On kişilik bir öğrenci grubu hasta başında dalak nasıl muayene
edilecek öğreniyoruz. Hastamızın oldukça büyümüş bir dalağı var ve hocamız
bize yatak başı eğitimi yapıyor. Hepimiz sırayla bu büyük dalağı muayene ediyoruz
ve o sırada da hocamız ele gelen dalağın çapı, kıvamı hakkında bir şeyler
anlatıyor. Sıra bana gelmiş. Önümdeki arkadaş hastanın karnından elini çeker
çekmez, yüzüne bile bakmadan elimi hastanın karnına daldırıp dalağı aramaya
koyuluyorum.
Elimi birden bir mengeneye
kaptırdım sandım. Hasta, genel durumundan hiç beklenmeyecek bir kuvvetle, bileğimden
tutup beni itti ve suratıma, her aklıma geldiğinde hâlâ utançtan kıpkırmızı
kesildiğim, bir bakışla "Yetti" dedi, "Hiç olmazsa önce bir merhaba de
de sonra karnımı mıncıklamaya koyul." Abartmadan söyleyeyim, insan bedenine
saygıyı ben, hâlâ kendisine çok şey borçlu olduğum bu hastadan öğrendim ve
öğrendiğimi de bugüne dek dilim döndüğü kadar öğretmeye çalıştım. Herhangi
bir hastaya onun rızası olmadan müdahale etmemek hekimliğin 'olmazsa olmaz'
koşullarının en önde gelenlerinden, belki de en önde geleni.
Anıları bırakıp günümüze
dönelim ve olabildiğince yalın ve doğru konuşmaya çalışalım. Bir grup radikal
solcu cezaevlerini bir çete yuvasına çevirmiş ve devlete baş kaldırıyor. Baş
kaldırma yöntemleri de açlık grevi ve ölüm oruçları. Yani yöntem olarak intiharı
seçmişler. Hekimlerden beklenen ise bu intiharları, intihar etmeye karar verenlere
rağmen meslek olanaklarını kullanarak durdurmaları.
Devleti intihar girişimlerini
büyük bir telaşla durdurmaya iten iki ana neden var.
1) İnsancıl nedenler. (Bu arada
vurgulayayım. Bu neden açıklanırken "Unutmayalım o insanlar da bizim
vatandaşımız" lafına çok içerliyorum. Sanki vatandaşımız olmasalar
kurtarılmaya değmeyecekler...) 2) Batı'ya bizim de onlara yakın uygarlıkta bir
topluluk olduğumuzu kanıtlama telaşı. Bu kanıtlama işlemi hayati, çünkü bütün
hamasi böbürlenmelerimize rağmen ve oldukça onur kırıcı bir şekilde, ekonomik
yönden onların ellerine ve gözlerinin içine bakıyoruz.
Söz konusu intihar girişimlerini
durdurma telaşında bu iki nedenden hangisinin
ağır bastığı konusundaki
görüşlerimi izninizle kendime saklıyorum. Ancak burada çok önemli bir nokta var.
Akılcı ve soğukkanlı bakıldığında hangi nedenin daha
önemli olduğu konusu intihar
eylemcisi, devlet ve hekim ilişkisi açısından hiç önemli değil. Devlet ve bir
kısım basın, hekim kuruluşlarının intihar girişimine engel olamayız beyanlarını
bu kuruluşların esasen solcu olmalarına ve dolayısıyla da bir yerde 'teröristleri
desteklediklerine' bağlıyor.
Bu kuruluşlar ve sözcüleri
gerçekten de solcu olabilirler. Ancak intihar girişimini, kişinin rızası dışında
durdurmaya karşı olmaları solculuklarının değil meslek ilkelerinin icabıdır.
Devlet salt insancıl nedenlerle bu kuruluşlara müdahale etmeleri telkininde bulunsa da,
onlardan yine aynı yanıtı
alacağından ve de alması
gerektiğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Herkes mesleğinin ilkelerini
uygulasın.
Kendini insan hayatını kurtarmaya
adamış bir mesleğin mensuplarının bu ilkesi çok kişiye ters gelebilir. Ancak bu
ilkeler şunlardır:
1) Hekimler rızalarını almadan
hastalarına el süremez. Hekim açısından hiçbir kişi veya makam hastanın
kendisinden daha yetkili değildir.
2) Hekimin tüm eğitimi ve meslek
uğraşı insanı yaşatmaya hem de nitelikli yaşatmaya adanmıştır. Ancak bazı
durumlarda hastanın arzusu (her ne sebeple olursa olsun) ölmek olabilir. Hekim bu
durumda benzeri hiç bir meslek dalında görülmeyen, bu nedenle hekim olmayanlar
tarafından algılanması çok zor olabilen bir sorunsal karşısında kalır. Bu durumda
ısrarla hastasının rızasını ölmekten yaşamaya çevirmeye çabalar. Bu çabada kimi
kez başarılı, çok kez de başarısız olur. Sorunun çözümü ve ahlaki yönleri
sadece hekimle kurtarmaya çalıştığı can arasındadır.
3) Bilinci kapalı, akli yetenekleri
tam olmayan, hatta (cezaevlerinin trajik örneklerinde olduğu üzere) baskı altında
olan kişilerden söz konusu rızayı aramanın ne kadar sağlıklı olduğu, çok haklı
olarak ileri sürülebilir ve sürülmelidir de. Rızanın sağlıklılığından kuşku
duyan hekim her zaman yaşamdan yana tavır koyar. Hastanın şuuru bulanık veya kayıp
ise önce hastasının şuurunun yerine gelmesine çabalar sonra onun rızasına kulak
verir.
Kararın baskı altında verildiği
kuşkusu varsa, bu baskının kalkmasını bekler ve kalktığı anda yine dönüp
hastanın isteğini öğrenir; hâlâ ölüme gitmekte dirense dahi bıkmadan usanmadan
onu yaşama iknaya çalışır.
4) Güncel açmazda yaşanan diğer
bir sorun, ölüm orucu-açlık grevi yapan kişiler cezaevi koğuşlarında, çete
reislerinin baskısı altında iken yaşamları hakkında sağlıklı karar veremeyecek
olmaları. Tümüyle katılıyorum. Ancak elinizi vicdanınıza koyun ve cephaneliğe
çevrilmiş koğuşta açlık grevi yapan hastaya hekimin nasıl müdahalede
bulunacağına siz bir yol gösterin. Koğuşu silah baskısı ve manevi baskı altında
tutanların oluru alınmadan hekim ölüm orucu yapanın yaşamını nasıl uzatabilir?
Diyelim ki bu facianın birinci
evresinde yani ölüm orucuna yatanlar çete terörü ve baskısı altında ve onları
ziyaret eden hekimler biz bu insanlara izinleri olmadan müdahale edemeyiz derken, bu
izinler varsın özgür varsın baskı altında verilmiş olsun, işlevsel açıdan ne
fark ederdi? Yoksa hekimlerden "Önce siz cezaevlerini basın sonra da biz onları
tedavi edelim" demeleri mi bekleniyordu.
İnsaf edin, herkes kendi mesleğini
o mesleğin evrensel kurallarına aklı, becerisi ve gücü yettiğince uyarak yapsın.
Yine insaf edin ve güncel açmazın baş sorumluları arasında biz hekimleri görmek
kolaycılığına hele bir dur deyin.
|