Merhaba
Her ay nefes nefese çalışıp, yine de dergiyi yetiştiremiyoruz. İki ay önce Orhan disk ameliyatı oldu. O’na üç ay rapor verilmesi STED'e ilaç gibi geldi.
Temmuz’da zamanı yakalayacağız. Koşuyoruz.Temmuz’un özel dosyası ‘turizm ve sağlık’ Ufuk abla fakültenin enfeksiyon kliniğinden Dr. Kenan beyi bir hafta içinde ‘yolculuk aşıları’nı yazmaya ikna ediyor. Songül, Hacettepe Dermatoloji’nin kapısından hızla girip elinde ‘solar radyasyon’ yazısı ile çıkıyor. Eriş ‘turizm’ sözcüğünü duyunca son ‘turizm hekimliği’ kongresinin yazılarını basamadıklarını anımsıyor. Hepimiz kitabın taslaklarına define bulmuş gibi atlıyoruz. ‘Sualtı patolojileri’ yazısı dalgıçların sağlık ris
kleri, ısıran, sokan deniz hayvanları... müthiş ilginç bir yazı. Hemen yazarını arayıp izin alıyoruz. Hakan "sağlığın uçak yolculuğuna uygunluğu" üzerine bir yazı hazırlamış. Ayşegül'ün "yazılara böyle kuru adlar koymayalım. Şöyle neşeli, merak uyandıran bir şeyler olsun" önerisine Ufuk Abla "Uçağa binmek için biletten başka ne gerekir?" diye bir isim önerisinde bulunduysa da yayın kurulunda kabul görmüyor.Dr. Gazanfer Bey'in derginin "pediatrist mantığı" ile hazırlandığı eleştirisi hepimizi korkutmuş durumda. "Aman" diyoruz "bu sayıda ortalıkta Görkem'den başka çocuk olmasın ..." "Olanaksız" diyor Altuğ “Tanınız Nedir'in olgusu çocuk" Çaresiz gözlerle eğiliyoruz olgunun resimlerine. "Çok yaşlı " diyor Arzu. "Acaba …bu hasta aslında çocuk, ama yaşlı
gibi görünüyor diye kendimizi savunabilir miyiz?"Selahattin "Görkem Büyüyor sayfasını getirdim" diyor. "Çok tatlı oldu. Görkem’den resim istemiştim geldi mi?” Sultan “hayır” diyor. Bugünlerde hiçbir şey çizmedi.” O zaman biz de Göksu Yamaç’ın resimlerini koyarız.
Tanju "ben rahatım, kitap tanıtımlarımın hepsi hazır." diyor. Bakıyoruz, çeşitli tıp kitapları. "Turizm bunun neresinde?" diyoruz. Ufuk Abla "Tanju" diyor "sen istersen ufak ufak kitapçıları dolaşmaya başla. Bu sayıda hekimler tarafından yazılmış gezi kitaplarını tanıtsak iyi olur. En az iki kitap al, bu hafta sonu onları oku, birer tanıtım yazısı yaz, pazartesi disketle getir."
Orhan "Füsun abla yarın Amerika'dan dönüyormuş, büyük olasılıkla öbür gün Asya'ya yola çıkacaktır, burada kaldığı birkaç saat içinde ona Siz Olsaydınız'ı yazdırmalıyım" diyor.
Selda Dergilerden'i getiriyor. Emel hanım bu ay Hasta Rehberi’ne ne çizecek acaba? Mehmet "yaz gelince kongre sayısı azaldı" diyor "boş kalan yere Dağarcığımızdan hazırlayan oldu mu?" Sibel "keşke tek eksik o olsa" diye yanıtlıyor. "Sağlık Ocaklarımızdan yazısında düzeltme istemiştim. gelmedi. Yeter "yeni gelen mektuplar var" diyor "bakacak mısınız?". Mehmet Ali ile Bülent mektupları açıyorlar. Biraz sonra " yaşasın" diye bir çığlık yükseliy
or. "Günlüğümden yazısı gelmiş, Dr. Mustafa Çelik'den”, yüksek sesle okunuyor. “Yeter bunu hemen diz, Temmuz’a yetiştirelim. Bir tane de özel mektup var. Mehmet sana. İçinde de galiba resim var." Mektup Dr. M.Akif Kıral’dan geliyor. Yeni atandığı sağlık ocağını anlatıyor. Öneriler sıralıyor iyi hekimlik için. Ufuk Abla "telefon numarası var mı?" diyor. Arıyoruz, çalışmalarını biraz daha ayrıntılı yazmasını, biraz da sağlık ocağının mekanını anlatmasını istiyoruz. "Tamam" diyor "yarın fakslarım".Bütün hafta sonu çalıştık. Akşam oldu gitme vakti…Orhan son çıktıları alıyor. "Ufuk Abla Bulmaca'yı diskette getirirsen salıya dergi tamam, matbaaya götürürüm" diyor. Can Bey bir haftada bassa... Temmuz’un ortasında dergi ellerinde.
Zamanı yakaladık! Keyifle iskemlelerimize yaslanıyoruz. Yeter "çay isteyen var mı?” diye soruyor. “Gitmeden önce birer bardak daha içelim."
Bilimsel ve dostça kalın.
Sualtı Patolojileri
Dr. Şamil Aktaş*
Doç.; İstanbul Üniv. İstanbul Tıp Fak. Deniz ve Sualtı Hekimliği AD
1. Deniz Zararlıları
a) Hemşire köpekbalığı (Nurse shark, Ginglymostoma cirratum)
b) Çekiç başlı köpekbalığı (Smooth Hammerhead shark, Sphyrna zygaena)
c) Baraküda (Greatl barracuda, Shyraena barracuda)
Ülkemiz denizlerinde birçok saldırgan köpekbalığı bulunmasına karşın bugüne dek herhangi bir saldırı ya da yaralanma olayı bildirilmemiştir. Oluştuğu zaman kanama kontrolü ile acilen bir cerrahi ünitesine ulaştırması gereklidir. Baraküda özellikle güney denizlerimizde bulunan saldırgan bir türdür. Korunmak amacıyla gece dalışlardan ve parlak obje taşımaktan kaçınılmalıdır. Zıpkınla balık avlıyanların yaralı balıkları üstlerinde taşımları sakıncalıdır. Müren kayalıkbölgelerde kavuklarda
yuvalanan, savunma amacıyla saldırdığında tehlike oluşturan bir türdür.Zehirli dikenlere sahip yaygın olarak bilinen balıklardan trakonya kumluk zeminlerde, skorbit kayalık bölgelerde, çarpan (sokar, deli sarpa) ise yosunlu denizlerde bulunur.
Deniz Anası, Deniz Şakayığı gibi canlılar ise gözle görülmeyecek kadar küçük nematokistler içerirler. Bu nematokistler çengelleri aracılığıyla deriye tutunur ve içlerinde bulunan toksinler dolaşıma geçer. Çok şiddetli ağrı, kızarıklık ve şişlik ile bazı
türlerinde anafilaktik reaksiyon ile ölüme yol açarlar. Ovuşturma ve kaşıma daha çok sayıda nematokistin patlamasına yol açar. Özellikle tatlı su ile yıkama osmotik olarak kistleri şişirerek patlatır. Analjezik, antihistaminik ve steroid tedavi yanında bölge alkol ile yıkanmalı böylece kistlerin kuruması sağlanmalıdır. Alkolün bulunamadığı acil durumlarda yıkamak gerekirse bu hiç olmazsa deniz suyu ile yapılmalıdır. Duyarlı kişilerde nematokistleri uzaklaştırmak için yapışkan bir bant kullanılabilir. Ayrıca bölge jiletle zedelenmeden traş edilebilir.Tüm denizlerimizde yaygın bulunan vatoz balığının dikenli bir türü ayrı bir önem taşımaktadır.
Dikenin battığı yerde doku nekrozu gelişmesi yanında geç etki gösterebilen kardiyotoksini nedeniyle vatoz sokmasına uğramış hastalar acil kardiyak girişimin yapılabileceği bir merkezde en az birgün tutulmalıdır.
2. Barotravmalar
Barotravmalar deyimi; insanda içi hava dolu boşlukları ilgilendiren ve basınç farklılıklarından kaynaklanan patolojileri tanımlanmaktadır. Hemen her dalgıç dalış yaşamı boyunca en az bir kez barotravmanın çeşitli türlerinden birine uğrar. Böylece barotravma, turizm hekimlerimizin en sık karşılaşacağı patoloji olacaktır. Bilindiği gibi Boyle Kanunu uyarınca sabit sıcaklıkta gazların haciml
eri ile basınçları arasında ters bir orantı vardır. Su altında yaklaşık her 10 metre derinlik için basınç 1 atmosfer artar. Böylece su yüzünde 1 ATA (Atmosfer Absolut) olan basınç 10 metrede 2 ATA, 20 metrede 3 ATA vb. gibidir. Vücudumuzun büyük bir kısmı sıvı olduğundan ve sıvılar basıncı eşit olarak yansıttıklarından bu basınç artışı vücudumuzu genel olarak etkilemez. Ancak vücudumuzun orta kulak, paranasal sinüsler, solunum yolları ve akciğerler, sindirim sistemi gibi gaz içeren kısımları bu durumun dışındadır. Çeşitli patolojik nedenlerle dışarı ile bağlantısı kesilmiş başka bir deyimle kapalı bir duruma gelmiş bu boşlukların içine ek hava giremezse dalış sırasında basınç arttığından hacimlerinin azalması, aksine çıkış sırasında basınç azaldığından hacimlerinin artması gereklidir. Ancak bu boşlukları oluşturan rijit kemik yapılar ya da bu boşlukların esneyebilme yeteneğinin kısıtlı oluşu çeşitli doku zedelenmelerine neden olur. Dalışın iniş ve çıkış evrelerinde gözlenen barotravmalar Tablo 1'de gösterilmiştir. Bunlardan sıklığı nedeniyle orta kulak ve ciddiyeti nedeniyle akciğer barotravmaları önem taşır.Tablo 1 İniş ve çıkış barotravmaları
İNİŞ ÇIKIŞ Orta Kulak Orta kulak Sinüs Sinüs Akciğer Akciğer Maske Sinir Sistemi Diş |
a) Orta Kulak İniş Barotravması
Hemen her dalış yapan kişi suyun henüz birkaç metre altında kulaklarında oluşan ağrıdan yakınır. Bunun nedeni dıştan orta kulak içindeki gaz hacme olan basıncın timpanik membranı içeriye doğru çöktürmesidir. Bu durumu önlemenin tek yolu " kulak açma" denilen Valsalva manevrasıyla, Frenzel manevrasıyla ya da basitçe yutkunarak öztaki kanalı aracılığıyla orta kulak içine hava yollamaktır. Acemi dalgıçlar bu işlemi gerçekleştiremezler. Bazen de ağrı belirgin duruma gelinceye kadar kulak açmazlar. Oysa östaki sfinkterinin anatomik yapısı nedeniyle orta kulak içinde vakum ortaya çıktığında kulak açma giderek zorlaşır. Bu nedenle kulak açma işleminin ağrı eşiğine varılmadan yapılması gerekir. Östaki disfonksiyonuna yol açan patolojilerde ise (akut rinit, polip vb.) kulak açma olanaksız duruma gelir. " Nezleli iken dalma!" en çok bilinen dalış kuralı iken uzun bir yolculuğu dalış yapma amacıyla gelmiş turistler tarafından bu kural sıklıkla gözardı edilir. İklim değişikliği, uzun yolculuklar, uyku düzenindeki bozukluklar nedeniyle akut rinit bu tip kişilerde oldukça sıktır. Şu ya da bu biçimde kulak açmadan dalış yapmak orta kulakta basit seröz otitten hemotimpanyuma ve hatta timpanik memran yırtılmasına dek varan patolojilerin oluşmasına neden olur(Çizim 1 a,b,c)
Dalıştan önce dekonjestan burun damlalarının kullanımı sonucu bu tip ilaçlardan kaynaklanan rebound etkisi ortaya çıkar. Bu nedenle dalış yapabilme amacıyla kullanımından sakınılmalıdır. Benzer biçimde kulak açmanın güçleştiği durumlarda zorlu Valsalva manevrası yuvarlak pencerenin iç kulaktan orta kulak içine doğru yırtılması ile sonlanabilir. Bulantı, kusma, baş dönmesi gibi vestibüler belirtilerle sonlanan böylesi durumun sualtında oluşması uyum kaybına ve boğulmaya yol
açabilir. Kural olarak kulak açma işleminin sorunsuz ve kolayca yapılmasını engelleyen durumlarda dalış geçici olarak engellenmelidir. Orta kulak barotravmasının oluşması durumunda otoskopik muayene sonucuna göre dekonjestan, analjezik ve antienflamatuar kullanımı ile tedavisi yapılır ve dalış geçici olarak engellenir.Paranazal sinüslerin, dalış maskesinin ve içinde gaz hacim kalacak biçimde kötü doldurulmuş dişlerin barotravmaları da benzer fizyopatolojiye sahiptir (Çizim 2).
b) Akciğer Barotravması
İniş sırasında akciğerler, sinüs ya da orta kulak kavitesi gibi duvarları rijit kemik yapılardan oluşan boşluklardan farklı olarak büzülebilir. Ancak bu büzülme rezüdüel hacme kadar gerçekleşir. Akciğerlerin daha fazla sıkışması barotravmaya neden olur. Bö
ylece tek nefes tutarak yapılan tüpsüz dalışlarda dalınabilecek maksimum derinlik total akciğer kapasitesinin (TAK), rezidüel hacme oranı kadardır. (Tablo 2. İniş)Ancak bu durumda insanların nefes tutarak dalabilecekleri maksimumum derinliğin yaklaşık 30-40 metre olması gerekirdi. Dalgıçların büyük bir çoğunluğu başka nedenlerle zaten bu derinliğe dalamazlar. Ancak birçok dalış rekortmeni 100 metreden daha derine nefes tutarak dalabilirler. Bu durum, büyük tüm akciğer kapasitesi, küçük rezidüel hacim, to
raks içine göllenen kan miktarı fazlalığı gibi anotomik farklılıklar ve basınç x hacim ilişkisine bağlı değişikliklerin derinliklerde giderek azaması ile açıklanabilir. Bu tip anatomik avantajlara sahip olmayan kişilerin yapacağı derin ve zorlamalı dalışlar akciğerlerin kollabe olmasıyla sonuçlanabilir.Tüple dalış yapıldığında solunan havanın basıncı bulunulan derinlikte basınca eşittir. Bu durumda örneğin 30 metrede 6 litre nefes alan bir kişi (4 ATA'lık basınçta) akciğerlerini yüzeye göre 24 litre hava ile doldurmuş demektir. (Tablo 2. Çıkış).
Bu hava çıkış sırasında genişledikçe dışarıya verilmelidir. Çıkışta nefes tutma ya da solunum yollarındaki tıkayıcı bir patoloji basit alveol yırtılmasından pnömotraksa ve hatta akciğer embolilerine dek varan patolojilere yol açabilir.
Tablo 1 İniş ve çıkış barotravmaları
İNİŞ ÇIKIŞ Orta Kulak Orta kulak Sinüs Sinüs Akciğer Akciğer Maske Sinir Sistemi Diş |
Tablo 2. Dalışın iniş ve
çıkış evrelerinde basınç ve hacim ilişkisi HAVA Derinlik A B TAK TAK 0 m 1 ATA 6 lt 24 lt DENİZ 10 m 2 ATA 3 lt 12 lt20 m 3 ATA 2 lt 8 lt 30 m 4 ATA 1.5 lt.(=RV) 6 lt Absolut Basınç:AB Total Akciğer Hacmi :TAK |
Akciğer çıkış barotravmasına bağlı gaz embolisi, 1 metre gibi sığ derinliklerden çıkışlarda bile oluşabilmesi, progrozunun kötülüğü, aciliyet gerektirmesi, bulgularının ve tedavisinin dekompresyon hastalığıyla benzerliği nedeniyle sualtı hekimliğinde özel bir önem taşımaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken konu akciğerin iniş barotravmasının nefes tutularak yapılan tüpsüz dalışlarla, çıkış barotravmasının ise basınçlı hava ile yapılan, örneğin tüplü dalışlarda oluşabileceğidir. Yüzeyde akciğerini tümüyle doldurup tüpsüz dalış yapan, sonra da çıkışta nefes vermeyen bir dalgıçta bir akciğer zedelenmesi oluşmaz. Bunun nedeni önce büzülüp sonra genleşen havanın en fazla ilk hacmine kadar genişlemesidi
r. Benzer biçimde tüplü bir dalgıç nefes alıp vererek kendi dalış yapabileceği sınırın altına kadar, iniş akciğer barotravmasına uğramadan dalabilir.3- Dekompresyon Hastalığı
Henry Gaz Kanunu uyarınca bir gazın sıvılarda çözünürlüğü o gazın parsiyel basıncı ile orantılıdır. Dipte yüksek parsiyel basınçta solunan nitrojen, beden sıvı ve dokularında zamana bağlı olarak çözünür. Dipten yukarıya gelirken olduğu gibi basınç azaldığında ise dokulardaki çözünmüş gazın parsiyel basıncı daha fazla olacağından
geri çözünme ile normal solunumla dışarıya atılır. Geri çözünme sırasında belli bir kritik değer aşılırsa çözünmüş nitrojen daha beden içindeyken serbest kabarcık durumuna geçer. Bunlardan intravasküler olanlar ikincil pıhtılaşma faktörlerini de harekete geçirerek tıkanmalara, ekstravasüler olanlar ise doku yıkımlarına yol açarlar. Dekompresyon hastalığı birçok sistemi ilgilendiren bir hastalıktır. Deri ve/ya da kas iskelet sistemini tutan hafif tipten, sinir sistemi, iç kulak, sindirim sistemi, üriner sistem vb. tutan ağır tipe kadar değişebilir. Turizm hekimi çok çeşitli belirtilere karşı uyanık olmalı ve dalış tablolarının ihlal edilip edilmediğini sorgulamalıdır. Nitrojenin yağda çözünürlüğünün yüksek oluşu nedeniyle MSS tutulumu sıktır. En sık tutulan sinir sistemi bölgesi medulla spinalisin torakal segmentleridir. Lezyonlar yama tarzında olduğundan segmentlerin altında kalan bölgelerde birçok değişken belirti bulunabilir. Turizm hekimini ilgilendiren bir konuda bu bulguların medulla spinalisi ilgilendiren diğer travmalardakilerden farklı olarak atipik olmalıdır. Venöz dolaşımdaki kabarcıkların çoğu akciğerlerde filtre edildiğinden akciğer tutulumu az ya da çok her olguda bulunur. Halk arasında sıkça bilinen sigara içirmenin var olan patolojiyi ortaya çıkarmaktan ve yıkımı arttırmaktan başka bir değeri yoktur.Dekompresyon hastalığının tedavisi üç başlık altında incelenebilir:
1. Medikal tedavi,
2. Rekompresyon tedavisi,
3. Rehabilitasyon tedavisi.
1. % 100 Oksijen Solunumu: Nazal oksijen solunumu kullanıldığında oksijen % 40'ın üzerine çıkmaz. Bu nedenle ya istem valvli bir yüz maskesi ya da bu yoksa hastanın başını içine alacak bir oksijen çadırı kullanabilir. Oksijen uygulamasına her bir saat için 10 dakika ara verilebilir.
2. İntravasküler Sıvı Tedavisi: 500 cc düşük moleküler ağırlıklı dekstran ile başlamak ve idame tedavinin ringer laktat ya da dengeli elektrolit solüsyonlarıyla sürdürülmesi en uygun seçenektir. Bilinci yerinde hastalar ağızdan bol sıvı almalıdır.
3. Steroid: Antiödem etki için ilk üç gün içinde steroid başlanılmalıdır. İlk doz 8 mg IV sonraki dozlar 4 mg İM deksametazon olarak uygulanmalıdır.
4. Aspirin: Antikoagülan etki için 2 x 40 mg aspirin tedavisi uygundur.
5. Gerekirse üriner kateterizasyon, geniş spekturumlu bir antibiyotik ve B vitamin kompleksi başlanabilir.
Rekompresyon tedavisi basınç odasında ve uzman kişilerce yapılmalıdır. Basınç odası bulunan merkezlerin adresleri verilmiştir. Hasta sevk edilmeden önce bu merkezlerle görüşmek yararlı olacaktır. Turizm hekimleri dalgıçlar arasında “aksuna” adıyla bilinen su içi rekompresyon tedavisinin uygulanmasını engellemelidir. Hasta basınç odasına ne kadar erken ulaşırsa o kadar az sekel ortaya çıkar. Bu nedenle kabin içi basınç ayarı yapabilen bir uçak ya da alçak uçuş yapabilen bir helikopterle taşıma en uygundur. Uçak pilotundan kabin içi basıncını maksimum 1600 feet’te tutması istenebilir. Ayrıca hasta taşıma sırasında uçakta bulunan oksijeni de kullanabilir.
1. İstanbul Tıp Fakültesi, Deniz ve Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı, Çapa, İstanbul, 24 saat
Tel: 0 212 531 35 44, Faks: 0 212 531 18 17
2. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Deniz ve Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı, Kadıköy, İstanbul,
Tel: 0 216 345 02 95
3. Çubuklu Kurtarma Sualtı Komutanlığı İstanbul,
Tel: 0 216 322 25 80
4. Süngercilik Araştırma ve Uygulama Merkezi, Bodrum, Muğla,
Tel: 0 252 316 24 91, Faks: 0 252 316 24 92
Kaynaklar
1- Auerbach, P.S.: A Medical Guide to Hazardous Marine Life., Mosby Year Book, 2. Ed 1991
2- Çimşit, M.: Pulmoner barotravmalar ve tedavi yöntemleri. Solunum. 6 (1): 25 (1981) Ayyıldız Mat. A.Ş.Ankara, 1984.x
3- Çimşit, M.: Sualtı Kliniği. Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Dergisi, Sualtı Simpozyumu Özel Sayısı. Cilt 1, Sayı 1: 12-16, 1983b
4- Çimşik, M.: Dekompresyon Hastalığı. İst. Tıp Fak. Mecm. 45:400-406,1982.
5- Edmonds, C., Lowry, C., Pennefather, J.; Diving and Subaquatic Medicine. Diving Medical Centre Publ., Australia, 1976.
6- Goad, R.F.: Diagnosis and treatment of decompression sickeness. In: The Physiology and Medicine of Diving. Eds: Bennett PB, Elliott DH., Bailliere Tindall, London, 3. Ed.: 507-537,1982.
Uluslararası Yolculuk ve Sağlık
Dr. Kenan Hızel*
Uzm.; GÜTF Enfeksiyon Hast. AD
Bağışıklama
Turistleri bağışıklamanın iki amacı vardır. Bunlar; turisti gezi boyunca karşılaşabileceği enfeksiyonlardan korumak ve dönüşte taşıyabileceği yeni bir enfeksiyonu ülkeye sokmamaktır. Yolculuk öncesi bağışıklamada genel kural olarak gezi tarihinden en az 10-14 gün önce aşıların tamamlanmış olması önerilmektedir. Bu süre hem yeterli bağışıklığın ortaya çıkabilmesi hem de gelişebilecek yan etkilerin gözlenebilmesi a
çısından önemlidir.1.Rutin aşılar
İnfluenza-Pnömokok
İnfluenza mevsimi aralık ayında başlayıp kış mevsimi boyunca sürmektedir. Bağışıklamanın özellikle bu dönemden önce yapılması önerilmekte ve güney yarım küreye gideceklerin yaz aylarının orada kış mevsimine denk geldiğini akıllarında tutmaları gerekmektedir. Her iki aşı da özellikle kronik akciğer, kalp ya da metabolik hastalığı olanlarda ve 65 yaş üzerinde önerilmektedir. Aşıların bir arada verilmesinde sakınca yoktur. İnfluenza aşısının içerdiği s
uşlar her yıl Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre yenilendiğinden bağışıklanacak turistlerin o yılın aşısını kullanmaları gerekmektedir.Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak-Suçiçeği Genelde çocukluk çağında görülen bu enfeksiyonlar erişkinlerde daha ağır hastalığa neden olmaktadır. Sağlık, yardım organizasyonları, göçmen kampları gibi bölge halkıyla yakın temasta olacak olan seronegatif kişilerin bağışıklanması önerilmektedir, ancak bu aşıların canlı aşı olduğu akılda tutulmalı ve kontrendikasyonları gö
z önünde bulundurmalıdır.Poliomyelit
Dünya çapında aşılama ve polio eradikasyon programlarının uygulanması sonucu gelişmiş ülkelerin hepsinde polio eradike edilmiş ve günümüzde hastalığın halen görüldüğü üç büyük bölge kalmıştır. Bunlar; Güney Asya'da Afganistan, Pakistan, Hindistan, Batı Afrika'da Nijerya ve Orta Afrika'da Kongo Cumhuriyetidir. Türkiye'de ise halen özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesinden olgu bildirilmektedir. Dünyada artan turizm nedeniyle gelişmiş olan ülkeler de tehlike altında olduklarından kendi vatandaşlarına 10 yılda bir rapel doz yapılmasını gündeme getirmişlerdir.
Polio aşısının iki formu bulunmaktadır. Bunlar; canlı oral (OPV, Sabin) ve inaktive parenteral (IPV, Salk) aşıdır. Tüm aşılar polio'nun üç serotipini de içermektedir. Çocukluğunda birincil aşılamayı tamamlamış (üç doz) turistlere, endemik bölgelere gitmeden önce tek doz OPV ya da IPV yapılması yeterlidir. Daha önce aşılanmamışların ise IPV ile birincil aşılamayı tamamlamaları önerilmektedir. Yeterli bağışıklığın oluş
ması için en az iki dozun yapılmış olması akılda tutulmalıdır. Daha önceden polio geçirenlerin bile aşılanmaları (diğer serotiplerle enfeksiyonu önlemek için) gerekmektedir. OPV, bağışıklığı baskılanmışlar ve onlarla yakın temasta olanlarda kontrendike olmakla birlikte salgın sırasında gebelerde kullanılabilmektedir.Tetanoz-Difteri
Serolojik çalışmalar özellikle 40 yaş üstünde tetanoz-difteriye karşı bağışıklığın giderek azaldığını göstermiştir. Örneğin 1990'larda eski Sovyet Rusya'da salgınlar yapmış ve hastaların çoğunu erişkinler oluşturmuştur. Tropikal bölgelerde ise deri difterisi sıklıkla görülmektedir. Tetanozun gelişmekte olan ülkelerdeki insidansı yılda bir milyon olguya kadar çıkmaktadır.
Tetanoz ve difterinin ayrı aşı preparatları olsa da çocukluğunda temel aşılamayı almış erişkinlere, difteri dozu 1/8-1/10 oranında azaltılmış Td aşısının 10 yılda bir yapılması önerilmektedir. Yolculuk rapel doz için iyi bir fırsat olmaktadır. Yüksek riskli bir bölgeye gidilecekse aşılama aralığı beş yıla
düşürülebilmektedir. Türkiye'de piyasada bulunan tetanoz aşılarının içeriğinde yalnız tetanoz toksoidi bulunmaktadır. Td formunda aşılar ise Sağlık Bakanlığı tarafından ithal edilmekte ve okullarda uygulanmaktadır.2. Gerekli Aşılar
Sarı Humma
Hastalığın vektörü Aades ve Haemagogus cinsi sivrisineklerdir. Özellikle gündüzleri ısıran bu cins sivrisineklerin tek bir ısırıkları hastalığın bulaşması için yeterlidir. Hastalık sarılık, ateş, kanamalar ve komaya kadar giden tablolar ile ortaya çıkabilir ve 7-1
0 gün içinde olguların% 20-50'si yitirilir. Özgül bir tedavisi yoktur. Dünyada en sık görüldüğü yerler tropikal Afrika ve Amazon bölgeleridir.
Sarı humma aşısı halen uluslararası belge gerektiren tek aşıdır. Endemik zondaki ülkelerin büyük kısmı bu belgeyi ülkeye girişte zorunlu tutmaktadır. DSÖ, ülkelere göre sarı humma bağışıklama önerilerini her yıl yenilediği bir kitapçıkta (yellow book) yayınlamaktadır. Bazı tropikal Asya ülkeleri (Hindistan ve çevresi) aynı cins sivrisinekleri bulundurduğundan ülk
elerine hastalığı sokmamak amacıyla endemik zondan gelenlere sarı humma aşısını zorunlu kılmaktadır. Avustralya ve Bangladeş ise ülkelerinde vektör bile olmamasına karşın endemik ülkelerden transit geçenlerde bile aşı belgesini aramaktadır.Sarı humma aşısı canlı-attenüe olup tek doz parenteral uygulanmaktadır. Bağışıklık 10 gün sonra başlamakta ve 10 yıl sürmektedir. Aşının en sık yan etkisi %10 olguda görülen 4-7. günlerdeki ateştir. Aşının yapılmaması gereken durumlar; yumurta allerjisi, gebelik ya da em
ziklilik, 6 aydan küçük bebekler ve immün yetmezliktir. Bu durumların varlığını hekimin aşı belgesinde belirtmesi gerekir. Aşının ısı ile kolayca inaktive olması nedeniyle soğuk zincire kesinlikle uyulması gerekmektedir. Ülkemizde aşı hava ve deniz limanlarındaki sağlık merkezlerinde bulundurulmaktadır.Kolera
Vibrio Cholerae enfekte içecek ve iyi yıkanmamış, çiğ yiyeceklerden bulaşarak ciddi ishal sonucu dehidratasyon, şok ve hatta ölüme varan tablolara neden olmaktadır. Su ve besin hijyeninin iyi olmadığı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada zaman zaman salgınlar yapabilmektedir. DSÖ 1988 den beri, turistlerdeki insidansın çok düşük bulunması (~1/100 bin) ve o yıllarda uygulanan parenteral aşının etkinliğinin de az olması (%50-62) nedeniyle öneri pak
etinden çıkartmış durumdadır.Son yıllara kadar kullanılan parenteral aşının etkisi az ve koruyuculuk süresi kısadır (üç-altı ay). Aynı zamanda bu aşının yerel ve sistemik reaksiyona yol açma riski de fazla bulunmuştur. Günümüzde kolera aşısının iki farklı oral formu geliştirilmiştir. CVD 103-HgR(Orochol E, Berna) tek doz kullanılan canlı aşı olup yemekten en az bir saat önce alınmalıdır. Koruyuculuğu farklı kolera suşlarına karşı %62 ile %100 arasında bulunmuştur. Altıncı ayda rapel önerilmektedir. Diğer
aşı olan inaktive tam hücre/rekombinant B koleratoksin subunit (WC/rBS) aşısının kullanımı ise bir iki hafta ara ile iki dozdur. Rapel süresi henüz saptanmamış olan bu aşının koruyuculuğu %86 dolaylarında bulunmuştur. Ancak her iki aşının da taşıyıcılığa ve 1992 de Bangladeş'te ortaya çıkan V. cholerae O139 suşuna karşı etkisi tam bilinmemektedir. Bu aşılar göçmen kampları gibi yerlerde uzun süre kalacaklara, aklorhidrisi olan, mide rezeksiyonlu ya da antiasid kullanan hastalara önerilebilmektedir.
3. Önerilen Aşılar
Hepatit A
Turistler arasında da en sık rastlanan hastalıklardan olan hepatit A özellikle kötü koşullarda hazırlanmış yiyecekler, sokaklarda satılan ev yapımı yiyecek ve içeceklerden bulaşmaktadır. Bu nedenle sırt çantası ile gezen ve kötü hijyenik koşullarda yaşayan turistlerde görülme oranı daha fazladır.
Parenteral uygulanan inaktive hepatit A aşısı etkili ve güvenlidir. İyi tolere edilmektedir. Erişkinlerde 1440 EL/ml içeren aşıdan altı ay ara ile iki doz yapılması önerilmektedir. Koruyuculuğu en az 10 yıldır, ancak aşı uygulanmadan önce sarılık öyküsü olanlarda ya da endemik bölgede en az bir yıl kalanlarda anti-HAV IgG bakılması önerilmektedir. Diğer aşılar ile birlikte yapılabilmektedir.
Endemik bölgeye gidecek olan turisti HAV enfeksiyonundan korumanın diğer bir yolu da immünglobulin (Ig) uygulanmasıdır. Özellikle iki haftadan kısa süre içinde yola çıkacaklara Ig (0.02- 0.06 ml/kg) önerilmektedir. Koruyuculuğu 4-6 ay sürmektedir. Ancak kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşısının etkinliğini azaltabilmektedir. Sarı humma ya da polio aşıları ile benzer bir geçimsizlik gösterilmemiştir.
Hepatit B
Enfeksiyon yakın temas, kan ve vücud sıvılarıyla bulaşmaktadır. Coğrafik olarak en yaygın görüldüğü bölgeler Uzak Doğu ve Sahra çölü altında kalan Afrikadır. Orta endemisite alanı içine Türkiye ile birlikte Orta Doğu, eski Sovyetler Birliği, Kuzey Afrika, Orta ve Latin Amerika girmektedir.
Günümüzde rekombinan teknolojiyle üretilen Hepatit B aşısı altı aydan kısa süren gezilerde zorunlu olmamakla birlikte yüksek riskli bölgelerin yerel halkıyla yakın temas kuracak olan öğretmen, sağlık çalışanı gibi kişilere özellikle önerilmektedir. DSÖ 1989'dan beri tropikal ülkelere gidecek tüm turistlere önermektedir, ancak gelişmekte olan ülkelerde yaşaya
n, eşcinseller, sağlık personeli gibi riskli gruplarda bağışıklamadan önce anti-HBs bakılması uygundur. Yolculuk öncesi klasik aşı çizelgesinin tamamlanmasına yeterli zaman yoksa 0,7,21 gün ve 12 ay gibi hızlandırılmış programlar denenebilmektedir. Aşının belirgin bir yan etkisi ya da kontrendikasyonu yoktur.Japon Ensefaliti
Etkeni Culex cinsi sivrisineklerle geçen bir flavivirusdur. Evcil domuzlar ise aracı konumundadır. Sivrisinekler daha çok gün batımı ve doğuşunda sokmaktadırlar ve ısırıkları ağrılıdır. Belirtili olgularda 6-16 gün içinde genel enfeksiyon tablosunu izleyen ateş, meningismus, konvülziyon ve daha sonra kranial sinir felçleri, üst motor nöron paralizileri ve komaya kadar giden bilinç değişiklikleri ortaya çıkmaktadır. Nörolojik sekel
kalma oranı %70-80 olarak saptanmıştır. Asya'daki (Çin, Kore, Japonya, Güney Doğu Asya ve Hindistan'ın bazı bölgeleri) viral ensefalitlerin çoğundan sorumludur. Pirinç tarlalarının olduğu bölgelerde ve muson mevsiminde (Mayıs-Ekim ayları) enfeksiyon riski artmaktadır.Turistlerin bağışıklanması genelde önerilmemekle birlikte kırsal kesime gidecekler, yolculuğun endemik mevsimde olması ve endemik alanda iki haftadan uzun kalış durumlarında bağışıklanmalıdır. Japon ensefaliti aşısı inaktive, saflaştırılmış fare beyninden hazırlanmaktadır. Aşı çizelgesi; deri altına 0, 7, 14-30. günlerde üç doz biçimindedir. Koruyuculuk üçüncü dozdan sonra %91 olarak saptanmıştır ve üç yıl kadar sürmektedir. Aşıya bağlı % 20 yerel, %10 ciddi sistemik yan etki (ürtiker, anjioödem, anaflaksi) bildirilmiştir. Yan etkilerin enjeksiyondan bir hafta sonra bile ortaya çıkabilmesi nedeniyle, aşının yolculuk tarihinden 10 gün önce yapılması önerilmektedir. Gebe ve bir yaşın altında olanlara kontrendikedir.
Kene Kaynaklı Ensefalit
Ixodes cinsi kenelerin insanlardan kan emerken bulaştırdıkları viral bir hastalıktır. Hastalık ateş, başağrısı, kusma ile birden başlamakta kısa zamanda meninks irritasyon belirtileri, konvülziyonlar tabloya eklenmekte ve %1-2 oranında ölümle sonuçlanabilmektedir. Özellikle Nisan-Ağustos aylarında Orta ve Doğu Avrupa'nın (İskandinavya, eski Sovyetler Birliği, Avusturya vb.) ormanlık alanlarında endemiktir.
Aşı, özellikle kene ısırığının sık görüldüğü Nisan-Ekim aylarında dağcı, kampçı, tarım işçisi gibi endemik bölgelerin kırsal kesiminde bulunacaklara önerilmektedir. Formalinle inaktive edilerek hazırlanan aşı bir-üç ay arayla iki doz ve ikinci dozdan 9-12 ay sonra üçüncü doz olmak üzere üç kez uygulanmaktadır, ayrıca 0, 7 ve 21. günlerde uygulanan hızlandırılmış bir çizelge de önerilebilmektedir. Aşıdan iki hafta sonra %95 serokonversiyon sağlanmakta ve en az bir yıl koruyuculuk sürmektedir. Bir yaşın altına kontrendikedir. Hastalıktan korunmada diğer bir yaklaşım ise kene ısırığını izleyen 96 saat içinde özgül immünglobulinin ısırık yerine uygulanmasıdır. Aşı ve özgül immünglobulin, hastalığın görüldüğü ülkelerde ticari olarak bulunmaktadır.
Kuduz
Bağışıklanma ile önlenebilen ölümcül hastalıkların başında gelmektedir. Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, İspanya, Portekiz, İskandinavya, Japonya gibi bir kaç ülke dışında dünyada yaygın bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Özellikle Güney Amerika, Afrika ve Güney Doğu Asya'da endemiktir. Hindistan, Nepal, Tayland ve Filipinler dünyadaki en riskli bölgele
rdir. Türkiye ise Avrupa ülkeleri arasında olguların en sık görüldüğü ülkedir. Dünyadaki olguların çoğu köpek ısırığı sonucu olmaktadır. Köpek ısırığına bağlı kuduz Hindistan, Güney Doğu Asya, Çin, eski Sovyetler Birliği, Afrika ve Güney Amerika'da sık bulunmuştur. Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ise rakun, tilki, yarasa gibi vahşi hayvan ısırmaları önemli yer tutmaktadır. Enfeksiyon riski özellikle bir yaşından büyük çocuklar, bisiklet ya da sırt çantası ile gezen serüvenciler ve mağara gezginlerinde fazla olmaktadır.Günümüzde önerilen aşı insan diploid hücrelerinde hazırlanan (HDCV) kuduz aşısıdır. Deri içine 0,1 ml ya da kas içine 1,0 ml uygulanabilmektedir. Bulaşım öncesi korunmada 0,7,21-28. günlerde, bulaşım sonrası korunmada kuduz immünglobulini ile birlikte 0,3,7,14 ve 28. günlerde aşılama yapılmalıdır. Turistlere sıtma profilaksisi için verilen klorokin deri içine yapılan kuduz aşısının etkinliğini azaltmaktadır. Bu nedenle klorokine başlamadan en az üç hafta önce, üç dozu tamamlam
amış turistlere üç doz kas içi enjeksiyon uygulanmalıdır.Meningokok
Afrika'da Sahra çölünün altında kalan, batıda Moritanya doğuda Etyopya'ya kadar uzanan bölge dünyanın menenjit kuşağı olarak adlandırılmaktadır. Asya'da Nepal, Hindistan, Pakistan ve Güney Amerika'da Arjantin, Brezilya salgınların görüldüğü başlıca ülkelerdir. Salgınlar özellikle kış ve bahar başlangıcında görülmektedir. Genel olarak turistler arasında seyrek görülmekle birlikte riskli bölgelere özellikle salgın zamanında gideceklerin
bağışıklanması önerilmektedir. Suudi Arabistan 1987 deki hac sırasında görülen epidemiden sonra hacı adaylarına aşılamayı zorunlu kılmıştır. Aşının özellikle yapılması gereken gruplar asplenik ya da kompleman bozukluğu olan hastalardır.Meningokok aşısı dört serogrubu (A,C,Y,W135) içeren polisakkarid bir aşı olup deri altına tek doz uygulanmaktadır. Bağışıklık 10 gün içinde gelişmekte ve iki yıl sürmektedir. Aşı; taşıyıcılığı önlememektedir. İki yaşından büyüklerde koruyuculuk çok yüksektir. İki yaş altı
ndaki çocuklarda ise; serogrup A'ya bağışıklık üçüncü, serogrup C'ye bağışıklık 18. aydan sonra gelişmektedir.Şarbon
Bacillus antracis'in etken olduğu bu hastalık özellikle gelişmekte olan ülkelerde, uygun dezenfeksiyon yapılmayan enfekte et, hayvan postu ve yün ürünleriyle bulaşmaktadır. Bu nedenle turistlerin ilk başta kuşkulu hayvan ürünlerinden uzak durmaları gerekmektedir. Veteriner ve kasaplara önerilen ölü bakteri aşısı iki hafta ara ile üç doz, altı ay aralarla üç doz ve en son yılda bir olmak üzere uygulanmaktadır. Şarbon aşısı rutinde turistlere önerilmemektedir.
Tifo
Hindistan, Mısır, Fas, Batı Afrika ve Peru hastalığın en çok görüldüğü ülkelerdir. Meksika, Haiti, Kuzey Afrika ve İran ise orta riskli bölgelerin başlıcalarıdır.
Tifo aşısının üç farklı formu bulunmaktadır ve yalnız S. typhi'ye karşı bağışıklık sağlarlar. Oral aşı (Ty21a) 0-2-4-6. günler olmak üzere dört doz, Vi kapsüler polisakkarid ve tam hücre inaktive parenteral aşılar tek doz uygulanır ve hepsinin etkinliği yaklaşık ik
i üç yıl sürmektedir. Oral aşı; antibiyotikler, OPV ya da meflokinle birlikte verilmemeli, en az üç gün beklenmelidir. Yemeklerden en az bir saat önce alınması gerekmektedir. Üç aydan küçük bebekler, gebe ve emziren kadınlar, akut ya da kronik sindirim sistemi hastalığı olanlar ve immün yetmezlikliler oral aşı kontrendikasyonlarını oluşturmaktadır. Parenteral aşılar diğer aşılar ya da antibiyotiklerle birlikte ve immün yetmezliklilere verilebilmektedir. Türkiye'de de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü tarafından üretilen tam hücre aşının yerel ve sistemik reaksiyon geliştirme riski diğerlerine göre daha fazladır (piyasada satılmaz).Veba
Kemiriciler tarafından taşınan ve insanlara pireler aracılığıyla geçen hastalık 1992 DSÖ kayıtlarında Brezilya, Çin, Madagaskar, Moğolistan, Peru, Mynamar, Vietnam ve Zaire'den bildirilmiştir. En son 1994 yılında Hindistan'da bir salgın saptanmıştır.
Veba aşısı yalnız vebanın endemik olduğu kırsal kesimlerde alan çalışması yapacak biyologlar gibi sınırlı sayıdaki kişilere önerilmektedir. Parenteral uygulanan aşının etkisi sınırlıdır ve üç doz yapıldıktan sonra gerekli durumlarda altı ayda bir yinelenmesi gerekmektedir. Uzun süren başağrısı, ateş halsizlik gibi yan etkileri saptanmıştır.
Yolculuk Boyunca Hastalanma Riski
Turistlerin karşılaşabileceği sağlık sorunları; yolculuk sırasında, gidilen yerde ve ülkeye geri dönüldüğünde olmak üzere üç gruba ayrılabilir.
Yolculuk Sırasındaki Risk
Yol boyunca karşılaşılabilecek en büyük risk kazalardır. İkinci sırada yer alan önemli mortalite ve morbidite riski ise kalp hastalıklarıdır. Çeşitli kalp hastalıkları, karın için operasyonları, kafa travmaları, beyin cerrahi girişimleri, bazı kan hastalıkları varlığında uçağa binme sakıncalıdır. (bkz. Uçak Yolculuğuna Uygunluk sayfa 254)
Araç tutmaları en sık 3-12 yaş çocuklarda, menstruasyondaki ya da gebe kadınlarda görülmektedir. Sırasıyla en sık gemi, uçak, araba ve trende görülen bu hastalığın etkilerini azaltmak için aracın ortasında oturmak, başı çok oynatmamak, tek bir noktaya bakmak ya da gözleri kapamak, olanak varsa aracı bizzat kullanmak önerilmektedir. Yiyecek ve alkol alınmaması araç tutma riskini azaltmaktadır. Etkisinin sınırlı olduğu bildirilmesine karşın meklizin gibi bazı ilaçların yolculuktan yarım saat önce alınması yararlı olabilir.
Uçak yolculuklarında karşılaşılan diğer bir sorun da "jet lag" etkisidir. Özellikle dört saat kuşağını aşan yolculuklardan sonra insan biyoritmindeki fizyolojik ve biyokimyasal (uyku, barsak hareketleri, idrara çıkma, melanin düzeyi…) değişiklikler sonucu ortaya çıkan bu durum, kendini dikkat azalması, uykusuzluk, halsizlik, başağrısı gibi belirtilerle göstermektedir. Etkiyi azaltabilmek için yolculuktan bir kaç gün önce gidilecek yerin zaman dilimine uygun davranmak yararlı olmakt
adır. Ulaşılan yerde ise ilk dört gün akşamüstü 3-5 mg melatonin alınması ve yerel uyku zamanına dek uyanık kalınması (çay, kahve içilebilir) önerilmektedir.Yolculuk sırasında en sık karşılaşılan enfeksiyon hastalığı ise besin zehirlenmeleridir, ancak tüberküloz gibi daha ciddi hastalıkların da bulaşabileceği bildirilmiştir.
Gidilen Yerdeki Risk
Gidilen bölgenin coğrafya ve iklim koşulları (yükseklik, nem, sıcaklık), o bölgedeki endemik enfeksiyonlar, kalınan süre ve mevsim, kişisel davranışlar, bağışıklık durumu ve yolculuk öncesi alınan koruyucu önlemler hastalanma riskini etkileyen başlıca etmenlerdir. Kazalar ve kalp hastalıkları tüm gezi boyunca turist için en büyük riskleri oluşturmaktadır. Enfeksiyon hastalıkları ise ölüm nedenlerinin oldukça d
üşük bir oranından (%1-3) sorumlu olmasına karşın morbidite oranları açısından önemli bir yer tutmaktadır. Orta ve Uzak Doğu Asya, Afrika ve Latin Amerika enfeksiyonlar için dünya yüzeyindeki en riskli bölgeler olarak tanımlanmaktadır (Türkiye, genel olarak düşük riskli bölgeler arasına girmektedir).Turist İshali
Turistlerde en fazla görülen hastalıktır. Hastalığın görülme oranı; Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'ya gidenlerde %10'dan az, Güney Avrupa (Türkiye dahil) ve uzak doğu adalarında %10-30 ve dünyanın geri kalanında %30'dan çoktur. Gelişmiş ülkelerden gelenler, son altı ayda tropikal ülkelere yolculuk yapmamışlar, kronik barsak hastalığı, aklorhidrisi ya da immün yetmezliği olanlar, altı yaşından küçük çocuklar ve genç erişkinler daha çok hastalanmak
tadırlar. İshal özellikle gezinin ilk iki haftasında (%25-90) ortaya çıkmakta ve tedavisiz yaklaşık dört günde (1-30 gün) düzelmektedir. Hastalığın ana kaynağı iyi yıkanmamış ya da kirli suyla yıkanmış yiyecekler, açıkta satılan yiyecek ve içecekler, içeceklere konan buzlar ve kirli sularda yüzmedir. Sırasıyla en sık Escherichia coli (ETEC, EPEC,EIEC,EAgEC) (%10), shigella (% 5-15), ve salmonella (% 5), parazitler (Entamoeba histolytica, Giardia lamblia, crypyosporidium) (<% 2) ve çok seyrek olarak viruslar ishalden sorumludurlar. Campylobacter'e bağlı ishal ise daha kuru ve soğuk aylarda gözlenmektedir. Korunma ve tedavide bizmut subsalisilat, trimetoprim/sulfametoksazol ve kinolonlar önerilmekle birlikte artan ilaç direnci tüm dünyada sorun olmaktadır."Turist ishalinde altın kural: yıka, soy, kaynat… ya da unut." dur.
Sıtma
Turistlerin karşılaştığı enfeksiyon hastalıkları içinde en ön sıralarda yer almaktadır. Kemoprofilaksi yapılmadan Afrikaya giden turistlerde P. falciparum enfeksiyonu oranı % 90 lara çıkmakta iken Asya ve Güney Amerika'nın endemik alanlarında P. vivax sık görülmektedir. Sıtma parazitleri, klorokin ve meflokine dirençlerini giderek artırmakla birlikte endemik alanlardaki çoğu büyük kentlerde, 1800 metreden yüksek bölgelerde ve çöllerde bulunmazlar. Bu nedenle gerekli durumlarda kemoprofilaksiye başlamak (yolculuktan bir hafta önce başlanıp dönüşten dört hafta sonraya dek) ve de gereksiz yere ve uygun olmayan ilaç kullanımından kaçınmak gerekmektedir.
Banyo ve Yüzme
Ilık ve durgun sular enfeksiyon hastalıkları açısından oldukça tehlikelidir. Şistosomiyazis gibi parazitozların ya da dış kulak yolu ve deri enfeksiyonları gibi hastalıkların gelişme riski bulunmaktadır. Köpeklerin dolaştığı plajlarda larva migrans enfeksiyonuna karşı,
havlu kullanmak ya da denizin yıkadığı ıslak zeminde yatmak önerilmektedir. Suların diğer bir tehlikeli yönü de tek başına ıssız alanlarda yüzmektir.Ülkeye dönüşteki risk
Yolculuk sürelerinin giderek kısalması nedeniyle turistler, gittikleri ülkeden aldıkları bir enfeksiyonu daha kendileri bile hastalanmadan ülkelerine getirebilmektedirler. Bu ise o ülkede artık görülmeyen ya da az görülen hastalıkların yeniden ortaya çıkmasına neden olabilmektedir (veba, kolera, sarı humma, klorokine dirençli sıtma,
menenjit…). Ülkelerine geri dönenlerde yapılan çalışmalarda, başta salmonellozis olmak üzere en sık besin-su kaynaklı enfeksiyonlar (% 87) saptanmıştır. Barsak parazitleri açısından, geri dönenlerde dışkı mikroskopisi ve kanda eozinofili bakılması önerilmektedir. Ateş yakınması ile dönenlerde (özellikle tropikal bölgelerden) sıtma kesinlikle araştırılmalıdır. Sıtmanın en çok uçakla yolculuk edenler ve onların bavulları ile taşındığı bildirilmektedir. Dönüşte ortaya çıkan diğer başlıca enfeksiyonlar ise; solunumla ya da cinsel yolla bulaşan hastalıklar, deri hastalıkları, menenjit ve kızamıktır.İnternette Turist Sağlığı ile İlgili Siteler:
http://www.cdc.gov/travel/travel.html CDC'nin seyahat danışma sayfası
http://www.cdc.gov/epo/mmwr/mmwr.html Morbidity and Mortality Weekly Report(MMWR)
http://www.who.ch/wer / DSÖ haftalık epidemiyolojik kayıtları
http://www.astmh.org/journal.html American Journal of Tropical Medicine and Hygiene
http://www.istm.org Uluslararası Seyahat Sağlığı Derneği'nin Sitesi
Kaynaklar:
1- Blair DC. A week in the life of a travel Clinic. Clin Microbiol Rev 1997; 10: 650.
2-Caumes E. Health and Travel. Pasteur Mérieux MSD, Lyon, 1996.
3- International Travel and Health, vaccination requirements and health advice. World Health Organization, Geneva, 1998.
4- Travel medicine. Freedman DO (ed). Infect Dis Clin North Am. 1998; 12(2).
5-Wolfe MS. Vaccines for foreign travel. Pediatr Clin North Am 1990; 37(3):757.
Solar Radyasyon ve Deri
Dr. Ayşen Karaduman*
Doç.; Hacettepe Üniv. Tıp Fak.Dermatoloji AD
Güneş, dünyamız için vazgeçilmez enerji kaynağı olarak canlıların günlük yaşantılarını etkileyen, değişik dalga boyunda ışınları ve bu ışınların değişik güçteki etkileri ile biyolojik olayları başlatan, sürdüren, hızlandırıp yavaşlatan ve sonuçlandıran güçlü bir düzenleyicidir.
Ultraviyole ışınları, tıbbın birçok alanında olduğu gibi dermatolojide de tanı ve tedavi
amacıyla kullanılırlar.
Ultraviyole ışınları, yer yüzüne ulaşan solar radyasyonun yaklaşık % 5' ini oluşturur ve dalga boyları 100-400 nm arasındadır. Bunun % 95-98'i UVA, % 2-5' i UVB'dir, UVC ise yeryüzüne ulaşmadan stratosferik ozon tabakasında absorbe edilir. UVA; 320-400 nm, UVB; 280-320 nm, UVC;100-290 nm dalga boylarındadırlar. UVB ışınları başlıca güneş yanığı, bronzlaşma, erken deri yaşlanması ve karsinogenez olmak üzere birçok biyolojik etkiden sorumludur. UVA ışınları ise doza bağlı olarak eritem, bronzlaşma, yaşlanma ve kanser oluşumuna neden olmaktadırlar, ancak bu etkilerin ortaya çıkması için UVB ışınlarının 1000 katı kadar ışın dozuna gerek vardır. UVC ışınları ise karsinojeniktir ancak yeryüzüne ulaşamazlar. Deriye ulaşan solar radyasyonun miktarı; ışınların açısı, mevsim, bulunulan yerin ekvatora olan uzaklığı, stratosferik ozon konsantrasyonu, yükseklik, çevre kirliliği, bulut kütlesi gibi etmenlere bağlı olarak değişiklik gösterir. UVA ve UVB ışınları normal deri üzerinde akut ve kronik etkilere sahiptirler. Kütanöz fotobiyolojik reaksiyonlar, UVR (Ultraviyole Radyasyonu) enerjisinin derideki özgül moleküller ya da kromoforlar tarafından absorbe edilmesi ile başlar. Bu enerji ya doğrudan fotokimyasal etki ile ya da DNA'nın yapısal proteinleri üzerinde dolaylı oksidatif etki ile yıkıma yol açar.
Solar Radyasyonun Normal Deri Üzerindeki Etkileri
Ultraviyolenin normal deri üzerindeki akut etkilerinin en belli başlıları; güneş yanığı (inflamasyon) ve bronzlaşma (melanogenezi uyarması), diğer biyolojik etkiler ise lokal ve sistemik immünsüpresyon, stratum korneum, epidermis ve dermisin kalınlığını artırması, vitamin D'nin fotosentezidir.
İnsan derisinin UV ışınlarına verdiği eritem ve pigmentasyon yanıtı genetik olarak belirlenir. Buna göre deri tipleri şöyle sıralanabilir.
Deri Tipi I : Kolay yanar, asla bronzlaşmaz
Deri Tipi II : Genellikle yanar, seyrek olarak bronzlaşır
Deri Tipi III : Hafif yanar, genellikle bronzlaşır
Deri Tipi IV : Asla yanmaz, her zaman iyi bronzlaşır
Akut Etkiler
İnflamasyon: Güneş yanığı inflamasyonu (eritem), ultraviyole ışınlarının ilk ve en bilinen akut deri yanıtıdır. Özellikle açık tenli kişilerde, eritem, ısı artışı, ağrı ve ödem gibi inflamasyonun klasik belirtileri biçiminde ortaya çıkar. Eritem oluşumundan UVB ışınları sorumludur, UVA'nın aynı etkiyi oluşturması için
UVB'nin 1000 katı kadar bir enerji gerekir. UVB'ye bağlı eritem güneş ışınları ile temastan sonraki birkaç saat içinde başlar 6-24 saatte en üst düzeye ulaşır, birkaç günde solar ve yerini soyulma ve bronzlaşmaya bırakır. Güneş ışınlarının DNA ve proteinler gibi kromoforlarca absorbe edilmesi moleküler ve hücresel yıkıma yol açar. Bu olgu sırasında ortaya çıkan prostaglandin gibi mediatörler vazodilatasyona ve inflamasyona neden olur. Prostaglandin inhibitörleri eritemin erken evresini kısmen baskılar ancak oluşan yıkımı önlemez.Pigmentasyon: Ultraviyoleye pigmentasyon yanıtı ani ve geç bronzlaşma olmak üzere iki aşamalıdır. Ani bronzlaşma UVA ile oluşan eritemi izleyen deride var olan melaninin oksidasyonu ve keratinositlerin transferi sonucu oluşmaktadır. UV ışınları ile temastan sonra saniyeler içinde oluşur birkaç saatte solmaya başlar. Eğer ışına daha fazla maruz kalınırsa geç pigmentasyon gelişebilir. Geç bronzlaşma ise orta boylu UV' ye maruz kalmayı izleyen 24-72 saat sonra epidermal melanin oluşumunun artması ile gelişir. UVB'ye maruz kalma sonucu birkaç saatte başlar günler ya da haftalar sürebilir.Tek temas sonucu melanositlerin aktivitesi artar, melanosit sayısının artması için daha fazla doza gerek vardır.
Hiperplazi:Ultraviyole ışınlarının uyardığı inflamasyon uyarılma eşiği arttığında deride yalnızca bronzlaşma değil aynı zamanda stratum korneum, epidermis, dermisde hiperplaziye neden olur. Özellikle açık tenlilerde ve vitiligosu olanlarda tek UVB dozundan sonra stratum korneum kalınlaşır. Bu deriyi güneş yanığından 10-20 kat korur. Hiperplazi, akut UV ile karşılaşmayı izleyerek hem DNA, RNA ve protein sentezinin artması hem de epidermal, daha az olarak da dermal mitotik aktivitenin artması sonucudur. UV ışınları keratinosit proliferasyonunu artıran birçok inflamatuar mediatörlerin salınmasına neden olur. Bu kalınlaşma açık tenli kişilerde, bronzlaşmadan daha fazla koruyuculuk sağlar.
İmmünolojik Değişiklikler: UV ışınları epidermal Langerhans hücrelerinin sayıları ve işlevlerini etkileyerek onların antijen sunma yetisini azaltır. Bu bozukluk antijene özgü T hücrelerinin gelişimini uyararak geç tipte aşırı duyarlılığın baskılanmasına yol açar, tümör reddini engeller. UV ışınları Langerhans hücre (LH) işlevlerinin düzenlenmesinde rolü olan keratinosit ve diğer inflamatuar hücrelerin işlevlerini de bozarak bunların LH hücreleri üzerindeki düzenleyici görevlerini olumsuz etkilerler. İmmünsüpresyonun oluşmasında UV absorbe eden, kromofor olan ürokonik asid önemli rol oynar.
Vitamin D sentezi: UVB ışınları, orta dozlarda epidermal 7- dehidrokolesterolü, provitamin D3'e dönüştürmektedir. Provitamin D3 günler içinde izomerize olarak plazma D vitamini bağlayıcı protein ile dolaşıma katılmaktadır.
Geç Etkiler
Fotoyaşlanma: Deri yaşlanması iç ya da dış (çevresel) etmenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Çevresel etmenlerden en önemlileri doğal ya da yapay ultraviyole ışınlarıdır. Bu ışınlara uzun süreli ya da yineleyici biçimde maruz kalma ile derinin tüm yapı ve işlevlerinde giderek bozulma sonucu fotoyaşlanma belirtileri görülür. Vücudun güneş gören bölümlerinde yaşla birlikte ortaya çıkan değişikliklerden ultraviyole ışınları sorumludur. Epidermal değişikliklerden UVB, dermisdeki değişikliklerden hem UVB, hem de UVA sorumludur. Patogenezinde fotonların hücresel DNA' ya doğrudan etkisi, UVA ve UVB ışınlarının ortaya çıkardığı serbest radikaller, reaktif oksijen ürünlerinin dolaylı etkisi olduğu düşünülmektedir. UVA 'ya sunuk kalma sonucu, kollajenin yapısında; çok sayıda çapraz bağ oluşumu, çözünürlüğünde azalma, denatürasyon gibi değişiklikler olur. Bütün bu değişiklikler fotoyaşlanma ile sonuçlanır. Fotoyaşlanma sonucunda deride klinik olarak elastoz, ince ve kalın kırışıklıklar, kuruluk, gevşeme, kabalaşma, telenjiektazi, düzensiz pigmentasyon, yer yer sarımsı renk, çok sayıda iyi ya da kötü huylu neoplazmlar görülür.
Fotokarsinogenez: Doğal ya da yapay ultraviyole ışınlarına uzun süreli maruz kalma sonucu insanlarda ve deney hayvanlarında deri kanseri oluştuğu bilinmektedir. Deney hayvanlarında kanser oluşturan ultraviyole ışınının dalga boyu 280-320nm olan UVB olduğu gösterilmiştir. Uzun dalga boylu UVA
(320-400nm) ışınları UVB ışınımına eklendiğinde karsinogenez oluşumu artar. UVR ışınımına maruz kalma nükleer DNA'da ardışık değişikliklerle sonuçlanır. UVB ve UVC'nin hücre ölümü, mutasyon ve transformasyon gibi etkileri için ana hedef yapı DNA'dır. UVR (290-360nm) etkisi ile insan derisinde pirimidin dimerleri oluştuğu invivo olarak gösterilmiştir. Bu fotoürünler, eğer onarım da bozuksa DNA yıkımına ve mutasyona neden olur. Ayrıca UV etkisi ile tümör süpresör gen (P 53 geni) mutasyonu da olmaktadır. Diğer taraftan UV ışınları, Langerhans hücre işlevlerini bozarak immün sistemi baskılar. Bütün bu etkiler ve mutasyona neden olma, hücre bölünmesini bozarak tümör gelişimine neden olur.
Ultraviyole ışınları etkisi ile en çok yüzde yerel bazal hücreli karsinom, skuamoz hücreli karsinom gibi melanom olmayan deri kanserleri ve bunların öncüleri olan solar keratoz ve lentigolar gelişir. Melanom olmayan deri kanserlerinin gelişiminde alınan kümülatif doz önemlidir. Melanom gelişiminde ise uzun süreli temastan çok, yinelenen ve deride yanık oluşturacak şiddette UV ışınlarına maruz kalma önemlidir.
Güneş Işınlarından Korunma
Güneşten korunmada temel ilkelerden birisi kişinin eğitimidir. Bu eğitici programlarda insanlar; uzun süre güneşlenmenin zararları, güneşe çıktıklarında bilinçli koruyucu ürün kullanmaları, konusunda bilgilendirilmelidirler. (bkz. Hasta Rehberi
, sayfa: 222 )Güneşten Koruyucular
Güneşten koruyucular (GK), UV ışınlarını absorbe etme yansıtma ve dağıtma yoluyla deriye ulaşmalarını önleyen yerel ilaçlardır. Güneşten koruyucular güneş yanığını önlerler, fotoyaşlanma izlerini azaltırlar, UVA' ya bağlı kronik fotoyıkımı ve immünsüpresyonu azaltır, deri kanserlerinin oluşumunu önlerler.
Güneşten Koruyucu Ürünlerin Özellikleri:
Bir güneşten koruyucunun etkinliği bu ürünün Güneş Koruma Faktörü (GKF) değerine dayanır ve ürünün deriyi güneş yanığına karşı koruyabilme yeteneğini gösterir. Deride eritemin görülebilmesi için güneş altında kalınan en kısa sürede alınan ışın dozuna Minimal Eritem Dozu (MED) denir. GKF değeri; koruyucu uygulanmış deri alanındaki MED'in, uygulanmamış derideki MED'e oranı alınarak hesaplanır. Deri tipi I-II olanlar; GKF ;15-30, deri tipi III-IV olanlar ise GKF; 10-15 olan koruyucuları seçmelidirler. İyi bir GK ürün; suya, terlemeye, sürtünmeye ve buharlaşmaya dayanıklı olmalı, kokusuz ve renksiz olmalı, irritan, toksik ve duyarlandırıcı olmamalıdır. Bir güneşten koruyucunun etkinliğini sürdürebilmesi için, uygun bir taşıyıcı içinde olması ve suyla ya da terle uzaklaştırılmaya dayanıklı olması, hem UVB hemde UVA'yı absorbe etmesi gerekmektedir. Güneşten koruyucu ürünler solüsyon, jel, krem ve merhem olarak hazırlanırlar.Güneş koruyucu önerilirken kişinin deri rengi ve tipi, ışık duyarlılığı olup olmadığı (bu durumda hem UVB, hemde UVA' yı filtre edenler seçilmeli), mesleği ve açık hava aktiviteleri, kontakt duyarlılığı olup olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Tam koruma sağlamak için güneşten koruyucu deri yüzeyine ince bir tabaka oluşturacak miktarda (birim alana 1,5-2mg.) uygulanmalı ve homojen olarak olarak dağıtılmalıdır.
1) Kimyasal Koruyucular: UV ışınlarını absorbe ederek, deriye girişini azaltırlar. Yalnızca UVB'yi ve hem UVB hem de UVA'yı (320-360 nm den kısa dalga boylarını) absorbe edenler olmak üzere iki çeşittirler. PABA (Para Amino Benzoik Asit), PABA esterleri ( Padimat -A, Padimat- O, Escalol 505), sinnematlar (oktilsinnemat) ve salisilatlardır. UVA ve UVB absorbsiyonu yapan benzofenon ve antralinatlar 340 nm dalga boyularındaki ışınları kısmen absorbe ederken, dibenzoilmetanlar UVA'nın daha uzun dalga boylarını absorbe ederler. Yaz mevsiminde tercih edilmelidirler. Kimyasal koruyucular renksizdirler ve kozmetik kabul edilebilirlikleri fazladır.
2) Fiziksel Koruyucular : UV ışınlarını yansıtma ve dağıtma yoluyla fiziksel bir bariyer oluştururlar.
Hem UVA hemde UVB' ye karşı iyi bir koruma sağlar. Ancak opak olduklarından kozmetik kabul edilebilirlikleri kötüdür, suda erimeye direçlidirler fakat güneş etkisi ile ısınma sonucu erirler iki saatte bir yenilenmelidirler. Bu gruptaki koruyucular; titanyum dioksit, çinko oksit, talk, magnezyum oksit, kaolin (aliminyum silikat), ferrik oksit, zirkonyum oksit gibi maddeleri içeririler. Genellikle burun, kulaklar ve dudaklar gibi sınırlı alanlarda kullanılırlar. Mesleki olarak sürekli güneş altında kalanlarda, ışık duyarlılığı olanlarda (lupus, kseroderma pigmentosum gibi) kullanılması gereklidir.
3) Kombine Koruyucular: Hem UVA hem de UVB içeren kimyasal koruyuculara fiziksel bir koruyucunun eklenmesi ile elde edilirler. Deri tipi I ve II olan açık tenli kişilerde etkili bir koruma sağlar.
Güneşten koruyucuların; irritan kontakt dermatit, kontakt allerji, fototoksisite ve fotoallerji oluşturma gibi yan etkileri vardır. Bu etkiler PABA ve PABA esterleri, koruyucu içindeki koku vericiler ya da koruyuculara bağlıdır.
Son yıllarda güneşten koruyucuların deri kanseri oluşturma riskini arttırdıklarına dair görüşler ortaya atılmıştır, ancak; güneşten koruyucuların doğrudan deri kanserine neden olmaktan çok GK kullanılmasının, uzun süre güneş altında kalmayı cesaretlendirmesine bağlı olduğu da savunulmaktadır. Güneşten koruyucuların çoğu UVB'yi tümden UVA'yı kısmen filtre ederler. Bu nedenle UVA ışınının büyük bir kısmının deriden geçmesine ve daha uzun süre UVA ışınlarına maruz kalınmasına ve böylece UVA ışınlarının daha derin tabakalara penetre olmasına yol açarak kanser oluşumuna neden olabileceği ileri sürülmüştür.
Kaynaklar
1- Mc Gregor JM, Hawk JLM. Acute Effects of Ultraviolet Radiation on the Skin. In: Freedberg
IM , Eisen ZA, Wolff K, Austen KF, Goldsmith LA, Katz SI, Fitzpatrick TB, eds. Fitzpatrick's
Dermatology in general medicine, 5th ed. New York: Mc Graw Hill Book Company,
1999: 1555-1561
2- Hawk JLM.Ctaneous Photobiology. In: Champion RH, Burton JL, Burns DA, Breathnach, eds.
Textbook of Dermatology, 6th ed.Oxford: Blackwell Scientific Publications, 1998: 973-993.
3- Granstein RD. Photoimmunology. In: Freedberg
IM , Eisen ZA, Wolff K, Austen KF, Goldsmith LA, Katz SI, Fitzpatrick TB, eds. Fitzpatrick's
Dermatology in general medicine, 5th ed. New York: Mc Graw Hill Book Company, 1999: 1562-1572.
4- Avcı O. Güneşten Korunmada Temel Prensipler. Türkiye Klin. Kozmetoloji 1998; 1 (2): 86-95.
Dr. Hakan Yaman*, Dr. Mehmet Ungan**
*Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Asistanı,
Beden Eğitimi ve Spor Öğretimi Bilim Uzmanı
** ODTÜ Sağlık ve Rehberlik Merkezi, Aile Hekimliği Uzmanı
Tatile gitmeye hazırlanan ya da sık iş yolculuğuna çıkmak durumunda kalan bireylerin hekimliğini yapan, tedavi amacıyla hastasını gelişmiş bir merkeze göndermek durumunda kalan ya da tedavi sonrası hastasını yeniden geldiği yere geri göndermek zorunda olan hekimin karşısına, "acaba uçak yolculuğu hastam için uygun mu?" sorusu çıkmaktadır.
Hastaya önerilerde bulunmak ve onun uçuşa uygunluğunu değerlendirmek için var olan bazı göstergeleri ele almadan önce, bazı temel ilkelerden sözetmek gerekmektedir.
Eskiden basınç kabini olmaksızın alçak yükseklikte yolculuk yapılmaktayken, son 40 yıldır teknolojinin gelişmesiyle koşullar değişmiştir. Günümüzde uçaklar daha modernleşmiş, hızlı ve daha yükseklerde uçabilecek niteliktedir. Bu durumda var olan fizyolojik koşulların insanları akut sağlık sorunları ile karşı karşıya bırakma olasılığı nedeniyle, basınç kabini geliştirilmiştir. Bu kabin yardımıyla uçak kabininin içerisinde yeryüzüne benzer fizyolojik koşullar sağlanabilmiştir.
40000 ft'lik (12192 m) uçuş yüksekliğinde, kabin basınç yükseltisi 7000 ft'tir (2133.6 m). Bu da kabinde bulunan hava yoğunluğunun daha düşük olduğu ve 2300 m yükseltideki hava yoğunluğuna eşdeğer olduğu anlamına gelmektedir. Aynı biçimde oksijen parsiyel basıncı kabinde, deniz düzeyinde bulunan 160 mmHg’ ya göre daha düşüktür ve 110 mmHg dolaylarında bulunmaktadır. Arteryel oksijen saturasyon yüzdesi ise % 98-99'dan % 90-92'ye düşmektedir. Bu koşullar altında bedenin bazı fizyolojik dengeleme düzenekleri devreye girerler ve örneğin kalp atım sayısı bu sırada 5-15 atım/dakika artar, solunum sayısı da hafif artar ve solunum derinleşir. Sol ventrikülde hafif bir basınç artışı sözkonusu olur. Hipoksiye bağlı akciğer arteriollerinde daralmaya bağlı sağ kalbin yükü artar. Yükseltiye bağlı basınç etkileri yanısıra kabin klimalarına bağlı hava nemliliğinin %8-12 arasında olması nedeniyle havanın oldukça kuruduğunu da belirtmek gerekir. Ortam ısısı artık büyük bir sorun oluşturmamaktadır ve uygun biçimde ayarlanabilmektedir. İnsan bedenini etkileyebilen diğer bir olumsuzluk ise, uzun süreli hareketsizliktir. Bu durum özellikle otururken popliteal bölgeyi etkilemektedir ve alt ekstremitelerde ödemlere, hatta tromboembolik durumlara yol açmaktadır.
Uçuş sırasında olağandışı durumları bildiren uçuş raporları aracılığıyla uçuş sırasında gelişebilen sağlık sorunları hakkında bilgi edinmek olasıdır. Örneğin, 1988 yılında Lufthansa uçaklarında dokuz ölüm olgusu bildirilmiştir. Olguların yarısından çoğu kardiyak nedenlere bağlı olmuştur. IATA (Uluslarası sivil taşımacılık örgütü) 1977 ile 1984 yılları arasında uçuş sırasında kardiyak nedenlere bağlı 326 ölüm bildirmiştir.
Uçuş sırasında ortaya çıkabilecek sağlık sorunları şunlardır:
*Öncelikle uygarlık hastalığı olan koroner arter hastalığından sözetmekte yarar vardır. NYHA ( New York Heart Association)’nın sınıflandırılmasına göre, NYHA 1'de bulunan bireylerin, yani yakınmaları olmayan bireylerin, uçakla yolculuğa çıkmalarında herhangi bir sakınca yoktur. NYHA 2'de bulunan hastaları, gelişebilecek uçuşa bağlı olası stresten kurtarmak için, uçuş öncesi hafif sedasyon anjina pektoris gelişimini engelleyecektir. NYHA 3'te bulunan bir bireyde, hafif bir eforla bile anjina gelişebilmektedir. Bu hastaların sedasyonu ve hastalığı bilen bir kişinin eşlik etmesi uygundur. Nitrogliserin ve kalsiyum kanal blokerleri içeren preparatların el altında bulundurulması gerekir. Bu evreye bir de KOAH eklenmişse oksijen vermek için, kabin havasından oksijeni yoğunlaştıran bir yoğunlaştırıcı araç ta bulundurmak gerekir.
NYHA 4'te bulunan bireylerin yolculuk amaçlı uçaklarda taşınmaları uygun değildir. Ancak ambulans uçaklarıyla taşınabilirler.
*Miyokard infarktüsü (MI) geçiren bireylerin uçuşa uygunluklarının değerlendirilmesi bireye özgü yapılmalıdır. İlke olarak komplike olmayan MI'da altı hafta kadar uçuşa kısıtlılık getirilmelidir. Ancak risk etmenlerinin varlığına ve infarktın genişliğine göre bu sürede değişiklik yapılabilir.
*Pacemakeri olan hastalar uçuş yolculuklarına katılabilirler. Ancak havaalanında güvenlik kontrolleri sırasında ayrıntılı bedensel incelemeyi talep edip, metal dedektörlerin içinden geçmemelidirler.
*Nedeni ne olursa olsun anemide, hemoglobinin 9-10 g/dl'nin altında bulunduğu durumlarda uçakla yolculuk sakıncalıdır. Zaten düşük olan oksijen satürasyonu nedeniyle, anemide miyokardın ve merkezi sinir sisteminin oksijen yararlanımı iyice tehlikeye girebilmektedir. Yolculuk gerekliyse bireye ototransfüzyon yapılmalıdır. Uçakla acil yolculuğun gerekli olduğu durumlarda, sürekli oksijen verilebilecek ambulans uçakları ile taşınmaları gerekir.
*Bronşial astımda, uçuş sırasında kandaki parsiyel oksijen düşüklüğü sıkıntı yaratacaktır. Ayrıca klimalara bağlı kuru hava ortamı, uçuşa bağlı gelişen anksiyete ve diğer yolcularla olan yakın temas astım krizine neden olabilir. Bu nedenle yolculuk sırasında hastanın ilaçları yanında bulundurulmalıdır. İlaç olarak; beta adrenerjik, teofilin, glukokortikoid, antihistaminik, antibiyotik ve adrenalin bulunursa iyi olur. Tek enjeksiyonluk adrenalin özellikle astımlılarda bir yaşam sigortası görevi yapacaktır.
Buna ek olarak kriz anında oksijenin verilmesi durumun şiddetlenmesini engelleyecektir. Bronşial astımı olan bireylerin, uygun koşullar yaratıldığı taktirde uçakla yolculuk yapmalarının sakıncası yoktur.
*İster karada ister havada olsun amfizem büllerinin açılıp, pnömotoraks oluşturması olasıdır. Uçak kabininde azalmış hava basıncı nedeniyle, pnömotoraksı olan bireylerin uçakla yola çıkmaları doğru değildir. İlk kez ortaya çıkan ya da yineleyen spontan pnömotoraksın, gelişmesinden 6-8 hafta sonra uçmaya izin verilmelidir, çünkü plevranın yapışması ve nedbeleşmesi o kadar sürmektedir.
*Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olan bireyler uçuş öncesi değerlendirmeye alındıklarında, planlanan uçuş yüksekliğindeki hipokseminin derecesi de gözden geçirilmelidir. Gereğinde oksijen verilmesi önerilir ve uçakta bu koşulların sağlanması için istemde bulunulur.
Günümüzde hava yolculukları sırasında PaO2 değerinin 50 mmHg'dan yüksek olması önerilmektedir. Nazal kanül aracılığıyla verilecek dakikada 2-3 litre oksijen, 8000 fitteki oksijen basınç açığını karşılayabilir ve PaO2'yi 50 mm Hg'nın üzerinde tutar. Evde sürekli oksijen desteği uygulanan hastaların bunu, uçuş sırasında da sürdürmesi gerekir. Uçuş sırasında gereksinim duyulan oksijen miktarının fazlalığı nedeniyle oksijen dakikada 1-2 litre arttırılır.
Evde oksijen tedavisi almadan gezebilen birçok KOAH olgusu, 50 mmHg'nın altındaki PaO2 değerlerini kısa süre kaldırabilmektedir. Bu olguların başka hastalıkları yoksa, sorunsuz başka bir uçak yolculuğu yapmış ve klinik bakımdan stabil iseler, yolculuğa izin verilebilir. Oksijen gereksinimi ve diğer risk faktörleri iyice değerlendirilmiş KOAH olgularının uçak ile yolculukları tehlikesiz olacaktır.
*Metabolik hastalıklar uçakla yolculuk için bir engel değildir. Uçakla yolculuk diyabetik için, hastalığına ilişkin donanımını yanında bulundurmadığı durumda bir sorun haline gelebilir. Burada bazı beklenilmeyen durumlar dikkate alınmalıdır, örneğin havaalanında ya da uçakta uzayan bekleme sürelerine bağlı yemek yiyememe, zaman boylamlarının geçmesiyle saat farklarına uyum sorunları, özellikle insüline bağlı diyabetiklerde sorun yaratabilmektedir.
Yolculuğa çıkan diyabetik yanında çok dilde yazılmış bir diyabetik kimliği, kan şekeri ölçme aleti, idrar inceleme gereçleri ve yeterince ilacından ya da enjektör ve insülinden (ışıktan uzak, 0-40 derece arasında depolanmalı) bulundurmalıdır.
Hipoglisemi gelişiminde eşlik eden kişinin elinin altında 1-2 ampül glukagonun ya da yeterli şekerin (glukozun) bulunması yaşam kurtarıcıdır.
Ayrıca yolculuk öncesi diyabetiğin göz dibi muayenesi yapılmalıdır. Hemoraji varsa uygun tedaviyle onarılmalıdır, çünkü yolculuk sırasında bu lezyon daha da genişleyebilir.
Diyabetikler ilaçlarını ve insülinlerini el çantasında bulundurmalıdırlar, ayrıca zamanında hava yollarına diyet istemlerini bildirirlerse uygun beslenme olanağına da sahip olabilirler. Bu uygun diyet sunumu diğer sağlık sorunları ve diyet seçimleri için de geçerlidir (hiperlipidemi, glutensiz, vejeteryen ve bazı dinlere özgü diyetler).
*Kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan bireylerin gidecekleri yerde tıbbi bakımını üstlenecek ve diyalizini yapabilecek birimler olduğu zaman tatil yapmaları sakıncalı olmamaktadır. Ancak dolaşım dengesizliği, kalp yetmezliği ve belirgin bir osteopatisi ya da transplantasyona gereksinimi olan bireylerin yolculuk yapmaları yasaklanmalıdır. Bunlar dikkate alınırsa ve gidecekleri yerde gereken koşullar sağlanırsa, KBY olan hastalar sağlıklı bireyler gibi yolculuk ve tatil yapabilirler.
*Bedenin üç boşluğuna yapılan girişimlerde, uçuşa uygunluk farklı biçimlerde değerlendirilir:
Tümör çıkarılması ya da anjiyoplastik amaçlı kraniyotomilerden sonra 6-12 ay uçuşa izin verilmemelidir.
Torakotomilerden 4-6 hafta sonra uçuşa uygunluk izni verilir. Özel uçaklı ambulans sistemleri ile by-pass ameliyatı geçiren hastalar giriş
imden 2-3 hafta sonra evlerine uçakla dönebilmektedir.Laparatomi sonrası sütürlerin kaynaması için 6 hafta süre tanınmalıdır. Cerrahi yara tam iyileşmeden uçuşa izin verildiği taktirde, uçak kabininde oluşabilecek ani basınç değişiklikleri ani dekompresyonlara neden olacaktır. Barsak gazları batın içi sütürleri zorlayıp açılmalarına yol açabilir.
Uçak yolcuğunda, yüksek dağlarda bulunurken ya da denize dalarken olduğu gibi, ani basınç değişiklikleri ile sıklıkla barotravma diye adlandırdığımız sorunlar ortaya çıkar. Bu ya tuba auditivanın işlevsel bir sorunu uçuş sırasında kulak ağrısı, kulakta bası hissi ve işitme azlığı yakınmalarını doğurur. Bu hastalarda dekonjestanların kullanımı yararlıdır. Ancak akut sinüzit ve otit gibi, yeni ve bulaşıcı olma aş
amasında olan tüm enfeksiyonlu bireyler uçuşa uygun değillerdir.*Epilepsilerde genel anlamda uçak yolculukları için bir engel bulunmaz. Ancak uçuşa bağlı artan stres bir konvülziyonu ortaya çıkarabileceği için, bu bireyler ek olarak sedatize edilmelidirler ve antiepileptiklerin dozunun arttırılması uygun olacaktır.
*Glokom uçuş için bir engel göstermese de katarakt ameliyatı olan ya da retina dekolmanı ameliyatı yapılan bireyler en az 4 hafta uçmamalıdırlar.
*Gebeliğin serolojik tanısından ultrasonografik tanısına dek geçen sürede yolculuklardan kaçınmakta yarar vardır, çünkü bu dönemde spontan abortus oranı % 14'lerde bulunmaktadır. Düşük olması durumunda, anne kendini suçlayabilmektedir.
Önceden ekstrauterin gebeliği gelişmiş olanlar, gelişen yeni gebelikte bir yeni ekstrauterin gebelik dışlanılmadan ya da tatil yapacağı yerde buna uygun tıbbi yaklaşım sergilenilemeyeceği durumlarda yolculuktan kaçınmalıdır.
Gebeler için en uygun yolculuk ve tatil yapma 18-26. gebelik haftaları arasında olmalıdır. Plasenta previa ultrasonografik olarak dışlandıktan sonra, çoğul gebelikte ve önceki gebeliklerde var olan gebelik toksemisi bu haftalar arasında tatili engellemez. Üçüncü trimesterde yapılacak tatil ve yolculuktan önce obstetrik muayene yenilenmelidir, soru
n yoksa, özellikle primipar hanımlara doğum eyleminin erken bulguları hakkında bilgiler verilerek, tatil yapmalarına izin verilmelidir.Ancak var olan ya da beklenilen gebeliğe ilişkin ya da eşlik eden sorunlar ortaya çıkarsa yolculuk ve tatil yapmaları yasaklanmalıdır:
Hidramniyos, oligohidramniyos, plasenta yetmezliği ve intrauterin gelişme geriliği, erken doğum eylemi, servikal yetmezlik, Rh uygunsuzluğu, yineleyen idrar yolları enfeksiyonu, gebelik toksemisi ve diyabetes mellitus gibi.
Sıkça sorulan, “uçak yolculukları fetusu hipoksemiye sokabilir mi?” sorusuna “hayır” denilebilir. Yalnızca kabin içi basınç değişimlerine bağlı sorunlar oluşabilir, ama burada da uçakta acil durumlarda kullanılan oksijen maskeleri sorun yaşanmasını engeller. Uçuşun gebe
ve çocuk üzerinde yaratabileceği bazı olumsuz etkiler şunlardır:Kapalı boşluklarda havanın genişlemesi (aerotis, barosinusitis, şişkinlik), uzun süre oturmaya bağlı artmış tromboemboli riski ve "jet lag" ya da sirkadiyen ritim bozukluklarına bağlı uykusuz
luk ve uyku düzensizlikleri.Özetle, birçok hava yolu şirketine göre gebelikte hesaplanan olası doğum tarihine dört hafta kalana dek sorunsuzca uçulabilir. Ancak bazı havayolu şirketleri 28. haftadan sonra uçuşa uygunluğa ilişkin hekim raporu istemektedirler. O nedenle uçuş koşullarını ilgili hava yollarından öğrenmek gereklidir.
Yukarıda ki bazı sağlık sorunları ve fizyolojik değişimler için geçerli olan genel ilkeler çerçevesinde herbir bireyin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Havayollarında standart formlar bulunmaktadır. Bir yüzü hastanın hekimi tarafından doldurulur, diğer yüzü ise havayollarının tıbbi departmanınca doldurulur ve böylece uçuş için uygun önlemler zamanında alınmış olur. Birçok havayolu şirketinin uçtuğu varış noktalarında bu
lunan anlaşmalı hekimlerden yardım ya da uçuşa uygunluğa ilişkin bilirkişilik yapmaları istenebilir.Kaynakça:
1. Spann W., Deinhardt (Hrsg.). Turistik und Gesundheit - Risiken, Vorsorge, Notfall. 8.Symposium Verkehrsmedizin des ADAC; 20-21.11.1989, München, Deutschland. München: ADAC, 1990.
2. Fox, Bowers, Foss. Beden Eğitimi ve Sporun Fizyolojik Temelleri. Yaman H (Çev Ed.). Bağırgan Yayımevi: Ankara. 1999.
3. Mills FJ, Harding RM. Fitness to travel by air. BMJ. 286;1983:1340.
4. Dillard TA, Beninati WA, Berg WA. Air travel in patients with chronic obstructive pulmonary disease. Arch Intern Med. 151, 1991:1793-1795.
5. Dick L. Travel medicine: Helping patients prepare for trips abroad. AFP. 58(2), 1998: 383-400.
6. Harris MD, Miser WF, Yetter JF. High-Altitude medicine. AFP. 57(8),1997: 1907-1923.
Tanınız Nedir?
Dr. Figen Akalın*, Dr. Serap Turan**,Dr. Ali Tırtır**
* Yard. Doç.; Marmara Üniv. Tıp Fak. Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı
** Araş. Gör.;Marmara Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağ. ve Hast. AD
S.A. dokuz yaşında, erkek hasta. Kasıkta şişlik yakınması ile kliniğimize başvurdu. Öyküsünden; annesi ve babasının 31 yaşında sağ, sağlıklı olduğu; aralarında akrabalık bulunmadığı, normal vajinal yolla miadında 2800 gram doğduğu öğrenildi. Doğum sonrası dönemde önemli yakınması olmayan hastanın 2-3 yaşından
itibaren büyümesinin geri kaldığı, fiziksel görünümünün değişmeye başladığı, saçlarının döküldüğü belirtildi. Süt dişleri döküldükten sonra kalıcı dişleri çıkmamıştı.Fiziksel muayenede; ağırlık ve boyu 3. persentilin altında, boy yaşı 3 yaş 2 ay, kemik yaşı 7 yaş ile uyumluydu. Mental durumu yaşına uygun, ilkokula gidiyor ve derslerinde başarılıydı. Sesi ince ve yüksek tonluydu. Ön fontaneli 2 X 2 cm. boyutlarında olup, pulsatildi. Yüzeyel kafa venleri belirgindi. Saç, kirpik ve kaşları yoktu. Dudakl
arı ince olup dudak çevresinde hafif siyanozu gözlendi. Yontulmuş burun ve anodonti vardı. Orta hat yüz yapıları hipoplazikti ve gözlerinde ekzoftalmus benzeri bir görünüm vardı. Deri altı yağ dokusu azalmıştı, deride sert, parlak, kuru; skleroderma benzeri görünüm ve eklem kontraktürlerine bağlı tipik ata biner duruşu gözlendi. El ve ayak tırnakları distrofikti. Laboratuvar testlerinde; hemogram, tam idrar incelemesi, serum lipidleri, kan şekeri, karaciğer ve böbrek işlev testleri normal, kreatin fosfokinaz MB yüksek bulundu. Telekardiyografisinde kardiyomegali yoktu, elektrokardiyografik ve ekokardiyografik bulguları normaldi.Tanınız nedir?
Dağarcığımızdan
Araç Tutmalarına Karşı Kullanılabilecek İlaçlar
Buklizin
Longifene Şurup 1mg/ml
Longifene Tablet 25mg/tb
Erişkinde 30-45 mg/gün, 1-5 yaş 10-20 mg/gün, 5-10 yaş 15-30 mg/gün
Dimenhidrinat
Antiem Tablet 50mg/tb
Dramamin Tablet 50 mg/tb
Xamamine Tablet 50 mg/tb
Yolculuğa çıkmadan yarım saat önce erişkinler 50-100 mg alınır. Günlük doz 400 mg’ı geçmemelidir.
Meklizin+B6 vitamini
Postadoksine Tablet 25 mg Meklizin, 50 mg B6 vitamini
Araca binmeden yarım ya da bir saat önce
1-2 tablet alınır. 4-6 saatte bir yinelenir.
Rhizomazingiberis
Ginger kapsül 250 mg/kapsül
Yetişkinlerde ve 6 yaşın üstündeki çocuklar için yolculuğa çıkmadan yarım saat önce 2 kapsül daha sonra,her 4 saatte 2 kapsül bir miktar su ile alınır.
Buklizin, Dimenhidrinat ve Meklizin+B vitamini sedatif etkisinden dolayı motorlu araç kullananlar, tehlikeli makina başında ya da yüksek yerde çalışanlar ve yoğun zihinsel çalışmalar yapması gerekenler tarafından kullanılmamalıdır.
On Soru On Yanıt
Bu ayki On Soru On Yanıt sayfamızın konusu “Dalgıç Seçimi ve Dalış Raporu Verilmesi” Sorularımızı İstanbul Üniv. İstanbul Tıp Fak. Deniz ve Sualtı Hekimliği AD Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Şamil Aktaş yanıtladı.
1. Dalış için uygun raporu verilmesini engelleyen hastalıklar nelerdir?
Orta kulak içine su girmesine yol açacak enfeksiyona, kalorik uyarana bağlı vertigoya neden olabilecek timpanik membran perforasyonu, havalandırma tüpleri gibi durumlar dalışa kontrendikedir.
Orta kulak eşitlemesini bozan başka bir deyimle kulak açmayı engelleyen her türlü patoloji, polip, rinit, ÜSYE gibi durumlarda geçici olarak dalış yapılamaz.
Dış kulakta kapalı hava boşluğu oluşturan böylece dış kulak barotravmasına zemin hazırlayan buşon, eksostoz, osteom gibi patolojiler dalışa engel oluşturur.
Meniere hastalığı ve benzeri kronik vertigo nedenleri sualtında oryantasyon kaybına yol açacağından sakınca yaratır.
Basınç değişimlerinin iç kulakta yıkım oluşturmasına zemin hazırlayan stapedektomi, orta kulak protezleri ve mastoid kemiği ilgilendiren kronik mastoidit, mastoid fistülü gibi patalojiler dalışa kontrendikedir.
Regülatör ağızlığının kullanımını olumsuz etkileyecek her türlü oral ya da maksillofasiyal deformitesi bulunanların dalması sakıncalıdır.
2. Dalış raporu verirken göz muayenesinde nelere dikkat edilmelidir?
Numaralı maske ile dalmasına karşın basınç ölçeri, dekompresyon tablolarını, saati, pusulayı göremeyen yakın görüş kusuru bulunanlar ile bir aygıt kullanmadan dalış eşini, tekneyi, dalış alanını göremeyecek düzeyde görme kusuru bulunanlar dalamazlar.
Sportif dalışlarda renk körlüğünün bir önemi yoktur. Yeterli görme keskinliğine ve alanına sahip olmak koşuluyla glokomu olanlar, retina dekolmanı geçirmiş ve halen risk altında olmayanlar ile kataraktlılar dalabilirler.
Son zamanlarda geçirilmiş bir oküler cerrahi ya da radikal keratotomi ise maske içinde bulunan havanın barotravma kaynağı olabilmesi nedeniyle dalışa engeldir.
3. Dalış raporu verdiğimiz kişinin ruhsal durumu da değerlendirilmeli midir?
Evet. Paniğe yol açabilecek düzeydeki klostrofobi, ağır depresyon, manik durumlar, alkolizim, uyuşturucu ya da uyarıcı ilaç bağımlılığı, dalış için uygun olmayan motivasyon olgularında dalış kesinlikle yasaklanmalıdır. Hekimin bu tip kişilerin dalması sırasında gözönünde bulundurması gereken bir konu da dalış eşinin ve acil bir durumda kurtarıcıların da yaşamlarının tehlikeye atılacağıdır.
4. Epilepsi öyküsü olanlar dalış yapabilir mi?
Diğer sporlardan farklı olarak sualtı ortamında dalgıcın her an tam bilinçli olması gereklidir. Epileptik bir kişi atletizmle uğraşabilir. Oysa sıradan bir nöbet, sualtında yaşamla bağdaşmayacaktır. Bu nedenle epizodik bilinç kaybı öyküsü olanlar, nöbet geçirenler, SVA ya da geçici iskemik atak öyküsü olanlar dalamazlar. Çocukluk çağı febril konvülziyon öyküsü olanlar olgu temelinde ele alınabilirler. Dalışın başlı başın
a migren krizlerini ortaya çıkardığı ve sualtında özellikle kusma gibi komplikasyonların dalgıçları çok güç durumda bırakacağı gözönünde bulundurulmalıdır.5. Nörolojik bir hastalığı olanlar dalış yapabilir mi?
Nörolojik sekeli, medulla spinalis yaralanması öyküsü olanlar, benzer biçimde daha önce dekompresyon hastalığı geçirip nörolojik defisiti bulunanlar, sekel bırakmış kafa travması geçirenler dalmamalıdır.
İntrakraniyal operasyon geçirenlerin, demiyelizan bir hastalığı bulunanların, beyin tümörü bulunanların ve kafaiçi anevrizma ya da vasküler başka bir malformasyonu bulunanların dalması sakıncalıdır.
6. Kan hastalıkları dalış için kontrendike midir?
Orak hücre hastalığı, açıklanamayan anemi, polisitemi ya da lösemi dalışa kontrendikedir.
7. Kalp ve damar sistemi hastalığı olanların dalış yapması uygun mudur?
Geçirilmiş miyokard enfarktüsü, anjina ya da kroner arter hastalığı durumlarında dalış izni ayrıntılı muayenelerin sonucunda uzman kişiler tarafından verilir.
Kardiak septal defektlerde, aort ya da mitral stenozda dalış sakıncalıdır.
Su içine batma, soğuk, dalma refleksi gibi uyaranlar kendi başlarına kalpte ritm değişikliklerine yol açabilir. Ayrıca bu grup patolojiler egzersize normal kardiyovasküler yanıtı da bozarlar. Bu nedenle ritm bozuklukları bulunanların dalmaları sakıncalıdır. Tam kalp bloku, ikinci derece kalp bloku, egzersiz kaynaklı taşiaritmi, paroksismal atrial taşikardili ya da senkop ataklı Wolf-Parkinson-White sendromu, sabit hızda kalp pili kullanımı, egzersize normal kardiyovaksküler yanıtı bozan ilaç kulanımı bu kapsamda ele alınmalıdır.
Egzersize toleransı kısıtlıyacak düzeydeki arteriyel ya da venöz periferik damar hastalıkları da dalışa kontrendikedir.
Retinal, renal, kardiyak ya da vasküler yıkım oluşturmuş hipertansiyon dalışa engel oluşturur. Hangi yaşta olursa olsun 140/90 mm Hg’lik arteriyel basınç üst sınır kabul edilmelidir. Tuz kısıtlaması, kilo kaybı, diüretik kullanımı ile bu sınırın sağlanması kabul edilebilir. Beta bloker ve diğer ilaçlarla kontrolde ise daha ayrıntılı muayenelere gereksinim vardır.
8. Solunum sistemi hastalıklarının hangilerine dalış izni verilmez?
Solunum sistemi ele alınırken dikkat genellikle hava hapsine yol açabilecek lezyonlara yönelir. Akciğer çıkış barotravmasına yol açabilecek böylesi bir durum sualtı hekimliğinde en çok sakınılan sonuçlara yol açar. Bu nedenle radyolojik olarak saptanan bül, kavern ve kavitasyonlar, egzersiz ve soğuk havanın tetiklediği astım nöbetleri; kronik obstrüktif akciğer hastalığı dalıştan kesin elenme nedenidir. Çocukluk çağı astımlarında dalış izni ayrıntılı özel muayeneler sonucunda uzmanlarca verilmelidir.
Spontan pnömotoraksı olanların sağlam akciğerinde de benzer durumun gelişmesi diğer insanlara oranla daha anlamlı derecede fazladır. Gerek dalışın pnömotoraks gelişimine yol açabilmesi, gerek böylesi bir durumun basınç altında yaratabileceği tehlikeler gözönüne alınarak dalış izninin verilmesi gerekir.
9. Şeker hastalarının dalış yapması sakıncalı mıdır?
İnsüline bağlı diyabet durumunda dalış, sualtında bilinç kaybı ve boğulma riski nedeniyle sakıncalıdır. İnsüline bağlı olmayan diyabet olgularında ise eğer hipoglisemik atak öyküsü bulunuyorsa aynı kapsamda ele alınmalıdır.
Gaz hapsine yol açabilecek her çeşit karın duvarı hernisi cerrahi olarak onarılmadıkça dalışa kontrendikedir. Benzer biçimde sindirim sistemi barotravmasına kaynaklık edebilecek parösefageal ya da hiatal herni dalışa engeldir. Hiatus hernisi ayrıca karın içi basıncın artması ile reflü ösefajite de neden olabilir.
10. Gebelik ya da karın içi basıncı değiştirilebilen durumlarda dalışa izin verilir mi?
Her ne kadar bu konuda fetüs ile ilgili teratojenik ve iskemik çalışmalar yeterli
değilse de gebelik durumunda dalış uygun bulunmamaktadır.
Kitap/Kredi Puanı Kazanan
lar1- Dr. Gökhan İnce (Sefabey Cad. Kervan Apt. No:12/5 Yalova)*,
2- Dr. Mehtap Türk (Köy Hizmetleri 4.Bölge Müt.Kayseri)*, 3- Dr. Hasan Hazar (Bahçebaşı S.O.Malatya)*,4- Dr.M.Ali Gördesli (Devlet Hast. Acil Servisi Edremit Balıkesir)*,
5- Dr. Huriye Sevil Özyoldaş (Çınar Mah. Bahçeler Sok. Önal Apt. 16/12 Küçükyalı İstanbul)*, 6-Dr. İsmail Cihat Tuna (Kütahya), 7- Dr. Gülsen Özhan (Malatya),8- Dr. Sabahattin Kabaoğlu (İzmir),9- Dr. Metin Sancaktar(Trabzon),10- Dr. C.Hakan Yıldırır (Tekirdağ), 11- Dr. Canan Öksüzoğlu (Trabzon), 12- Dr. Sevtap Yıldırır (Tekirdağ), 13- Dr.Bedi Küçük (İçel),
14- Dr.Nükhet İnsel (Adana), 15- Dr. Avni Ziyan (Manisa), 16- Dr. Ü.Şeyma Dülger Uçar (Ankara), 17- Dr. Nadir Gence (Eskişehir), 18- Dr. Mesut Yıldırım (Ankara), 19- Dr. Ayşe Ekşioğlu (Afyon), 20- Dr. Melih Karamuk (Ankara), 21-Dr. Hale Kirkizoğlu (Hatay),
22- Dr. İbrahim Dursun Özyoldaş (Saraçhane-İstanbul), 23- Dr. Ali Yalçın Balcıoğlu (?),
24- Dr. Yavuz Akın (Adana),
25- Dr. Osman Esen (Kocaeli), 26- Dr. Fitnat Özgüç (Ayvalık), 27- Dr. Orhan Özgüç (Ayvalık), 28- Dr. Recep Sağlam (Kayseri), 29- Dr. Nergiz Güzelcik (Ankara), 30- Dr. Mehmet Ali Sarıboyacı (Eskişehir), 31- Dr. Ali Şerif Kuray (Konya)
Hasta Rehberi
Bu sayfayı çoğaltıp kurum panonuza asabilir ya da hastalarınıza sunabilirsiniz.
Güneş altında kalmanın ve sıcağın zararları
L Yazın tarlada çalışırken, açık havada iş yaparken ya da deniz kıyısında güneşlenirken hem güneş ışınlarının hem de sıcağın zararlı etkileri altında kalabilirsiniz.
L Güneş gören yerlerinizde yanıklar olabilir. Derin yanıklar kalıcı izler bırakabilir.
L Güneş deriyi kurutur, kırıştırır, erken yaşlandırır.
L Güneş ışınları deri kanserlerine yol açmaktadır. 18 yaşından önce güneşte uzun süre kalmış ve derisinde içi su dolu kabarcıklar gelişmiş kişilerde daha sonra deri kanserleri gekişme riski iki kat yüksektir.
L Doğrudan güneşe maruz kalmak gözde katarakt oluşmasını kolaylaştırır.
L Yüksek ısı, sıcak çarpmasına da yol açabilir. Sıcakta uzun yol yürüyenlerde, sokakta oynayan çocuklarda hatta doğrudan güneş altında olunmasa bile sıcak havalarda ateşin yükselmesi, terlemenin azalması,. halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, iştahsızlık, bayılma ortaya çıkar. Ölüme bile yol açabilir.
L Sıcak en çok bebekleri ve 65 yaş üzeri insanları etkiler. Aşırı sıcaklardan ölümlerin 3/4’ü 65 yaşın üzerindekilerdir ve tümü önlenebilir ölümlerdir.
L Vücudun su kaybı kalp krizlerine ve beyin damarlarında tıkanmaya yol açar.
Güneşten ve sıcaktan korunmak için
J Yazın saat 10.00-16.00 arası güneşte kalmayın. Olabiliyorsa evinizden çıkmayın, ağaç ya da şemsiye altında, gölgede oturun
J Susamamış olsanız bile sık sık bol su için. Deriniz ve damarlarınız kurumasın
J Serinlemek için alkollü (örneğin bira) ve kafeinli içecekler ( çay, kahve) yararsızdır, bunlar önce serinletir, sonra bedenin su kaybını arttırırlar.
J 6 aydan büyükler güneşi doğrudan alan deriye GKF (Güneş Koruma Faktörü) 15 den yüksek olan koruyucular sürmelidir. Bu uygulamayı 2 saatte bir yenileyin.
J Kenarlı şapka giyin. Yüzünüz doğrudan güneş altında kalmasın.
J Koyu renkli güneş gözlüğü takın. Gözlüğünüz güneş ışığının % 90'ını emebilen özellikte olsun.
J İnce, açık renk, bol giysiler giyinin. Giysiniz güneş ışığının derinizi yakmasını önlesin ama terleyip su kaybettirmesin.
J Sıcak toprak ya da kuma çıplak ayakla basmayın.
J Hafif yemekler, sulu yiyecekler (meyva, salata, çorba) yiyin. Yağlı, tuzlu, kuru yiyecekler vücut suyunu azaltırlar.
J Sık sık duş yapın, sein su ile yıkanın.
J Olanak varsa klima kullanın, ya da sinema, kitaplık vb. klimalı yerlere gidin.
J Sıcak çarpması belirtileri görülen birini hemen gölgeye çekin, serin suyla yıkayın, bileklerine, kasıklarına buz koyun. Bilinci açıksa su içirin, dalgınlaşıyorsa, bir hekime başvurun.
Ke
ndimizi SınayalımDr. Ufuk Beyazova*
*Prof.;GÜTF Cocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD.
OLGU: 1
10 aylık erkek hastanın her iki el ve kolunda hiperemik, ağrılı, eritemli, demarkasyon çizgisi gösteren, yer yer kırmızı papüler lezyonlar var. Bedeninin diğer taraflarında döküntü gözlenmedi. (Resim 1) Tanınız nedir?
OLGU: 2
5 yaşında kız hastanın yüzünde, burun ve yanaklar üzerinde eritemli, yer yer papüllü kırmızı lezyonlar var. (Resim 2) Ne olabilir?
OLGU : 3
14 yaşında erkek hastanın ensesinde, sırtında ve omuzlarında ödemli, eritemli alanlar ve yer yer ufak büller görülüyor. Lezyon sağlam dokudan belirgin demarkasyon gösteriyor. Hasta çamaşırların dokunması ile oluşan ağrıdan ve yatıp uyuyamamaktan yakınıyor. Ateşi 38.8 0C. baş ağrısı ve halsizliği var. (
Resim 3) Tanınız nedir?OLGU: 4
5 gün önce idrar yolu enfeksiyonu tanısı alıp, trimetoprim- sulfametaksazol kullanmakta olan hasta yüz, boyun, kol ve bacakların ekstansör yüzlerinde ödem, eritemli, yer yer papül ve veziküller içeren ıslak, sızıntılı, hafif ağrılı ve kaşıntılı eritematöz döküntüden yakınıyor.
Siz Olsaydınız
Nisan sayımızda yer verdiğimiz Dosya 4’ü kısaca anımsatıp, sizlerden gelen yanıtları yayınlıyoruz. Dosya 6 ile ilgili yanıtlarınızı ve YSŞ görüşünü Eylül sayımızda bulabilirsiniz.
Dosya 4
Sağlık memuru M.T. bir hekim tarafından astımlı bir hastaya yazılmış depo penisilin iğnesini yaptıktan sonra, kısa sürede hasta anaflaksiye girmiş ve yapılan girişimlere karşın kaybedilmiş. Hekim ve sağlık memuru aleyhine dava açılmış.
Yanıt 1:Hastanın hekim tarafından muayene edildiğini ve tedavisinin düzenlendiğini kabul edersek, hastaya yapılan girişim (Penadur LA 2.4 İM yapılması) bilimsel ve mesleki olarak doğrudur. Ancak tıbbi ve hukiki yönden eksiklikler vardır..
Ülkemizde yasal mevzuat, tıbbi ve sosyal gerçekler sağlık memurunun İM enjeksiyon yapmasına olanak tanımaktadır. Tüm bunlara karşın Penadur LA 2.4 Ü. tedavinin ikincisinin yapılmış olması bazı önlemlerin alınması gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Her ne kadar anaflaktik şok gelişimine karşı yapılacaklar sınırlı ise ve yapılması gereken girişimlerin yapılmış olduğu görülse de, ilgili sağlık memuru kusurludur;
1. İkinci kez de olsa penisilin yapılmadan duyarlılık testi yapılması gereklidir.
2. Penisilin sonrası gelişebilecek komplikasyonlar dikkate alınarak gerek test gerekse enjeksiyon uygulanma süresinde anaflaktik şok ve diğer duyarlılık reaksiyonlarına karşı gerekli önlemler hazır bulunmalı ve bu girişimleri yapacak doktor olmalıdır.
Bunların olmayışı sağlık memurunu sorumlu kılmaktadır. Ancak ülkemizde resmi sağlık kurumlarındaki uygulamalar dikkate alındığında bu kusurluluk oranı azalmaktadır. Kusur oranını belirlemek için;
1. Hastanın reçetesi olup olmadığı,
2. Anaflaktik şok gelişmesine paralel belirtilen müdahalenin yapılıp yapılmadığı,
3. Hastanın gerçekten anaflaktik şoktan öldüğünü güvenilir biçimde ortaya koymak için yapılan klasik otopsi sonuçlarının bilinmesi zorunluluğu vardır.
Özetle duyarlılık testi yapılmadan ve gelişebilecek durumlara müdahale edecek hekim olmadan bu tedavinin ilgili sağlık memuru tarafından yapılmış olması kişiyi kusurlu kılmakta, yukarıda özetlenen durumlar ışığında bu kusur ortadan kalkmamakla birlikte hafiflemektedir.
Dr. Şefik Zan
Serinyol S.O Antakya/Hatay
Yanıt 2: STED Haziran 1999 sayısında astımlı bir hastaya penisilin yapılması sonunda anaflaksi ile kaybedilmesi içerikli dosyaya yanıt veren iki hekim arkadaşımızın, alerjik hastalara penisilin uygulanmasına ilişkin cümleleri yanlış anlaşılabilir düşüncesiyle yanıt vermek gereğini hissettim.
Astımlı hastalara gereğinde penisilin verilebilir. Anaflaksi toplumda ne sıklıkta görülüyorsa astımlılarda da o sıklıkta görülür. Ancak astımlı hastada anaflaksi geliştiğinde hastanın belirtileri daha şiddetli olur. Astımlılara, antibiyotik verirken gerekli olup olmadığı elbette düşünülmelidir. Birçok astımlı hasta yanlış olarak pnömoni tanısıyla gereksiz yere antibiyotik almaktadır.
Ayrıca diğer bir hekim arkadaşımızın yanıtında “atopili hastaların daha duyarlı olduğu” ifadesi tam olarak doğru değil. İlaç uygulamadan önce sorulacak olan ailede atopi öyküsü olup olmadığı değil, kişide ve ailede ilaç alerjisi, anaflaksi öyküsü olup olmadığıdır. İlaç alerjisi öyküsü varsa dikkatli olmalı, ya da test yapılmalıdır. Her çeşit atopi öyküsünden çekinmelidir.
Doç. Dr. İpek Türktaş
Gazi Üniv. Tıp Fak. Pediatrik Alerji Bilim Dalı
Dosya 6
Suçlanan: Dr. K.B.
Olay: C. Ailesinin tüm bireyleri birdenbire ortaya çıkan bulantı, kusma, ishal yakınması ile sabah 09.30’da acil servise başvuruyorlar.Acil serviste bir ampul antiemetik yapılıp hastalar enfeksiyon hastalıkları servisine gönderiliyor. Öyküden; bir gece önce akşam yemeğinde iki gün önce alınıp buzdolabında saklanan tavuğun pişirilerek herkes tarafından yendiği, gece yatmada
n önce ve ertesi sabah kahvaltıda kızartılmış sucuk yedikleri öğrenilmiş. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. K.B. hastaları muayene edip reçete yazmış ve evlerine göndermiş. Aile ilaçları kullanmamış. Aynı gün 17.30’da ailenin küçük kızı, yüksek ateş, kusma ve bilinç kaybı yakınmalarıyla yeniden getirilmiş. Çocuk hastalıkları servisine yatırılıp altı saat sonra ölmüş.Ertesi gün yapılan otopside akciğerlerin ödemli ve küçük kanama odakları olduğu, iki gün sonra alınan sucuk ve tavuk örneklerinde sucuktan Klepsiella ve C.perfiringens , tavuktan ek olarak S.aureus ürediği, 15 gün sonraki R.S. Hıfzıssıhha Enstitüsü raporundan patojen mikroorganizma üremediği, toksik maddeye rastlanmadığı anlaşılmış. Hastanın ölümünde Dr. K.B.’nin ihmali bulunduğu gerekçesiyle
aile dava açmış. ÖSiz olsaydınız ne yapardınız?
Tanınız Nedir’in Yanıtı
Tanı: Progeria
Hastalık 1886' da Hutchinson ve daha sonra Gilford tarafından tanımlanmış; Gilford bu hastalığa erken yaşlanma anlamına gelen progeria adını vermiştir.
Progeria hastalığı
8 milyon canlı doğumda bir görülür ve erkek: kız oranı 1.5'dir. Hastalar genellikle cinsel olgunluk ve üreme yaşına gelmediği için, şimdiye dek anne babadan çocuğa geçiş tanımlanmamıştır. Otozomal dominant ve otozomal resesif kalıtımla geçen olgular bildirilmekle birlikte, üzerinde en çok durulan kalıtım biçimi ilerlemiş anne baba yaşına bağlı sporadik dominant mutasyonlardır.
Hastaların deri biyopsilerinden elde edilen fibroblost kültürlerinde yapılan bir çalışmada tip 4 kollajen ve elastinin arttığı gösterilmiş; histolojik görünümde ise retiküler dermisin elastik liflerinde artma ve ağ yapısında düzensizleşme bulunmuştur. Başka bir fibroblast kültür çalışmasında ise, hücrelerin ultraviyole ışın yıkımına karşı onarım kapasitesinde azalma gösterilmiştir. Allsopp ve ark.’nın yaptıkları çalışmada azalmış bölünme kapasitesini gösterir biçimde progerialı hasta fibroblastlarında telomeraz kısalığı gösterilmiştir.
Hastaların ortalama doğum ağırlığı 2700 g olup hastalığın başlangıcı yaşamın ilk birkaç yılında olmaktadır. Hastalık tipik yüz görünümü, büyüme geriliğiyle bulgu vermektedir. Alopesia, belirgin kafa derisi venleri, orta hat yüz yapılarında hipoplazi, mikrognati, yontulmuş burun belirgin özellikleridir. Diş gelişiminde gecikme, anodonti, hipodonti, dişlerde renk değişiklikleri ve çürüklerde artma görülür. Deride incelik, kuruluk ve sertlik skleroderma benzeri bir görünüm oluşturur. Eklem çevresinde fibrozise bağlı 1-2 yaşlarından itibaren başlayan eklem sertliği ve bunun neden olduğu "ata biner duruşu" görülür. Hastalarda yaygın osteoporoz vardır. Tübüler kemikler ince ve göğüs kafesi dardır. İskelet displazileri, coksa valga deformitesi, vertebralarda oval biçim değişikliği bulunur; uzun kemikler ince gövdeli olup, kortiko-meduller oran azalmıştır. Sklerotik değişiklikler ve buna bağlı patolojik kırıklar ortaya çıkabilir. İskelet değişiklikleri özellikle klavikula ve distal falankslarda kemik kaybı ile kendini gösterir.
Büyüme bir yaşından sonra aşırı etkilenmekte, cinsel gelişme olmamaktadır. Çabuk yorulma hastaların çocukluk oyunlarına tam olarak katılımlarını engellemektedir. Hastalık zeka ve beyin gelişimini etkilememektedir. Bizim hastamız da tipik görünümü, fizik bulguları ve normal zeka gelişimi ile yayınlanmış olgularda tam uyum göstermekteydi. Hastalarda insuline değişik derecelerde direnç ve bazen insuline bağımlı diabetus mellitus görülebilir, serum lipidlerinde artma saptanabilir.
Erken yaşta ortaya çıkan ateroskleroz, koroner arter hastalığına neden olmaktadır, ölümün en sık nedeni budur. Hastalarda ekokardiografik olarak; büyük ve hipertrofik sol ventrikül, sistolik fonksiyonlarda azalma, aort kapağının senil kalsifik stenozu, aort yetersizliği, restriktif hemodinami gibi yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan patolojik bulgular saptanabilmektedir. 13 hastalık bir seride ölüm yaşları 7-27 arasında olup ortalama ölüm yaşı 14.2 olarak bulunmuştur. Yayınlarda bildirilmiş en yaşlı hasta 45 yaşındadır. Hastalığın etkin tedavisi bulunmamaktadır, ancak ağır angina pektorisi olan hastalarda anjiyografi ile koroner arterler görüntülenerek; stenoz saptandığında, tedavi amacı ile koroner by-pass cerrahisi uygulanabilmektedir. Bizim hastamızda hafif CPK artışı dışında kardiyak patoloji saptanmış, hasta bu yönden izleme alınmıştır. Abdenur ve ark.’nın yaptığı bir çalışmada 3 hastanın büyüme hızları iyi beslenme ve büyüme hormonu tedavisi ile artmış, bazal metabolik hızları azalmış, ancak bu artış zamanla kaybolmuş ve ateroskleroza gidişte farklılık görülmemiştir.
Hastalık, yaşlanma konusunda araştırmalar için bir model oluşturması açısından önem taşımaktadır. Büyüme gelişme geriliği ile başvuran hastaların ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken ve tipik muayene bulguları ile kolayca tanı konulabilecek bir hastalıktır.
Kaynaklar:
1- Klatsky AL, Armstroğg MA Alcohol, smoking, coffee, and cirrhosis. Am J Epidemiol 1992;1992:1248.
2- Maher JJ. Alcoholic liver disease. In: Grendell JH, Mc Quaid KR, Friedmann SL (eds), Curremnt and Treatment in Gastroenterology. Stamford, Connecticut: Lange. 1996,527-538.
3- Nalpas et al. Association between HCV and HBV infection in hepatocellular carcinoma and alcoholic liver disease. J Hepatol 1991:12:70.
4- Imperiale TF, McCullough AJ.Do corticosteroids reduce mortality from alcoholic hepatitis? A meta-analysis of the randomized trials. Ann Intern Med 1990;113:299.
Sağlık Ocaklarımızdan
Van Merkez 4 No’lu Sağlık Ocağı
Dr. Mehmet Akif Kıral
Sağlık Ocağımız Van Şehir Merkezine 7 km uzaklıkta göl kenarına ve Tatvan-Van Feribot iskelesine oldukça yakın bir konumdadır. Bu yüzden üstümüzden geçen martılar bizi hiç şaşırtmazlar.
Ocağımızın kullanılan iki kapısı var. Bir kapıdan hastalar ve biz giriş-çıkış yapıyoruz. Diğer kapının önünde akşamüstleri sandalyeleri atıp, semaverimizi yakıp kıtlama şekerlerle, ince belli bardaklarla çaylarımızı içiyoruz.
Sağlık Ocağımızın koridorunda astığımız ilan tahtasına tıbbi mesajlarımızı asıyoruz. Bu koridordaki set üstü ocakta bazı annelere kendi elleriyle sebze çorbası yaptırıp ardından kendi malnütrisyonlu çocuklarına içirtiyoruz. Bütün personel memnun ve mutlu. Sağlık memurumuz
Maşuk Bey, o kadar memnun ki ”biraz fazla yaptırın biz de içelim, çok güzel koktu” diyor.Sağlık ocağımızda üç doktor, iki hemşire, on ebe, iki sağlık memuru, iki sıtma savaş memuru çalışmaktadır. Ocağımızda bebek ölüm hızı
binde 43.40, doğum hızı binde 1
8.85’dir.Burada bazı gözlemlerim birinci basamak hizmetlerinin önemini çok çıplak bir şekilde anlamamı sağladı. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da birinci basamak her şey! İşte birkaç örnek. Burada kadın doğum asistanı bir arkadaşım var. Bir gün nöbette oldukça yaşlı bir bayan gelmiş. İlk bakışta karında kitle diye düşündükleri, her halde sonu total abdominal histerektomi ile biter diye düşündükleri hasta gebe çıkmış. Her yaşta kadın doğurabiliyor. Aile
planlaması hizmetleri ne yazık ki herkese ulaşamıyor. Benim muayenede 3 aylık gibi gördüğüm çocuk 9 aylık çıkıyor. Sütten başka bir şey vermiyorlarmış. Babasından aldığım yanıt ise daha ilginç: Yalnız süt değil yanında cips de veriyorlarmış. Malnütrisyonlu çocuk oranı çok yüksek.
Dil sorunu çok önemli boyutlarda. Türkçe bilenlerin oranı çok düşük. Yalnızca ilacın nasıl kullanılacağını anlatmanın bile başarı sayıldığı bir ortamda ben ishalin tehlikelerini, anne sütünün erdemlerini nasıl anlatacağım?
Tabii bunlar, bu engeller bizi yıldırmamalı. Öncelikle yapabileceklerimizden başlamalıyız.
Aklıma gelenler şunlar:
*Hemşire ve ebe hanımlar rutin görevlerinden halkı eğitmeye zaman ayıramıyorlar, ayrıca isteksizler.
*Hemşire ve ebelerin bakmakla yükümlü oldukları nüfus fazla, yetişemiyorlar.
*Gönüllü eğitim personeli yetiştirmeli, onlarla birlikte eğitim çalışmaları düzenlemeliyiz. Böylece halkla aramızda bir köprü kurulabilir.
* Sağlıkla ilgili afişleri yalnızca okullara ve sağlık kurumlarına değil, mahalle aralarına da asmayı düşünüyorum. Halkın okuma, görme, ilgilenme olasılığı artabilir.
*Sağlık ocağına gelemiyecek uzaklıkta yaşayan ve ekonomik durumu kötü olan insanların köylerinde ufak yerler düzenlemeyi istiyorum. Hayırsever kişilerden de yardım alırım belki. Buralarda aşı, çocuklara beslenme eğitimi gibi hizmetler verebiliriz.
* Buradaki sağlık personelinin, özellikle köyde olanların % 80'i Ankara'dan gelecek tayin haberi bekliyorlar. Kendilerini işlerine veremiyorlar. STED gibi dergiler onları çalışmaya ve bir şeyler yapmaya heveslendirebilir. Belki yerel bir dergi çıkarmak ta çok güzel olabilir.
Size de bir önerim var. STED'in daha etkin bir rol alabilmesi için her ilden gönüllü bir hekim arkadaş temsilci olsun. Oradan bilgi, haber, sorun ve çözüm aktarsınlar...
Bunu okuyan arkadaşlara fikirlerim uçuk gelebilir. Lütfen onlar da düşüncelerini benimle paylaşsınlar. Dergi aracılığı ile yazışalım. Gönderdiğim fotoğraflar Erciş Altındere Sağlık Ocağı'ndan Sağlık Memuru Seyithan Ar'ın, şiirse benim…
YOKTU Kİ!
Yoktuki şansımız s
uçlamayaSen mavi gözlüsün, sen esmer
Sen çirkin demeye.
Toprağı yoğurmalıydık.
Göğe tekrar maviyi
Çocuklara yeniden gülmeyi
Vermeliydik.
Toprağa yeniden tohumu
Dedemize yeniden gölgeliğini
Uyuyacağı
Anneannemize dışarıya bakacağı pencereyi
Ve sokakta yürüyen, gülen insanları…
Bizce
Bu kez daha öncekilerden değişik bir sağlık ocağı tanıtımı sunduk size. Yalnızca ocağın fizik yapısını ve yıllık çalışma raporunda yazılı olan demografik değerleri değil hizmete ilişkin kaygılarını, düşlerini, önerilerini de dile getiren bir sağlık ocağı tanıtımı. Bizi kullanarak sizlere de sesleniyor. “Yazışalım” diyor. Yaptıklarımızı, yapmadıklarımızı, yapamadıklarımızı, yapar gibi yapıp yapmadıklarımızı, istediklerimizi, istemediklerimizi, istemeyi bilemed
iklerimizi, aklımızdan geçenleri, yüreğimizi delip geçenleri, düşlediklerimizi, düşlemeye bile cesaret edemediklerimizi hepsini hepsini. Yazalım, yazışalım, birbirimize duyuralım..Bir de bakmışsınız kızlarımıza söylerken gelinlerimiz de duymuş, gelenlerimiz de duymuş, gidenlerimiz de duymuş, yönetenlerimiz de duymuş, hatta hiç belli olmaz öğretenlerimiz de duymuş. Üstelik duymakla kalmamış onlar da duyurmaya başlamışlar, uygulamaya başlamışlar, birinci basamakta hekimler, hemşireler, ebeler bir çalışıyor bir çalışıyor, sağlık ocakları, AÇS/AP merkezleri ve diğer sağlık kurumlarının alt yapısı tamamlanmış, hepsinin yeterli personeli, aracı, ufak birer laboratuvarı var. Sağlık müdürlüğü sizlerin hallerinizden anlıyor, yalnızca denetim değil, eğitim yapıyor, çalışanı destekliyor, ödüllendiriyor, Tıp fakültelerinde ülke gerçeklerine ve gereksinimlerine uygun hekimler yetişiyor, öğretim üyeleri birinci basamakta çalışan hekimlerle dirsek temaslarını hiç yitirmiyorlar, gereksinimler değişti mi diye kontrol ediyorlar, en sık görülen, en çok öldüren ve sakat bırakan hastalıkların eğitimine öncelik veriyorlar, hastalıklardan korunmaya ve erken tanıya yönelik eğitim konularını az görülen hastalıkların tanı ve tedavisinin önüne almışlar...İnanmıyor musunuz? Bilmiyor musunuz büyük yürüyüşler bir küçük adımla başlar...
YARIN DİYE BİR ŞEY VAR*
bilirim yarın diye bir şey var
çeliğin su katılmamış yanı
ırmakların geçilecek, fırtınaların
dinecek
bir yanı var
ömrümüzün
belki bir gün gülecek.
selam verip
selam alacak
barışa kardeşliğe
hep tok yatan
çocuklar görecek
el ele
aşklar, omuz omuza
dostluklar
ne dikenli teller olacak
ne tanklar tüfekler
ne tüberküloz kalacak
ne lösemi
ne işsizlik
ne banka
ne borsa
süt gibi duru ve ak
ekmek gibi sıcak
bizim de
bizim de...
* Behçet Aysan, Düello (Toplu Şiirler), Adam Yayınları, 1993
Kendimizi Sınayalım’ın Yanıtı
OLGU: 1
Her iki el ve kolda güneş yanığı. Koruyucu çamaşırların örttüğü alanlar sağlamdır. Yanmış ve yanmamış alanlar arasında belirgin demarkasyon çizgisi olması tipiktir. Bu tip güneş yanıkları güneşe maruz kaldıktan sonra 30 dakika ile 4 saat sonrasında gelişebilir. 6 aylıktan küçük bebeklerin 15 dakikadan uzun güneşte kalması sakıncalıdır. Bu yaş çocuklarda terleme yeterli olmadığından güneş çarpmasına da yatkındırlar. 6 aydan büyüklerde giydirme ve şemsiye güneşten korur. Güneşe çıkarmadan yarım saat önce sürülen ve 1-2 saatte bir yinelenen güneş krem ve losyonları da yararlıdır.
OLGU: 2
Yüzde güneş yanığı. Lezyonların en belirgin olarak yüzün güneş gören alanları olan burun üzerinde ve yanaklarda olması tanıyı akla getiriyor. Üst gözkapakları, saçların altı, burnun hemen altı, nazolabial oluklar ve çene çukurunun yanıktan korunmuş olması tipiktir. Ter b
ezlerinin tıkanmasına bağlı kırmızı papüller oluşmuştur. Ağrı ve eritem soğuk pansumanla azalabilir. Güneşe maruz kaldıktan hemen sonra alınırsa aspirin ya da indometazin gibi prostaglandin inhibitörleri güneş yanığını modifiye edebilirler. Bu tip lezyonlarda yerel ya da sistemik kortikosteroidlerin yararı gösterilmiş değildir. Benzocain gibi yerel anestetikler duyarlaştırıcıdırlar, ağrıda geçici bir iyileşme yaparlarsa da önerilmezler.
OLGU:3
Sırtta güneş yanığı. Yanık olan ve olmayan alanlardaki belirgin demarkasyon tipiktir. Yoğun güneşe maruziyet sonucu ödem ve bül oluşumu söz konusudur. Çocuk ve gençlerde güneş yanığına bağlı bül oluşumu ile ileri yaşlarda görülen deri kanserleri arasında ilişki gösterilmiştir. Akut ciddi güneş yanıklarında ağrı n
edeniyle uyuyamama vardır. Geniş bir alandaki yanık; ateş, başağrısı ve halsizlik yapabilir. Terlemeyi azalttığı için sıcak çarpmasının yol açtığı kollapsı kolaylaştırabilir. Tedavi diğer güneş yanıklarındaki gibidir.OLGU: 4
Fotosensitif ilaç erüpsiyonu. Topikal ya da sistemik bir ilaç ve ışığa maruz kalmanın birlikte yol açtığı bir gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Vücudun güneş ya da ışık gören yerlerinde ödemli, vesiküler, ıslak lezyonlardır. Çoğu kez kaşıntılıdırlar. Fotoallerjik reaksiyon yapan ilaçlar arasında sülfamidler, fenotiazinler, PABA esterleri, parfümler sayılabilir. Ayrıca yiyecek maddeleri ve sabun gibi günlük yaşantıda sık kullanılan maddelere bağlı olarak da gelişebilir. Bu nedenle özellikle asfalt işçileri, çiftçiler, eczane, hastane, laboratuvar çalışanları, kozmotik ve sabun-deterjan sanayi çalışanları gibi riskli meslek sahiplerinde, egzematöz döküntü varlığında fotosensitif madde öyküsü araştırılmalıdır. Kuşkulanılan madde ile foto-yama testi yapılabilir. Tedavi kullanılan ilacın kesilmesi yanısıra güneş yanıklarındaki gibidir. Ağır kaşıntı varsa sistemik kortikosteroidler kullanılabilir. Hastaya fotoallerjik bir ilaç önerildiğinde güneşten korunması gerektiği hatırlatılmalıdır.
Dağarcığımızdan
Bilateral İşitme Kaybı ya
da Tinnitus1. Adım: İlaç öyküsü alınır. Kafein, salisilatlar, kinidin, indometasin, propranolol, levodopa, carbamazepine ve aminofilin mümkünse kesilir.
2. Adım: Fokal nörolojik defisit varsa MR istenir.
3. Adım: Odyogram. Bilateral 4000 Hz de çentik tarzında sensorinöral kayıp akustik travma sonucu; bilateral sensorinöral kayıp, presbiakuzi sonucu olur. İletim tipi işitme kaybı buşon, otit ya da otoskleroz nedeniyle olabilir. Odyogramı normal olgularda idiopatik tinnitus olabilir.
Dergilerden
Proton Pompa İnhibitörleri Erken Mide Kanserini Maskeleyebilir.
Griffin SM, Raimis SA, BMJ 1998; 317: 1606-1607
Sağaltımı olmayan bir sağlık sorunu olarak kabul edilen mide kanserinin erken tanı ile belirli ölçüde sağaltımı sağlanmıştır ki 15 yıllık yaşam beklentisi % 90’a kadar çıkabilmektedir.
Erken mide kanseri olgularının çoğunda dispeptik yakınmalar bulunmaktadır. Bu nedenle 45 yaşın üzerinde, dispeptik yakınmaları yeni başlayan ve mide kanseri risk grubuna giren bireylerin hepsine endoskopi önerilmektedir.
Tanıda gecikme bir çok etmene bağlıdır. Bunlardan birisi endoscopi öncesi ülser sağaltımının başlamasıdır. H2 reseptör blokerleri gibi proton pompa inhibitörleri de erken ülsere mide kanserini iyileştirebilmekte ve bu nedenle deneyimli bir göz dahi başlangıçta görülen ülseri gözden kaçırabilmektedir. Bu hastalar defalarca ülser olmayan dispepsi tedavisi almaktadır.
Dispepsi yakınması olan hastalarda endoskopi kararı verilirse, endoskopiden en az 7-14 gün önce ülser ilacı almaması önerilmektedir. İlacı üreten firma ve “British National Fomulary” risk grubunda yer alan dispeptik hastalara endoscopi yapılmadan proton pompa inhibitörü yazılmaması gerektiğini belirtmektedir.
Postherpetik Nevraljinin Önlenmesi
Dworkin RH, Lancet 1999;353:1636-1637
Postherpetik nevralji’ye (PHN) yönelik birçok tedavi yaklaşımı olmasına karşın, birçok bireyde yanıt alınamamakta ya da çok az, kısmi yarar sağlamaktadır. Antiviral ilaçlar PHN olasılığını azaltmak için fırsat gibi gözükmektedir. Antiviral tedavi şu hastalara önerilebilir; PHN için yüksek risk taşıyan gruplar (yaşlılar, orta ya da ağır döküntüsü olanlar, orta ya da ağır derecede ağrısı olanlar), ve oftalmik tutumu olanlar. Ancak yeterli antiviral tedaviye karşın kronik ağrıları devam eden hasta sayısı az değildir. Yapılan çalışmalar kortikosteroid tedavisinin eski yaşam kalitesine dönüşü çabuklaştırsa da toplam herpes zoster ağrı süresinde bir değişiklik yapmadığını göstermektedir. Bowsher ve arkadaşları, yaşlı hastaların erken dönemde düşük doz amitriptilin (Trisiklik antidepresan) ile tedavisi durumunda PHN prevelansının düştüğünü göstermişlerdir. Son çalışmalarda antidepresan ve antiviral ilaçların birlikte verilmesi önerilmektetir. Bu kombinasyon diabetik nevropati gibi diğer ağrılı periferik nöropati sendromlarının tedavisinde de kullanılabilir.
Erişkinlerde Diabetes Mellitus Ön Tanısı ve İnflamasyonun Belirtileri
Toplum Çalışmalarında Ateroskleroz Riski; Bir İzlem Çalışması
Schmidt MI, Duncan BB, Sharrett Aretal Lancet 1999; 353:1649-52
Tip 2 Diabetes Melitus ( Tip II DM) ve ateroskleroz sıklıkla ortak nedenlerle ortaya çıkmaktadır. İnflamasyon belirtileri koroner kalp hastalıklarının ön tanısında kullanılmaktadır. Bu belirtilerin Tip II DM tanısında da kullanılabileceği düşünülmüştür. İki hastalığın ortaya çıkışına neden olabilecek risk faktörleri, ürik asit yüklemesi, dislipidemi, açlık insülin konsantrasyonu ve santral obesitedir. Bu risk faktörlerine sahip DM olmayan hastalarda da inflamasyon göstergeleri yükselebilmektedir.
Araştırılan inflamasyon göstergeleri beyaz küre, serum albumini, fibrinojen, alfa-1 antitripsin, haptoglobulin ve orosomucoiddir. Araştırmada
45-64 yaş grubunda 15792 kadın ve erkek 7 yıl izlenmiş. Bu bireylerden 2760’ında ailede diyabet öyküsü bulunmaktaymış. Araştırma sırasında 1335 DM olgusu saptanmış. 610 kişilik bir alt grupta diyabette görülen total sialik asid, orosomucoid, hapto globulin ve alfa-1 antifripsin değişiklikleri ile yeni diabet olguları arasındaki ilişki araştırılmış. Bu grupta 284 bireyde karotid ateroskleroz, 33 bireyde de yeni DM saptanmış. Sialik asid ve orosomucoid yeni DM olgularında anlamlı biçimde yüksek bulunmuş. İnsulin interlökin 6’nın akut dönem yanıtını düzenlemesi işlevini yavaşlatmaktadır. Bu da insülin direnci olan durumlarda inflamatuvar göstergelerin yükselmesine neden olmaktadır. Proinflamatuar sitokinler (tümör nekrosiz faktör, alfa-1 antitripsin, leptin ve interlökin 6 gibi) kontrolünün azalmasıyla inflamasyon belirtilerine yol açan plazma protenileri (fibrinojen, orosomucoid, alfa-1 antitripsin, haptoglobulin) sentezi artmakta, albumin ise azalmaktadır. Bu sonuçlar orta yaşlı bireylerde inflamasyon göstergelerinde yükselmenin DM ile ilişkili olabileceğini göstermektedir. Bu da tip II DM patogenizinde sitokin aktivitesinin önemli olabileceğini düşündürmektedir.
İletişim
Sevgili STED Çalışanları,
Dergiyi okurken dikkatimi çeken bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
STED’in yeni biçimi gerçekten hoş. Ancak yazıların sayfaların bitimiyle uyumlu olması önemli. Resimler, clipart figürleri, yazılardan alıntılar yapılmış kutucuklar arasında yazıların devamını, soruların yanıtlarını, alta eklenen ve ardışık sayfalarda süregiden Tabip Odası telefonlarını izlemek dergi okumayı güçleştiriyor. Bugün elime geçen Nisan sayısını daha derli topl
u bulduğumu söylemeliyim.Okuyucu mektuplarını okurken derginin içeriğiyle ilgili birkaç eleştiri ilgimi çekti. Örneğin “Görkem Büyüyor” köşesinin “magazin dergisine uygun olduğu” yorumu! Bana göre, her sayıda o yaşa özgü dönem özellikleri hakkında bilgi verilen, izlemde dikkat edilmesi gerekenleri anlatan, bunu da varolan bir yaşam örneğinden aktaran bir köşe bu. Hem sağlıklı çocuk polikliniği yapan arkadaşları yönlendirecek, hem de kendi çocuklarımızın, yakınlarımızın gelişimini izlemede yardımcı olacak
nitelikte. Birlikte çalıştığım hekim arkadaşım bir yaşındaki kızı için yürüteç kullanmakta kararsızdı. Bu konuda STED’de bir yazı bulduğumda çok ilgisini çekmişti. Gündelik sorunlarda sağlıklı olan ne, bunun yanıtını bulmak her zaman kolay değil. Oysa bana göre, hekimliğin gündelik yaşamın her anında ve ortamında daha sağlıklı koşulların oluşturulmasında önemli işlevi var.Pratisyenlere yönelik anlatımının, konuların basitleştirilmesi gibi anlaşıldığı eleştirisi de yine dikkatimi çekti. Bizler öğrenciliğimizde bilgiyi kalıplar halinde alıp üstüste yığmaya koşullandık. Oysa bilgi kullanılabilir olduğu ölçüde anlam kazanıyor. Bu konuların basitleştirilmesi değil gündelik pratik ile kesişmesidir bence. Örneğin Mart sayısındaki “Dismenore” yazısında etiyoloji
, tedavi gibi ayrıntılı bilgiler olması bilimselken, bu ilaçları önereceğimiz birçok hastanın adet düzenini bozduğu için ilaç kullanmak istememesinden söz edilseydi konu basitleştirilmiş mi olurdu?Elbette pratisyenlerin, uzmanların, akademisyenlerin, öğrencilerin, bir konunun işlenişinden beklentileri farklı olacaktır. Ancak STED’in hoş yanı bu değişik yelpazedeki insanların ortak noktalarını yakalamak olsa gerek ki, bu denli yaygın ve değişik özelliklerde okuyucu kitlesine sahip.
Dergiyi okurken, Denizli’den bir hekim arkadaşın Ocak sayısının “Günlüğümden” sayfasında yayınlanan, tüberküloz hastası çocuklarla yapılan bir etkinliği paylaştığım yazıma ilgisini görmek benim için hoş bir sürpriz oldu. Bunun üzerine kısaca sonraki gelişmeleri aktarmak istedim.
Çocuklar ile bir buçuk ay süresince Çarşamba toplantılarını sürdürdük. Çocukların hepsi aynı katılımı göstermese de, hava koşulları kötü olsa da ortamın sürekliliğini korumaya çalıştık. Bazen değişik konularda resimler yaptık, bazen söyleştik, benim ilgimi çekmek için birbirleriyle çekiştikleri oldu. Bir grup çalışmasının hoş kaynaşmalar yaratması kadar, zaman zaman grubu yönlendirenleri epey zorlayabileceğini öğrendim. Çalışmanın sonunu Verem Haftası’na denk getirdik. Resimleri dispanserin girişinde s
ergiledik. Gerek resimler, gerek tüberküloz ile ilgili hazırladığımız kısa bilgiler epey ilgi gördü. Çocuklara bu süreçten somut birşey kalmasını tartışırken, resimleri kullanacağımız bir takvim oluşturmaya karar verdik. Kendi olanaklarımızla oluşturduğumuz takvimleri ilaç firmasından arkadaşların katkılarıyla çoğalttık. Çocukları çağırdığımız haftanın son günü ise gerçekten duygu yüklüydü. Onların girişte resimlerini görerek yaşadıkları sevinç, takvimleri verildiğindeki şaşkınlıkları ve “biz yine gelmek isteriz” sözleriyle bize verdikleri mutluluk ilk aklıma gelenler.Yazıda Sabahat hemşire olarak adlandırdığım Saadet hemşireden ayrıca söz etmek istiyorum. Kendisine telefonla ulaşarak etkinliğimizi anlattık ve davet ettik. Ertesi gün nöbet sonrası yorgunluğuna karşın söz verdiği saatte dispansere gelmesi, kendisine olan olumlu duygularımı arttırdı. Çocukların onu görünceki şaşkınlık ve mutluluğu görülmeye değerdi. Sanıyorum onun için de en güzel ödül buydu.
Şimdi, bu süreci düzenli yaşayan çocukların bizlerle biraz daha sıcak ve rahat ilişki kurduklarını gözlüyorum. Paylaşımların her insan ilişkisinde olduğu gibi hasta-hekim ilişkisinde de yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu noktadan hareket ederek sizlerle de düşüncelerimi paylaşmak istedim. Okurlarınızın düşüncelerine değer verdiğinizi biliyorum. Hepinize iyi çalışmalar dileğiyle, sevgiyle...
Dr. Serpil Açıkalın Alptekin Eşrefpaşa Verem Savaş Dispanseri
İzmir
Ödüllü Bulmaca
Bu ayki bulmacamızın konusunu Temmuz sayımızdan seçtik. TTB STE Kredi Puanı 2. Doğru olarak yanıtlayıp 30 Eylül 1999 tarihine dek bize gönderen okuyucularımızdan 5’ine Editörlüğünü Dr. Yeşim Gökçe Kutsal’ın yaptığı “Analjezik ve Antiinflamatuar İlaçların Akılcı Kullanımı” adlı kitabı armağan ediyoruz. Bulmacanın çözümünü
Ekim 1999 sayımızda yayınlayacağız.1- Özellikle dört saat kuşağını aşan yolculuklardan sonra biyoritmi düzenlemek için ilk 4 gün akşamüstleri alınması önerilen ilaç 2- Bağırsak paraziti bulunduğuna işaret eden, kan yaymasında arttığı gösterilen hücre 3- Çarpan balık yaralanmasında tedavide yararlı bir uygulama
4- Turistlere sıtma profilaksisi için verilen klorokin, deri içine yapılan hangi aşının etkinliğini azaltır?
5- Tropikal bölgelerde difteri basilinin sıklıkla tuttuğu organ 6- Tropikal Afrika ve Amazon bölgelerine gidenlerde önerilen ve uluslararası belge gerektiren bir aşısı olan hastalık (iki sözcük)
7- DSÖ' nün 1989 dan beri tropikal ülkelere gidecek tüm turistlere önerdiği aşı 8- 1987’de Hac sırasındaki salgından sonra Suudi Arabistan'ın hacı adaylarına yapılmasını zorunlu kıldığı aşı
9- Katarakt ameliyatı olan kişiler en az kaç hafta uçakla yolculuk yapamaz? 10- (SS) Bağışıklığı baskılanmışlar ve onlarla yakın temasta olanlarda kontrendike olan poliyomiyelit aşısı
10- (YA) Taşıt tutmalarında, taşıtın oturulması bulantıyı azaltan yeri 11- Nisan- kasım aylarında dağcı, kampçı, tarım işçisi gibi açıkta yaşayanlardan kan emerek virus bulaştırıp ensefalit yapabilen bir hayvan 12- Oral aşısı göçmen kamplarında uzun süre kalacaklara önerilen, ishal
ve ağır dehidratasyonla giden bir hastalık 13- Açık tenli kişilerde bronzlaşmadan daha fazla koruyuculuk sağlayan, epidermis ve dermiste kalınlaşmaya yol açan olay 14- Güneş ışınları aracılığıyla ortaya çıkıp vazodilatasyon ve inflamasyona yol açan mediatör15- Orta kulaktaki basıncın timpanik zarı çöktürmesini önleyen manevra 16- ( YA) Hem UVA hem UVB yi absorbe edebilen kimyasal koruyucu (kısaltma)
16- (SS) Büyüme geriliği, alopesi, anodonti, yaşlı görünümde yüz, eklem sertliği ile giden, çocuklarda görülen bir kalıtımsal hastalık 17- İçinde canlı basil bulunan oral aşısı ile 2-3 yıl süren bağışıklık elde edilebilen, genellikle ishal bazen kabızlıkla giden enfeksiyon hastalığı 18- İnfluenza virus enfeksiyonlarının başlama ayı 19- Komplike olmayan MI’ lı h
asta en az kaç hafta uçağa binmemelidir?20- Bir güneşten koruyucu ürünün etkinliğini gösteren sayısal nitelik ( kısaltma) 21- UVB ve UVC’nin hücre ölümü, mutasyon gibi etkileri için ana hedef molekül 22- Yolculuk sırasında genişleyebileceği için uçağa binmeden önce DM’lu bir hastanın göz dibinde aranması gerekli lezyon 23- Güneş ışığı aracılığı ile epidermiste oluşumu artan, bronzlaşmayı sağlayan madde 24- Turist ishali gezinin özellikle ilk kaç haftası içinde görülür? 25- Veteriner ve kasaplara önerilen
ölü bakteri aşısı 26- İçi hava dolu boşlukları ilgilendiren ve basınç farklılıklarından kaynaklanan patolojileri tanımlamakta kullanılan travma öneki27- (YA) Primer aşılama için kuduz aşısı kaç doz uygulanır? 27- ( SS) Sıtma profilaksisi endemik bölgeye gitmeden kaç hafta önce başlanır? 28- (YA) Düşük dozlarda bile güneş yanığı, erken yaşlanma, kanser gibi zararlı etkilerin ortaya çıkmasına yol açabilen ultraviyole ışını ( kısaltma) 28- ( SS) Ultraviyolenin % 90-95’ini oluşturan 320-400 nm dalga boyundaki
ışınlar( kısaltma) 29- Güneş ışınlarının eritematojenik etkileri sabah saat kaçtan sonra artar? 30- Daha önce aşılanmamış erişkinlere önerilen poliomiyelit aşısı
Nisan Sayımızdaki Bulmacanın Çözümü;
1- Tifo, 2- Üç, 3- Sağ, 4- Çilek, 5- ELISA, 6- AIDS, 7- DGAT, 8- Onaltı, 9- Albendazol,
10- Endokrin, 11- Pirazinamid, 12- Meningokoksemi, 13- Bronkojenik, 14- Papüller,
15- Oniki, 16- Rifampisin, 17- Büllöz, 18- Yanık, 19- Köpek (Koyun), 20- Altı, 21-Maküler, 22- Casoni, 23- Çocuk, 24- Etambutol, 25- Tüberküloz, 26- Onsekiz, 27- Koyun, 28- Peteşi, 29- ZDV, 30- Ürtiker, 31- İNAH, 32- Vesiküler,
Okuduklarımızdan
BİR DEMET PASİFİK
Nadir Paksoy
Bağlam Yayınları, 1989, İstanbul, 256 sayfa
"Çünkü ben bir gezgin akademisyenim" diye yanıtlıyor Paksoy bir söyleşide "Türkiye ya da Avrupa değil de neden Pasifik?" sorusunu... Evet, O bir akademisyen, patoloji profesörü... ama aynı zamanda bir gezgin.
20 yaşında cebine koyduğu 100 dolarla Sultanahmet'ten Magic Box otobüsüne bindiği günden beri yüreğindeki tutkunun kılavuzluğunda sürdürmekte yolculuklarını... yalnızca gezip görmekle yetinmeyip bunları başkalarıyla paylaşma gönül bolluğunu da sergiliyor yazdığı kitaplarıyla.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı çerçevesinde 1983-85 yılları arasında Vanuatu'da Bölge Sağlık Sorumlusu niteliğiyle yerli halka sağlık hizmeti sunma çabalarını ve 1986-88 yılları arasında Batı Samoa Adalarında patoloji uzmanı olarak görev yaptığı dönemdeki gözlem ve incelemelerini, ilginç anılarıyla süsleyerek ilk kitabı olan Bir Demet
Pasifik'i armağan etmiş 1989'da, (kendi deyimiyle) "bir avuç meraklısına".Kitapta yolculuğa ve yaşanmışlıklara ilişkin anıların yanı sıra bölgenin coğrafi, tarihi, sosyal, kültürel, ekonomik ve tıbbi özellikleri bir belgesel titizliğiyle işlenmiş. Örneğin, bungie jumping atlayıcılarının atası sayılabilecek toprak dalgıçları atlayışlarını yapmadan önce: "Bu atlayışı gerçekleştireceğim için çok mutluyum, geleneklerimizin yaşatıldığı bu töreni izlemek için gelmenizden dolayı kıvançlıyız, gururluyuz ve sizle
re teşekkürü borç biliriz. Yaşasın adamızın ve ülkemiz Vanuatu'nun gelenekleri ve kültürü!..." diye seslenirmiş izleyicilere.Paksoy'un anlattıklarının meraklısı avuçlardan öylesine taşmış ki; 1992'de Sırt Çantamda Coğrafyalar, 1994'de Kuzey Sardunyaları ve 1998'de Gözümden Afrika izlemiş bu ilk göz ağrısını.
Sevgiyi coğrafyalarda arayan;
Umutlarını sırt çantalarında taşıyan;
Haritalar üzeri gece yarıları düşleri
uzun menzilli olan;
Yaşadıkları çemberin boğuculuğundan
yüreklerinde yalnızlık ve sıkıntı duyarak;
enlem ve boylamların ferahlığına koşan
tüm göçebe ruhlara... (Sırt Çantamda Coğrafyalar’dan)
İSKOÇYA GEZİSİ VE ÇEŞİTLEMELER
Tarık Minkari
Doğan Kitapçılık A.Ş.,1999, İstanbul, 247 sayfa
Prof. Dr. Tarık Minkari'nin İskoçya gezisini kaleme aldığı kitap, köklü tarih ve kültüre sahip bu ülkeyi evimize taşıyor. İlk sayfalarında İskoçya'nın genel coğrafik yapısının anlatıldığı kitap, daha sonraki bölümlerinde coğrafyanın tarihle,kültürün söylencelerle iç içe geçtiği bir anlatımla bizlere bu ilginç ülkeyi sayfa sayfa resmediyor. Tarık Minkari'nin kendine özgü anlatımına gördükleri, yaşadıkları, yedikleri içtikleri, dinledikleri de eklenince ortaya harika bir gezi kitabı çıkmış. Kitabın sayfalarını çevirirken bu ilginç ülkenin tarihini, İngiltere ile asırlarca süren mücadele ve savaşlarını, kralları, kraliçeleri, entrika dolu ilişkileri, dini ve siyasi çekişmeleri, bir zaman tünelinin içinden geçerek görüyorsunuz. Kendine özgü doğal yapısının tasvirleri de anlatıma zenginlik katmış. Kitabın en hoş yanı da apansız karşınıza çıkan İskoç fıkraları.Viski nasıl yapılır, nasıl tadılır, nasıl alınır, Ness Gölü’nde canavar var mı, her klanın (Gal diline aile ya da kabile demek) kendine özgü desenli ekose etekleri nasıl oluşmuş, Gayda'da (müzikle gürültü arasında boşluğu dolduran bir alet!) bulunan üç boru ne işe yarıyor? İskoç kültürünün bu özgün renkleri hakkındaki soruların yanıtlarını öğrenirken hem bilgilenecek hem eğleneceksiniz. Kelimelerle anlatılanlar resim, çizim ve haritalarla zenginleştirilmiş. Kitabın son bölümlerinde ise çeşitlemeler, Tarık Minkari'nin özgün söylemiyle okura sunulmuş.
Günlüğümden
Bu ayki günlüğümden sayfalarında Van-Çelebibağı Sağlık Ocağı’nda çalışmış olan Dr. Mustafa Çelik*’in anılarına yer veriyoruz. Sizin anılarınızı da bekliyoruz. Kendi sorunlarınızmış gibi görünen pek çok şey hepimizin sorunu. Çözümleri de paylaşalım.
22 Haziran Çarşamba
Pratisyen hekim kurasında Van-Erciş-Çelebibağı Sağlık Ocağı’nı çektim. Kuradan sonra hemen bir lokantaya oturdum. Masaya Türkiye haritasını açtım. Haritada Van-Erciş’i buldum. Van Gölü’nün kuzey ucunda bir yerdi. Memleketim Adana’ya 900 km uzaklıktaydı. Doğuya hiç gitmemiştim. Nelerle karşılaşacağım?
20 Eylül Salı
Bir aydır çalışıyorum. Hiç de öyle kaygılanacak bir şey yokmuş. Ben hizmet için gelmiştim. Onların sağlığı için buradaydım. İnsanlara güler yüzle saygıyla yaklaşınca, ona değer verince bir sorun kalmıyor. Yeter ki onu anlamaya çalış. Onu muayene et, baştan savma. Bunlar vereceğin ilaçlardan daha etkili bence. Geçici olarak ilçe devlet hastanesi acil servisinde görevlendirildim.
3 Ekim Cuma
Bugün karın ağrısı ile bir bayan getirdiler. Acil servisin karmaşası içerisinde değerlendirdim. Umblikus üzerinde kramp biçiminde ağrıları vardı. Sabahleyin nöbetçi arkadaş aynı yakınmalarla hastayı görmüş, Peptik ulcus tanısıyla ilaçlar yazmış. Bende aynı şeyleri düşünerek ilaçlarına devam etmesini söyledim. Ancak hasta iki saat sonra yeniden öne doğru eğilmiş, sancıyla getirildi. Yine muayene ettim.
Epigastrik ağrı, duyarlılık vardı. Hastayı tam kaldıracağım zaman bağırsak seslerini dinlemek aklıma geldi. Bağırsak sesleri artmıştı. Dikkatli biçimde dinledim. ‘Tın tın’ ediyordu. Metalik bir ses vardı. Genel cerrahi stajında hocalarımın söylediği sözler kulağımda çınladı. ‘Mekanik bağırsak tıkanmasında metalik bir ses vardır. Kuyuya bir taş atınca çıkan bir ses gibidir.’ derlerdi. İşte bu o olmalıydı. Ayakta karın grafisi çektirdim. Hava-sıvı düzeyleri vardı. ‘İleus’ ön tanısı ile İl Devlet Hastanesine sevk ettim. Daha sonra öğrendim ki aynı tanıyla yatırılıp tedaviye alınmış. İzlemde ileus çözülmüş. Rastlantı bu ya hasta benim sağlık ocağının bulunduğu kasabadanmış. İyi bir başlangıç benim için. Oskültasyonun önemini anladım.10 Ocak Pazartesi
Bu hafta aşı haftası. Sağlık ocağının aracı olmadığı için ayda bir kez bir haftalık araç sağlanabildiğinden böyle diyorum. Her ay aşıya çıkıyoruz. Aşı ekibine bende katılıyorum. Ben bir ebeyle bir köyde kalıyorum, sağlık memuru ile bir ebe hanım da diğer bir köyde çalışıyor. Onbeş köyümüz var. Kış koşullarında ulaşmamız zor oluyor ama mutlaka ulaşıyoruz. Kar savurma makinalarının açtığı aracımızın boyunu aşan labirent gibi, tek aracın geçebileceği yollardan geçiyoruz.
Köylerde önce okula uğruyoruz. Aileleri kayıt ettiğimiz dosyalarımızdan çıkardığımız aşı olacak bebeklerin isimlerini öğrencilere veriyoruz. Öğrenciler gidip haber veriyorlar. Bebeği annesi getiriyor. Gelmeyenlerin evine kadar gidiyoruz. Bazı anneler ayaklarına kadar varmamıza karşın aşı yaptırmak istemiyor. Hatta bir anne ‘Ben doktorum. Bebeğinizin sağlığı için, kızamık çıkarmasın, felç olmasın diye yapıyoruz.’ sözlerime, cehalet ve alayla ‘Ben de doktorum. Aşı yaptırmak istemiyorum’ diyerek yanıt verdi. Bazı aileler getirmek istemiyorlar. Daha önce aşı sonrası ‘aşı dışı bir nedenle’ bir çocuk ölmüşse bundan aşı suçlanmış. Bu ailelere bunun yanlış olduğunu anlatıyorum. Aşının yararlarını anlatıyorum. Hasta olan bebekleri okul sıralarında muayene ediyorum.
Kar manzarası müthiş. Fotoğraf makinamı yanımdan ayırmıyorum. Van Gölü’nün maviliği ve karın beyazlığı, Süphan Dağı’nın gün batarken oluşturduğu siluet büyüleyici. Akşam yorgun ama görevimi yapmanın, insanlara yardım etmenin iç huzuru ile sobanın yanında uzanırken, sessizliği kovan radyomun eşliğinde uyuyup kalmak ne güzel.
3 Kasım Perşembe
Şu an kasabamda iki kanserli hasta var. Bir tanesi mide kanseri, diğeri rektum kanseri. Rektum kanseri olan hasta gencecik bir kadın. Otuz yaşında. Bir ay önce bana geldi. İlaç yazdırmak için gelmişti. ‘Bende basur var, şu ilaçları kullanıyorum, bunları yazar mısınız?’ dedi. Hemoroidde kullandığımız ilaçlardı. Ne yakınması olduğunu, ne zamandan bu yana bunları kullandığını, hiç doktor muayenesi olup olmadığını sordum. Hiç doktor muayenesi olmadan, öyküyle verilen bu ilaçları iki yıldır kullandığını öğrendim. Bunun yanlış olduğunu bu bölgenin birçok hastalığı olduğunu bunların ancak muayene ile anlaşılabileceğini, Allah korusun kanser bile olabileceğini söyleyerek muayene olmaya ikna etmeye çalıştım. Bunda utanılacak bir şeyin olmadığını, hatta bana muayene olmak istemiyorsa onu ilçede çalışan, bu işlerin uzmanı genel cerrah ağabeyimize gönderebileceğimi söyledim. Hasta genel cerraha gitmeye ikna oldu. Eline bir not yazarak gönderdim. Aynı gün öğleden sonra genel cerrahın notu ile bana geldi. Notu okuduğumda şok olmuştum ama belli etmedim. ‘Mustafa, göndermiş olduğun hastanın rektal tuşesinde, rektumun yaklaşık 8 cm içerisinde papüllomatöz kitle var. Rektum Ca? Atatürk Üniv. Tıp Fak. sevk edelim.’ yazıyordu. Ben de merak ettim. Hastayı tuşe ettim. Kitleyi çok kolay palpe edebiliyordum. Kanamalı, papüllomatöz, sert kitle vardı. Böyle bir kitleyi ilk kez palpe ediyordum. Hastayı sevk ettim. Orada incelenmiş. Ameliyat önerilmiş. Pek ümit vermemişler. Ameliyat olmadan gelmiş.
18 Ocak Salı
Kasabanın ortaokulunda ‘Sağlık Bilgisi’ derslerine giriyorum. Programdaki konuları anlattıktan sonra sağlıkla ilgili temel bilgilerden söz ediyorum. Öğrencilerin aklına takılan soruları yanıtlıyorum. Oldukça zevkli geçiyor. Kasaba çocuklarının sağlık eğitimlerine katkıda bulunduğum için mutluyum.
Ne yazık ki Rektum Ca olan hasta iki ay sonra öldü.
Kongrelerden
6. Ulusal Halk Sağlığı Günleri - Türkiye'de 2000'e Doğru Bulaşıcı Hastalıklar Sorunu; Tarih: 1-4 Eylül 1999, Yer: Malatya, Başvuru: Doç. Dr. Erkan Pehlivan; İnönü Üniv. Tıp Fak. Dahili Tıp Bilimleri Bölümü, Halk Sağlığı AD. Malatya, Tel: 0.422.341 00 36, TTB-STE Kredi Puanı: 16
Astma ve Alerjik Hastalıklar Kongresi ve Mezuniyet Sonrası Kursu; Tarih: 8-10 Eylül1999, Yer: Samsun, Başvuru; Prof. Dr. Şükrü Küçüködük, Ondokuz Mayıs Üniv. Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD. 55139 Kurupelit-Samsun, Tel: 0.362.457 60 72, Fax: 457 60 29
1.Tıp Mezuniyet Sonrası Eğitim Kongresi; İstanbul Üniv. - Yale Üniv. Bilimsel İşbirliği, Tarih: 17-19 Eylül 1999, Yer: Talya Kongre Merkezi- Antalya, Başvuru: Prof. Dr. Turgay Atasü, İstanbul Üniv. Tıp Fak. Kadın Hastalıkları ve Doğum AD. İstanbul Tel: 0.212.588 48 00 / 1410 TTB-STE Kredi Puanı; Anesteziyoloji: 10.5, G.Cerrahi: 9.5, Ka
dın Hast. ve Doğum: 17, Çocuk Hast. ve Çocuk Cerrahisi: 13.543. Milli Pediatri Kongresi, Pediatride Yenilikler Kursu; Tarih: 20-23 Eylül 1999, Yer: Ankara, Başvuru: Prof. Dr. Murat Tuncer, Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Çocuk Hastanesi, Sıhhiye-Ankara, Tel:0.312.3051133 TTB-STE Kredi Puanı; Kongre: 18.5, Kurs: 6.5
2. Acil Tıp Sempozyumu: Acil Olgularda Tanı ve Tedavi, Acil Tıp Sistemi, Afet Organizasyonu, Pediatrik Aciller; Tarih: 30 Eylül-3 Ekim 1999, Yer: Kültür Park-İzmir, Başvuru: Dr. Ülkümen Rodoplu; Acil Tıp Derneği, Mimar Sinan Cad. No: 3/6 Kahramanlar-İzmir, TTB-STE Kredi Puanı: 24
5. Ulusal Ağrı Kongresi; Tarih: 3-6 Ekim 1999, Yer: Polat Renaissance Otel-İstanbul, Başvuru: Prof. Dr. Serdar Erdine, İstanbul Üniv. Tıp Fak. Algoloji BD. Monoblok Çapa Klinikleri, 34390 Çapa-İstanbul, Tel: 0.212.531 31 47 TTB-STE Kredi Puanı: 22
Görkem Büyüyor
Psk.Aylin İlden Koçkar *,Dr. Selahattin Şenol
**Sultan, akşam eve döndüğünde ve tatil günlerinde her anne baba gibi çocuğu ile birlikte geçireceği zamanları yaratmaya çalışıyor ve onunla sevdiği oyunları oynuyordu. Bunlar genellikle yuvarlanma, saklanma ya da yakalama oyunları biçiminde iken son zamanlarda Görkem'in dikkat süresinin uzaması ile masa başında ya da oyuncaklarla kurulan daha yavaş oyunlara dönmeye başlamıştı. Çocuğu reklamlar dışında da televizyon izleyebiliyordu. Çizgi filimler, diğer çocuk programları ve Türk filmlerini çok seviyordu.
Görkem, büyüdüğünün göstergesi olarak artık okula gitmek istediğini belirtiyor, daha çok kağıt, kalem ve silgi ile masada "ders" yapıyordu. Kağıt üzerinde karalama ile başlayan çizimleri giderek biçimlenmeye, harf ve rakamları çizme çabaları yanında insanların, evlerin, hayvanların ya da ağaçların olduğu resimler de çizmeye başlamıştı.
Genellikle okul öncesi dönemde anne babalar kendi çabaları ile çocukların zihinsel becerilerini test etmeye başlamakta, onların ilköğretime ne kadar hazır olduklarını belirlemeye çalışmaktadırlar. Sultan da çocuğunun zihinsel yeteneğinin düzeyini sınamaya çalışıyor, ancak farklı alanlarda farklı düzeyde beceriler sergilemesi nedeniyle tam olarak değerlendiremiyordu. Karşılaştığımızda bu kaygısını giderebilecek bir değerlendirme
yöntemi olup olmadığını sordu ve çocuğunda gözlediği yaşı ile uyumlu olan ya da olmayan becerileri sıralamaya başladı.
Sultan'a okul öncesi dönemde çocukların, dil becerisi ve akran ilişkilerini içeren; iletişim, ince motor koordinasyon ya da zihinsel beceriler gibi birçok alanda gelişim gösterdiğini, bunların bazılarında becerilerinin yaşıtlarından daha iyi, bazı alanlarda ise o yaş grubundaki çocuklarda genel olarak beklenenden daha beceriksiz olabileceğini belirttik. Eğer gelişimin birçok alanında belirgin bir gecikme varsa ve bu zaman içinde değişmeden kalıyorsa, böylesi çocukların çocuk psikiyatrisi bölümünde değerlendirilmesi gerektiğini, belirttiği özelliklerin normal gelişimde beklediğimiz farklılığı yansıttığını söylememize karşın Sultan çocuğunun değerlendirilmesi konusunda ısrarlıydı.
Okul öncesi dönemde çocukların farklı alanlarda farklı hızda gelişim gösterebildiklerini biliyoruz. Anne babalar ve okul öncesi kurumlarda görev alan eğitimcilerden çocukların becerilerini kabul ederek, bu alanda daha fazla geliştirmeye çalışmadan beceriksizliklerin olduğu alanlarda gelişimi desteklemeleri önerilmektedir. Zaman içindeki gelişimi daha iyi gözleyebilmeye yarayan Ankara Gelişim Tarama Ölçeği, Bayley Bebekler için Gelişim Ölçeği, Stanford-Binet Zeka Ölçeği ve Wechsler Çocuklar için Zeka Ölçeği gibi testler bulunmakta ve sağlam çocuk izlemlerinde ya da çocuk psikiyatrisinde kullanılmaktadır. Okula başladıkları dönemde çocukların belirtilen alanlardaki gelişim düzeyleri birbirlerine yaklaşmakta ve bu dönemde öğrenmeye yansıyan beceriksizliklerin değerlendirilmesi önem kazanmaktadır.
Okul öncesi dönemde zihinsel ve duygusal gelişimi kabaca değerlendirmeye yarayan bir yöntem de çocukların kağıt üzerine çizdikleri karalama ya da çizgilerin özellikleridir. Çocukların çizgileri belirli yaşlarda farklılıklar göstermekte, aynı yaş grubu içinde ise duygusal durumlarına göre değişebilmektedir. Kağıt üzerine çizilenlere bakıldığında; 18 aylık dönemde belirli bir nesneye benzemeyen karalama biçiminde iken 2-3 yaşlarında bu karalamaların arasında dairelerin olduğu, 3 yaşından sonra bu dairelerin ayrılmaya başladığı, 4 yaşın sonuna doğru dikdörtgen ya da kare çizilmeye başladığı, 5 yaşında resimle ilgili kısa bir öykü anlatılabildiği, 6 yaşında ise resimle ilişkili ayrıntılı bir öykünün anlatılmaya başlandığı görülmektedir.
Yeterli dil gelişimi olmadığından çocuklar gelişimleri ile ilgili özellikler dışında ruhsal durumları ile ilgili ipuçlarını da oyun ya da resimlerle aktarmaktadırlar. Resimde bütünlüğün kız çocuklarında 6, erkek çocuklarında 7 yaşından sonra gelişmesi beklenmektedir. Resimdeki bütünlüğün bu yaşlardan sonra oluşamaması dürtüsellik, zayıf koordinasyon ve olgunlaşmamışlık ile ilgili olabilir. Saldırgan davranış sergileyen, okul başarısı düşük ya da özel sınıf öğrencileri ve beyin özürü olan çocuklar bu özellikleri daha fazla sergilemektedir. Resimdeki insan yüzlerinin tümüyle karalanması yoğun kaygı ve zayıflık benlik algısı, belirli bir bölümün karalanması ise karalanan bölümün işlevlerine yönelik değerlendirme yapılması konusunda uyarıcıdır. Örneğin çocuğun çizdiği insan resminin ağzını karalaması iştah ve yeme ile ilgili sorunların ya da saldırgan eğilimlerin araştırılması konusunda uyarıcıdır. Çizilen resimle ilgili diğer özellikler ise şöyle özetlenebilir:
Kol ve bacaklarda asimetri ; fiziksel yetersizlik ve güçsüzlük duygusu ile dürtüsellik; Kağıda çok küçük şekillerin çizilmesi ; aşırı güvensizlik, yetersizlik, çekingenlik ya da çökkünlük;
Çok büyük şekillerin çizilmesi ; taşkınlık, dürtüsellik, olgunlaşmamışlık ya da bedensel görünümde yetersizlik;
Resimleri saydam çizme ya da o bakış açısından görünemeyecek ayrıntıyı çizmek; olgunlaşmamışlık, dürtüsellik, çizilen organla ilgili yoğun kaygı;
Küçük kafa; uyum sorunu, zihinsel yetersizlik;
Çapraz gözler ; düşmanlık, öfke, inatçılık, dünyayı diğerleri gibi görmeme;
Dişlerin çizilmesi ; saldırganlık, utangaç olmayan çocuklar;
Kolların kısa olması ; psikomotor yakınmalar, özel sınıf öğrencileri, utangaç çocuklar, çekingenlik, içe dönüklük;
Kolların uzun olması ; çevreye yönelen saldırganlık;
Bedene yapışan kollar ; saldırgan ellerin kullanımında yetersizlik;
Ellerin olmaması ; yetersizlik, suçluluk, başarısızlık;
Bacakların bitişik olması ; psikosomatik yakınmalar, cinsel dürtülerin katı bir biçimde denetlenmesi, cinsel saldırıya uğrama kaygısı; Canavar ya da tuhaf cisimler ; yetersizlik, zayıf benlik kavramı;
Bulut, yağmur ve kar çizme ; kaygı, öfkeyi kendine yöneltme;
Gözlerin olmaması ; iletişim sorunu, sorunları yadsıma, düş dünyasına kaçma;
Burun olmaması ; içe kapanma, çaresizlik, özgüven düşüklüğü;
Ağzın olmaması ; kaygı, güvensizlik, iletişim sorunu;
Bedenin olmaması ; gelişimsel gecikme, bedenle ilgili yoğun kaygı;
Kolların olmaması ; kollarla ilgili saldırganlığa yönelik suçluluk ve kaygı;
Bacakların olmaması ; kaygı, güvensizlik;
Ayakların olmaması (erkek çocukta 9, kız çocukta 7 yaşından sonra) ; güvensizlik, utangaçlık, çaresizlik;
Boynun olmaması (erkek çocukta 10, kız çocukta 9 yaşından sonra) ; gelişimsel gecikme, dürtüsellik, zayıf dürtü kontrolü ve beyin özürü ile ilgili değerlendirme yapılması açısından uyarıcı olmaktatır.
Bu açıklamaların sonunda Sultan'a gelişimin tüm alanlarında çocuğunu desteklemesini, okula başladıktan ve öğretmeni ile işbirliği yaptıktan sonra belirleyeceği farklılıkların değerlendirilmesinin daha sağlıklı olacağını söyledik. Dergiden ayrılırken Sultan, en kısa zamanda Görkem'in çizdiği bir resmi getirmek istediğini ve değerlendirmemizin onu rahatlatacağını belirtiyordu. Sonraki hafta dergi toplantısına geldiğimizde masanın üzerinde bir dosya içinde toplanmış çocuk çizimleri var
dı ve yayın kurulundaki arkadaşlar bu gelişmeleri bilmediklerinden, hayranlıkla resimleri inceliyor, dergide basılması için uygun gördüklerini ayırıyorlardı.