Çernobil’in 31. Yıl Dönümünde Nükleer Santrale Bir Kez Daha Hayır Diyoruz!

Bundan tam 31 yıl önce, 26 Nisan 1986 günü Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarındaki Pripyat kasabasında kurulu Çernobil Nükleer Santralinin dört numaralı reaktöründe bir patlama meydana geldi. Patlama sonucu ortaya çıkan radyasyon serpintisinden Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın dışında içinde ülkemizin de olduğu 14 Avrupa ülkesi etkilendi. Kaza anında 30 işçi yaşamını yitirdi; önce 115.000, daha sonra 220.000 kişi olmak üzere 335.000’den fazla insan bölgeden tahliye edildi. 1955´de kurulan UNSCEAR’ın (Birleşmiş Milletler Atomik Radyasyonun Etkilerini Araştırma Bilimsel Komitesi) raporlarına göre kazadan sonra bölgede yaşayan yaklaşık 500.000 insan yüksek radyasyona maruz kalmış; Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da 2005’de çocuklarda 6.000’den fazla tiroid kanseri rapor edilmiştir. Aynı örgüt önümüzdeki yıllarda yeni tiroid kanseri vakalarının görülebileceği tahmin etmektedir. Yine UNSCEAR’ın raporlarında üç ülkede de bu kaza nedeni ile büyük bir sosyal çöküntü ve ciddi ekonomik kayıplar yaşandı. Üstelik kazadan sonra çevreye yayılan sezyum-137’nin yarılanma ömrü 30 yıl olmasına rağmen durum değişmiş değil. Dünya Sağlık Örgütü de Çernobil Nükleer Santralinin lahit içine alınması sırasında bu çalışmalarda görev alan 240.000 kişinin yüksek radyasyona maruz kaldığını ve izlenmesi gerektiğini bildirmiştir. Her üç ülkede devasa bir alan hala yerleşime kapalı; çok daha geniş bir alanda ise radyoaktif kirlenme nedeni ile tarım ve hayvansal üretim yapılmasına izin verilmiyor. Nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri sadece kazalarla sınırlı değildir! Nükleer enerji 1950’li yıllardan bu yana elektrik üretiminde kullanılmaktadır.  Günümüzde çalışan yaklaşık 450 nükleer santral vardır ve dünya enerji talebinin yaklaşık %6.8’i nükleer santrallerden sağlanmaktadır. 1986 Çernobil nükleer kazası sonrası, tüm dünyada nükleer santral yapımı büyük oranda azalmış, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok gelişmiş ülke yapımı tamamlanan nükleer santrallerini dahi üretime almamış; çalışan santrallerini de belli bir program dahilinde kapatmayı planlamışlardır. 2011’de Japonya’da meydana gelen Tohoku Depremi sonucu oluşan Fukuşima Nükleer Santrali kazası bu eğilimi hızlandırmıştır. Ancak bu gelişmelere karşın son yıllarda ülkemizin de içinde olduğu bazı ülkelerde yeni nükleer santraller kurulmaya çalışılmakta; nükleer teknolojiye sahip ülkelerin şirketleri ‘nükleer santral ihalesi’ peşinde koşmaktadır.   Nükleer kazaların sonucunda sadece santralin çevresi değil küresel ölçekte olumsuz sağlık etkileri ve çevre yıkımı gözlemlenmektedir. Öte yandan, nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkileri sadece kazalarla sınırlı değildir. Kazalar dışında, nükleer santrallerin sağlık ve çevre üzerine olumsuz etkilerinin sadece birkaçı şöyle sıralanabilir: Uranyum madenlerinde çalışanlarda ve yakınlarında yaşayanlarda çok sayıda bilimsel çalışma yapılmış ve artmış kanser riski gösterilmiş, ayrıca özellikle Almanya kaynaklı çalışmalarda normal çalışan nükleer santrallerin çevresinde yaşayanlarda dahi sağlık sorunları olabileceği ispatlanmıştır. Yine bu çalışmalar 16 nükleer santrale 5 km yakınında yaşayan 5 yaş altı çocuklarda lösemi riskinin 2.19 kat artmış olduğunu saptamışlardır. Nükleer santrallerde, sabotaj veya savaş gibi insan kaynaklı sorunlar yüzünden ya da Fukuşima Nükleer Santrali örneğinde olduğu gibi deprem veya tsunami gibi doğa olayları sonucu kazalar meydana gelebilmekte ve bu riskleri önleyebilmenin herhangi bir yolu bulunmamaktadır. Ayrıca hepimizin bildiği gibi radyoaktif atıkların bertarafı sorunu çözülememiştir; üstelik nükleer santrallerden çıkan radyoaktif atıkların yarılanma ömrü çok uzundur. Nükleer santral olmadan nükleer kazalar yaşanan ülke: Türkiye Ülkemizde yapılması planlanan AKKUYU, SİNOP ve İĞNEADA nükleer santrallerinin, ileride geri dönüşü olmayacak insan ve çevre sağlığı sorunlarına yol açması olasıdır. Dünyanın teknolojik olarak en ileri ülkelerinde bile onlarca nükleer santral kazası olması bize bu enerji biçiminin hiçbir zaman tam güvenli sağlanamayacağını göstermektedir. Üstelik ülkemiz nükleer santrali olmadan nükleer kaza (!) yapabilmiş bir ülkedir.  1999’da meydana gelen ve tıbbi atıklardan kaynaklanan ve 13 kişilik bir aileyi etkileyen İkitelli kazası, 2012’de İzmir-Gaziemir’de ortaya çıkan kaynağı bilinmeyen radyoaktif atıklar ve son olarak 2016’da Sakarya’da bir baraj inşaatında meydana gelen ve radyoaktif bir malzeme ile oluşan bir işçiyi etkileyen kaza unutulmamıştır. Nükleer Santrallerden kaynaklanan sağlık ve çevre risklerinin boyutları çok faklıdır. Örneğin herhangi bir kaza, bir bölgenin binlerce yıl kullanılamamasına yol açmaz. Oysa Çernobil nükleer kazasından sonra daha önce de belirttiğimiz gibi 335.000’den fazla insan yerinden edilmiş ve aradan geçen 30 yıldan fazla süreye rağmen hala evlerine dönememiştir. Sonuç olarak herhangi bir nükleer santralin çevresinde yaşayanlar açısından ciddi sağlık riskleri her zaman var olacaktır. Bu nedenle nükleer santral planlarından bir an önce vazgeçilmelidir. Ülkemizin deprem açısından riskli, terör ve savaş odaklarına yakın olması, yapılacak olan santrali bir hedef haline getirme olasılığını da beraberinde getirebilir. Nükleer enerji üretiminin hiçbir safhasında; santralin yeri ve kısıtlı inşaat işleri dışında ülke kaynakları ve işgücü kullanılmayacaktır. Nükleer enerji yakıtlarını üreten ülke sayısı çok azdır ve yenilerine izin verilmemektedir; bu nedenle tamamen dışa bağımlı bir enerji türüdür. Nükleer Santral savunucularının diğer bir iddiası da teknoloji transferidir. Ancak bu hedef de gerçekçi değildir; basına da yansıyan sözleşmelere göre santral işletmesi ihaleyi alan ülkelerce yapılacaktır. Ülkemiz için nükleer enerji gerekli değildir ve öncelikli yatırımlar şüphesiz güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerji türlerine yapılmalıdır.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ HALK SAĞLIĞI KOLU