Bitirdiğimiz binyıl ve tıpta kadınlar

Bitirdiğimiz binyıl ve tıpta kadınlar

Dr. Nuriye ORTAYLI

Bitirmekte olduğumuz binyılın başlarında sağlık hizmetini dünyanın hemen her yerinde geleneksel sağaltıcılar veriyordu. Bu sağaltıcıların bir bölümü de kadınlardı. Ortaçağ boyunca tıbbın okullarda öğretildiği ortamlarda ise kadınların olmadığını düşünmek çok yanlış olmaz. Bunun tek istisnası 11. Yüzyılda İtalya‘da Salerno’da kurulan tıp okuludur. Bu okul birçok açıdan çağının çok önündeydi, öyle ki 13. Yüzyılda ortadan kaybolmasına rağmen bu okulda yazılan tıp kitapları 17-18. Yüzyıla kadar bütün Avrupa‘daki tıp eğitiminin ana kaynağını oluşturdular. Salerno tıp okulunun jinekoloji ve obstetri kitabının yazarı ise bir kadındır: Trotula. Ancak yine de 20. Yüzyıla gelene kadar kurumsal tıbbın içinde kadınların adına rastlanmaz. Buna karşın okulda eğitim görmüş hekimler genel sağaltıcılara oranla çok az sayıdaydılar. Geleneksel sağaltıcıların bir bölümü, ebelerin ise tümü kadınlardan oluşuyordu. Ortaçağ Avrupa‘da bu kadınlar açısından çok zor geçti; bir çoğu cadı olmakla suçlandı, binlercesi yakıldı ya da bu tehdidi üzerlerinde hissederek işlerini yaptılar.

16. yüzyıldan itibaren tıp kurumlaşmaya başladı. Okul eğitimi gören hekimlerin sayısı arttı, sağlık hizmeti verenlerin idari otorite tarafından tanınması zorunlu tutulmaya başladı. Kadın sağaltıcılar bu kurumlaşmanın dışında kaldılar/tutuldular. Erkek hekimler de doğum yaptırmaya -genellikle de operatif doğumlar- başladılar. Bu alanda okullu erkek hekimlerle, geleneksel kadın ebeler arasındaki rekabet giderek şiddetlendi ve ancak kadınların da hekim olmaya başlamasıyla çözüldü.

Kadınların kurumsal tıp içine girebilmesi, diğer bir deyişle, bir tıp okulunda okuyabilmesi, mezun olabilmesi ve çalışma izni alabilmesi 19. Yüzyılın ikinci yarısında başlayıp 20. Yüzyıla, iki dünya savaşı arasındaki döneme kadar süren uzun bir mücadele gerektirdi. Bu mücadelenin esas yükünü ve acısını öncüler çekti. Bunların içinde en bilinenleri Amerika‘da Elizabeth Blackwell ve İngiltere‘de Elizabeth Garrett‘dir. Bu iki kadın büyük bir inatla Atlantik’in iki yakasında çeşitli tıp fakültelerinin kapısını aşındırdılar. Elizabeth Blackwell New York‘ta Tıp Okulunu bitirdi, 1860‘larda Londra’da St. Bartholomew Hastanesinde çalıştı. İlginç olarak hastanede sokulmadığı tek bölüm jinekoloji kliniğiydi: klinik şefi "bu konunun bir kadın için uygun olmadığı" görüşündeydi. Bu görüşün jinekolojide yüzyıla yakın bir süre devam etmesi ilginçtir. Eğitim hayatı sırasında çok parlak olmasına rağmen Blackwell‘e yine de hekim olarak çalışma izni verilmedi. Sonunda New York‘da bir grup kadının sağladığı maddi destekle kadınlar için bir hastane açtı ve burada çalışmaya başladı. Benzer şekilde Garrett de tıp okuduğu halde mezuniyet sınavlarına kabul edilmedi ve ancak eczacılık lisansı alarak tıbbi pratik yapabildi.

1873‘de Londra’da Kadınlar için Tıp Okulu kuruldu ve bundan sonra birçok kadın burayı bitirerek hekim oldular ancak erkeklerden oluşan Kraliyet Koleji‘nden ebe olarak çalışma izni alamadılar. Kadınların hekim olmaları ve hekimlik yapabilmeleri önündeki yasal engellerin kalkması 20. Yüzyıl başlarına kadar sürdü. Ancak birçok batı ülkesinde tıp fakültelerine girişte kadınlar için çeşitli kotalar uygulanıyordu (Kadınların bir dönemde kabul edilen öğrencilerin %10‘undan ya da 20’sinden fazla olamayacağına ilişkin yazılı kurallar 1970‘lere kadar sürdü).

Birçok gelişmiş (!) batı ülkesinde kadınların tıp fakültelerine girmeleri önündeki yazılı ve yazılmamış engellerin ortadan kaldırılmasını ancak 1970‘lerin kadın hareketi sağlayabildi. Seksenli yıllardan başlayarak hemen bütün ülkelerde hekimlerin giderek yükselen bir oranını kadınlar oluşturmaya başladı.

Hekim Forumu (İstanbul Tabip Odası yayın organı), Kasım – Aralık 1999, Cilt:17, Sayı: 137.