I. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi

Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresinin ilki, 9-11 Nisan 2015 tarihlerinde Adana DSİ Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. 

Yrd.Doç.Dr.Hafize Öztürk Türkmen (*)

(TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu YK üyesi)

 

Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresinin ilki, 9-11 Nisan 2015 tarihlerinde Adana DSİ Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından da desteklenen kongre, Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenmiş; başta Kongre Başkanı Prof.Dr.Gülseren Ağrıdağ  ve Kongre Sekreteri Doç.Dr.Elife Hatun Kılıçbeyli olmak üzere tüm Düzenleme Kurulu üyeleri ile Sekreterya ekibinde yer alan genç üyelerin içtenlikli emekleri ve güler yüzlü konukseverlikleri ile yürütülmüştü.

Alışıldık Nisan ayı iklimine uymayacak şekilde bulutlu, yağmurlu, bir çıkıp bir kaybolan güneşli havalar karşıladı bizleri Adana’da. Ancak Kongre mekanının Seyhan nehri kıyısında olması, suyun doğal ortama kazandırdığı bütün güzelliklerle birlikte makinelerden hiç eksik olmayan envai çeşit çaylar, kahveler, atıştırmalıklar insanları birbirinden değerli çalışmaların sunulduğu salonlardan, bir deniz durgunluğundaki nehre yüzünü dönmüş öylece duran terasa çağırıyordu adeta. Sunumlar ve salonlar arası seyirtmecelerden ayrılan kısacık aralarda katılımcılar, ellerinde içecekleriyle bir yandan hasret gideriyor, sosyal medyaya amade fotoğraflar çektiriyor, bir yandan da ileriye dönük planlardan, kadın sorunlarına yönelik yeni buluşma ortamlarından söz ediyordu bu terasta. Bizim tayfadan Nilay, Deniz, Şevkat, Lale, Müge, Melda, Ayşe Devrim, Gamze, Neslihan teras muhabbetlerimizin ilk aklıma gelen adları. Kısacası teras, deyim yerindeyse kadının ve kadınlığın her rengine sahne olmuştu kongre boyunca.

Her gün erken saatlerde farklı konaklama tesislerinden koşuşturmalarla başlayan kongre programı, aynı anda 5-6 salonda yapılan sunumlarla sürdürülebilecek yoğunlukta idi. Bu tablo katılımcılar için pek çok sunumu kaçırmak gibi handikaplar taşısa da, verdiği yorgunluğa karşın kongre düzenleyicileri açısından oldukça sevindirici ve başarılı kuşkusuz.

Sözü doğa, gastronomi, sosyal programdan çıkarıp bilimsel etkinlik boyutuna getirecek olursak kongre boyunca çalışma yaşamında kadından, kadına yönelik şiddete, kadın kimliğinden kadının özgürleşme hareketlerine, kadın girişimciliğinden kadın beden politikalarına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kadın haklarına kadar çok geniş yelpazede kadını kuşatan sorunlar dile getirildi. Bu geniş bağlam içinde bütün programı ele almak oldukça güç olduğundan ve bu yazının çerçevesini aştığından TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu tarafından düzenlenen bir panel ve bir konferanstan oluşan bölüme odaklanarak sözü sürdürmekle yetineceğim ne yazık ki. Doç Dr Deniz Erdoğdu “Savaş, göç ve sığınmacı kadınlar” isimli sunumunda TTB MK ve KHKSK’nun bu konudaki faaliyetlerini kamplarda çekilen fotoğraflar eşliğinde anlattı. Göçmen çadırlarında çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu göçmenlere TTB’den gönüllü hekimlerin verdiği sağlık hizmeti aktarıldı.

        Program gereği 10 Nisan Cuma günü saat 09.30-11.00 arası Ana Salonda yapılan “Kadın ve Sağlık” panelinde oturum başkanlıklarını Prof.Dr.Tuncay Özgünen ve Kolumuz Yürütme Kurulu üyesi Dr. Lale Tırtıl yaptı. Bir gün önce geçirdiği ev kazası sonucu sağ serçe parmağı kırılan ve atele alınan eliyle sabahın köründe İstanbul’dan Adana’ya uçup, biz panelistlerden önce kongre merkezine gelen Sevgili Lale, her zamanki canlılığı ve enerjisiyle görevinin başına geçti. Oturum başlangıcında yaptığı kısa ama özlü konuşmasında Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolunu tanıtarak örgütümüzün bu tür akademik ortamlardaki değerli işlevinden söz etti. Aslında tam da bunları söylemek için oturum başkanlığı görevini üstlenmişti zaten.

 

 İlk konuşmacı “Neoliberal politikaların kadın sağlığına etkisi” başlıklı konuşmasıyla TTB Merkez Konseyi üyesi ve kol aktivisti Prof.Dr. Nilay Etiler idi. Sevgili Nilay sunumunda piyasalaştırma ve özelleştirme eksenli neoliberal devlet yapısının sosyal politikalarda da köklü dönüşüme yol açtığını, bu dönüşümün kadın sağlığı üzerindeki etkilerinin farklı boyutlarda gündeme geldiğini vurguladı. Bu bağlamda eğitimsizlik, gelir eşitsizliği, yoksulluk, işgücüne katılımda düşük oranlar, emek piyasasında düşük ücretli, güvencesiz, sendikasız çalışma gibi uygulamaların sağlığın temel belirleyicileri olarak kadın sağlığını olumsuz etkilediğini dile getirdi. Sağlıkta dönüşüm projesinin ilk olarak piyasacı-özelleştirmeci mantığının ve buna yönelik politikaların, gerek kadınların en çok gereksinimi olan koruyucu sağlık hizmetlerinden gerekse ikinci basamakta uygulanabilen sezeryan doğum gibi hizmetlerden yararlanma bakımından ciddi sorunlara yol açtığı, ikinci olarak bu politikaların geçerliğini koruyan toplumsal cinsiyet rollerinden yarar devşirmeye çalıştığı, bu bağlamda çocuk-yaşlı-hasta bakımı gibi toplumsal yeniden üretim süreçlerinde kadınların ücretsiz emeğinde yararlanma yollarına başvurduğu, bu uygulamalar sonucunda kadınlarda fiziksel, ruhsal, sosyal tükenmişliğe kadar uzanan bir dizi sağlık sorununa neden olduğu Nilay’ın konuşmasının temel eksenlerini oluşturdu. Sunumda dile getirilen bir başka nokta, neoliberal politikaların toplumsal meşruiyetini sağlamak için gündeme getirilen kadın bedenine yönelik muhafazakar söylemlerin kadınların yaşamını gün geçtikçe daha fazla kuşatır duruma geldiği ve kadın sağlığını risk altına aldığı; bunun en tipik örneğinin kürtaj karşıtlığı söylemiyle giderek ulaşılamaz hale gelen, yasal olmasına karşın kamu sağlık kurumlarında karşılanmayan kürtaj uygulamalarında görüldüğü idi.

 

 İkinci konuşmacımız Dr. Müge Yetener (Kolumuzun başlangıcından bugüne yorulmaz savaşçısı) “Kadın-erkek eşitsizliği bağlamında kürtaj” başlıklı sunumunda cinsiyet eşitsizliğinin tarihinin cadı avları, sanayileşme, aydınlanma ve modern kapitalist ataerkiyle ilintili olduğunu; aydınlanma felsefesinin doğal biyolojik farklılıklara dayalı kadın-erkek kategorileri kurgusuyla toplumsal cinsiyet hiyerarşisini yeniden meşrulaştırdığını, böylece kadın ve erkek arasındaki hiyerarşik ilişkinin cinsiyet özelliği olarak doğallaştırıldığını, bu doğallaştırmanın dinsel ideolojideki fıtrat kavramında ifadesini bulduğunu, doğal durumu veri kabul eden ideolojilerin ve soyut eşitlik söylemlerinin de eşitsizliği görünmezleştirdiğini dile getirdi. Bu paradigmanın aile içindeki egemenlik ilişkilerine yansımasının kadının emeğine ve bedenine çeşitli şekillerde el konulmasıyla ve kadının kamusal yaşama ancak “anne ve eş yurttaş” kimliğiyle katılmasıyla sürdürüldüğünü vurgulayan Sevgili Müge, kadınların kendi yaşamları hakkında karar verici olmalarının, üreme kararı üzerinde belirleyici olmalarıyla da doğrudan ilişkili olduğunu, bu nedenle kürtaj konusunun cinsiyet eşitsizliğinden bağımsız ele alınamayacağını öne sürdü. Sonuç olarak kadınların ikincilleştirilmelerini ve dışlanmalarını meşru kılan, ataerkil normlarla belirlenmiş ve kadınlara empoze edilmiş farklılıkların “taşa kazınmadığı”; kadınlığı anneliğe indirgeyen yaklaşımlara ve cinsiyetçi ideolojiye karşı mücadelenin, kadının kendisi hakkında karar verme, bir yurttaş olarak kendini gerçekleştirme ve toplumsal grup olarak güçlenme mücadelesinden geçtiği dile getirildi.

 

 Panelin son konuşmacısı olarak ben söz aldım ve “Kadınlar dünyasında kanayan bir yara: Çocuk evlilikler ve annelikler” başlıklı sunumu yaptım. Benden önceki konuşmacıların oluşturduğu temelden aldığım destekle, sorunun dünya ve Türkiye ölçeğinde nasıl bir yaygınlığa sahip olduğunu vurgulayarak başladığım konuşmada, günümüzde 60 milyona yakın kadının çocuk yaşta evlendirildiğini, yoksul ülkelerde 15-49 yaş grubu kadınlarda %20-70 oranında görülen çocuk evliliklerin ülkemizdeki oranının %26 olduğunu, ancak Orta ve Doğu Anadolu’da %30-40’a ulaştığını dile getirdim. Bu yaygın sorunun eldeki veriler ışığında yoksulluk, eğitimsizlik, geleneksel kültür-din olmak üzere üç temel nedeni olduğunu; bu nedenlerin başlık parası, fazla nüfustan kurtulma, kız çocuğunu koruma, ana-baba-çocuk eğitimsizliği, kadına yönelik şiddet, sosyal çevre baskısı, cinsiyetçi dil ve söylemler, dini nikah gibi görünümlerle karşımıza çıktığını öne sürdüm. Sunumumda üzerinde durulan bir başka nokta, çocuk yaşta evliliklerin zorla evlendirme, eşler arası yaş farkı, iletişimsizlik, kadının güçsüzleştirilmesi, sorunlu evlilikler, boşanma ve kadına yönelik şiddet gibi toplumsal sonuçları yanı sıra ergen gebelikleri ve doğumları, güvenli olmayan düşük ve kürtaja bağlı anne ölümleri, prematüre ve düşük doğum ağırlıklı doğumlar, kanama, düşük, yenidoğan ölümü gibi anne ve çocuk sağlığını tehdit eden bireysel sonuçlara yol açtığı  oldu. Konuya ilişkin Kasım 2014 tarihli BM Kurul Kararının çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi açısından önemli bir adım olmakla birlikte, sorunun bir kadın sorunu olmaktan çok kalkınma hedefleri bağlamında ele alınmasının toplumsal cinsiyet eşitsizliğini görünmez kıldığını öne sürdüm. Sunumun sonunda “ne yapmalı?” sorusuna verdiğim yanıt ise, sorunun nedenlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak, erkek egemen tahakküm ve sömürüye karşı politik kadın mücadelesi biçiminde dile getirildi.

 

 Aynı gün saat 11.15-12.45 arası Kolumuzun konuğu olan Yrd.Doç.Dr.Melda Yaman Öztürk’ün yer aldığı ikili konferansın oturum başkanları Adana Tabip Odası Başkanı Prof.Dr.Neslihan Önenli Mungan ve Prof.Dr.Gülseren Ağrıdağ idi. “Ataerkil kapitalist tahakküm altında kadın emeği ve kadın bedeni” başlıklı sunumunda Sevgili Melda temel olarak , ataerkil ve kapitalist sistemlerin birbirine eklemlenme süreçlerini analiz etti. Bu bağlamda söz konusu eklemlenme sürecinin kadınların emeği, bedeni, doğurganlıkları, davranış kalıpları, giyim-kuşamları, bedensel ve cinsel etkinlikleri üzerinde denetleyici mekanizmalarla yeniden üretildiğini vurguladı. Ataerkinin kapitalist üretim-tüketim süreçleri, yasalar, toplumsal normlarla kadını baskı altına alarak yarattığı eşitsizlik zemininin, aynı zamanda kapitalizmin kadın emeğini ve bedenini sömürmesinin de uygun ortamını oluşturduğu dile getirilen konuşmada cinsiyete dayalı işbölümünün kadın emeği ve bedeninin sömürülmesini özgülleştirdiği öne sürüldü. Bu bağlamda kadınların emek güçlerinin, bedenlerinin, toplumsal cinsiyet rollerinin metalaşması, kadın emeği ve bedeninin eşzamanlı denetimi, kadınların k toplumsal, politik, ekonomik karar alma süreçlerinden dışlanması, toplumsal cinsiyetçi roller öne sürülerek ev içi emeğinin karşılıksız bakım hizmetine dönüştürülmesi, düşük ücretli, enformel, sağlık ve hijyenik açıdan uygun olmayan, güvencesiz koşullarda çalıştırılması, toplumsal statü ve prestij kaybına uğratılmaları ve sonuç olarak kamusal yaşamdan uzaklaştırmaya dönük politikalarla ev içine hapsedilmeye çalışılması konuşmanın ana başlıklarını oluşturdu. Sunum kadınların özgürlük mücadelesinin emeklerini ve bedenlerini tahakküm altına alan ataerkil kapitalist sistemle mücadeleyi hedeflemesi gerektiği vurgulandı.

 

 Kongreye TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu katkısının özellikle bilimsel boyutunu paylaşmak amaçlı hazırlanan bu yazıyı, sürece emeği geçen bütün güzel ve yürekli kadınların emeğine sağlık diyerek nice yeni ve verimli programlarda buluşmak dileğiyle son vermek isterim.                    

 

 (*) Bu yazı, büyük ölçüde konuşmacıların Kongre Özet Kitabındaki metinlerinden yararlanılarak derlenmiştir. Sevgili Müge’ye de konuşmasının kısa özetini göndererek katkıda bulunduğu için içten teşekkürler.