![]() |
![]() |
|
II. HANGİ TÜRKİYE SAĞLIK
SEKTÖRÜ? A. Sağlık finansmanı, sağlık yatırımları son
yıllarda nasıl değişim gösterdi? 1.
Türkiye’nin yaklaşık
200 milyar dola olan ulusal gelirinin, %3-4’ü sağlığa gitmektedir. Son 20 yılda
sağlığa giden toplam para artmıştır. 1980 yılında 55 dolar olan, kişi başına
düşen sağlık harcaması, 2000 yılında 135 dolara ulaşmıştır. Tespit 1: Son 20 yılda sağlığa ayrılan para
yaklaşık 3’e katlanmıştır. 2.
Toplam sağlık
harcamaları, 1980’de 2.5 milyar dolar civarından, 2000’de 9 milyar dolar civarına
yükselmiştir. Bazı çalışmalar, toplam sağlık harcamalarının 10 milyar doları
aştığını ifade etse de, DPT verilerine göre, bu rakam 10 milyar doların
altındadır. 1980-87 yılları arasında, özel sektörün payı sağlık harcamalarında
ağırlıklıyken, 1988 sonrası giderek kamu toplam sağlık harcamaları içindeki
payını artırmıştır. 1988’de %52 olan kamu sağlık payı, 2000’de %80’i
bulmuştur. Başka bir deyişle, 9 milyar dolar civarında olan toplam sağlık
harcamalarının, 7 milyar doları kamuya aittir. Tespit
2: Son 20 yılda kamunun toplam sağlık harcamaları içindeki payı %45’lerden
%80’lere çıkmıştır. 3.
Toplam sağlık
harcamalarını 100 birim olarak kabul edersek, 1988’de 52 birim olan özel sağlık
sektörü payı 1998’de 33’e gerilerken, 1988’de 14.4 birim olan kamu sağlık
sigortası payı 26.4’e, 33.4 olan devlet bütçesi payı 41’e yükselmiştir. 2001
yılında bu oranlar, sırasıyla %20, 38 ve 42 kadardır. Tespit 3: Sağlıkta
kamunun ağırlığının artışında, kamu sosyal güvenlik kurumlarının etkisi
belirgin olmuştur. 4.
Kamu sağlık harcamaları
içinde, şu anda ağırlıklı olan genel bütçenin sağlık harcamaları
incelendiğinde; 100 birimlik bütçe sağlık harcamalarının 52 biriminin Sağlık
Bakanlığı, 24 biriminin Üniversiteler, 13 biriminin diğer bakanlıklar ve 11
biriminin Milli Savunma Bakanlığı bütçelerine ait olduğu görülür. Sağlık
Bakanlığı bütçesi, son yıllarda mutlak değer olarak artarken, Genel bütçe
içindeki payı gerilemiştir. 1992-98 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’na
ayrılan para, %36 artarken, bu artış oranı diğer bakanlıklarda %51, MSB’da %78,
Üniversitelerde %104 olmuştur. Tespit 4: Genel
bütçe içindeki sağlık harcamalarının artışında, başta Üniversiteler olmak
üzere, Sağlık Bakanlığı bütçesi dışındaki kaynaklar etkin/etkili olmuştur. 5.
Kaynaklar açısından
belirgin olan kamunun ağırlığı, harcamalarda kaybolmaktadır. 1988 sonrası kamu
sağlık kaynaklarının artışı, büyük ölçüde kamudan özele kaynak aktarılması
süreci ile paralel seyretmiştir. 1989 yılında, toplam sağlık harcamalarının
%1.5’u kadar bir kaynak, kamudan özel sektöre aktarılırken, bu oran 1998 yılında
%24.3’ü bulmuştur. 1994 yılında yapılan bir çalışma bağlamında, sağlığa
giden para kaynaklarını üç bölümde incelediğimizde; genel bütçe payının 45
birim (Sağlık Bakanlığı 19.5 birim, Üniversite 4.7 birim, MSB 4.3 birim, diğer kamu
kurumları 1.7 birim, fonlar 2.3 birim, devlet memurları sağlık harcamaları 8.9 birim,
Emekli Sandığı sübvansiyonu 3.6 birim) , kamu sigortası payının 18.2 birim (SSK
15.1 birim, Emekli Sandığı 1.2 birim, Bağ-Kur 1.9 birim) ve özel sektör payının
36.8 birim olduğu görülür. Paranın
gittiği yön incelendiğinde, toplam 63.2 birim olan kamu payının (genel bütçe ve
kamu sigortası) 50.7’ye gerilediğini, özel sağlık sektörü payının ise 36.8
birimden 49.3 birime yükseldiği görülür. Bunun anlamı, 12.5 birimlik kamudan özel
sektöre kaynak aktarımıdır. Bu aktarım, daha çok devlet memurları, SSK, Emekli
Sandığı, Bağ-Kur sevkleri ve alımları yolu ile gerçekleşmektedir. 1994 yılı
için hesaplanan kaynak aktarımı, toplam 676 milyon dolar kadardır (toplam sağlığa
ayrılan para 5.2 milyar dolar). Örneğin, 1980’de toplam SSK sağlık harcamaları
içinde %6 olan anlaşmalı sağlık kurumlarına ödenen para, 1998’de %27.4’e
çıkarken, aynı süre içinde ilaca harcanan para %13.7’den %41.7’ye yükselmiştir.
Neredeyse, toplam SSK sağlık harcamalarının 7/10’unun kaynak aktarımına gittiği
söylenebilir. Tespit 5: Türkiye sağlık
sektörü, kamu kaynaklarından özel sektöre kaynak aktarımı temelinde
yapılandırılmıştır. Kamudan, özele kaynak aktarımı, sağlık sektörümüzün
yapısal bir sorunudur. 6.
Giderek genel bütçe
içinde payı azalan Sağlık Bakanlığı bütçesi, son yıllarda bütçe dışı
kaynaklardan daha fazla beslenir olmuştur. Sağlık Bakanlığı bütçesi içinde fon ve
döner sermaye gelirlerinin payı 1988’de %24.3’ken, 1998’de %32.5’a
yükselmiştir. 2000’lerde bu oranın %38’leri bulduğu belirtilmektedir.
Üniversitelerde ise, döner sermaye gelirleri, toplam üniversite bütçesinin (1992-98
yılları arasında) %37’sinden %68’ine çıkmıştır. 2001 yılı için ifade edilen
oran ise, %76’dır. Tespit 6: Kamu sağlık
finansmanı, giderek daha fazla genel bütçe dışı kaynaklara dayanmaktadır. 7.
Kamunun daha fazla
bağlanır hale geldiği genel bütçe dışı kaynaklar, özel olarak da döner sermaye
gelirleri, nereden gelmektedir? Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinin döner
sermaye gelirleri incelendiğinde; devlet memurlarının en ön sırada olduğu (% 32),
onları Emekli Sandığı (% 25), yeşil kart (% 16), Bağ-Kur (% 13) ve cepten
harcamaların (% 12) izlediği görülür. Tespit
7: Kamu sağlık kurumları, özellikle de yataklı tedavi kurumları, gelirlerinin
önemli bölümünü, devlet memurları sevklerinden, kamu sosyal güvenlik kurumlarından
ve yoksulların sosyal güvencesi olarak gösterilen yeşil kart’tan edinir hale
gelmişlerdir. 8.
Son 20 yılda sağlık
yatırımlarının aldığı durum, sağlıktaki olumsuz tablonun hem nedeni, hem
sonucudur. Kamu sağlık yatırımları, 1980-88 yılları arasında, toplam kamu
yatırımlarının %1.2 ila 2.0’si arasında seyretmiş, ancak 1992’den sonra nispeten
artarak %3’ü aşmış ve 2001’de %5.4’ü bulmuştur. Bunun anlamı, kamu sağlık
yatırımlarının 1980-89 arasında 200, 1989-92 arasında 300 milyon doların altında
kalması, sadece 19998-1999’da 600 milyon doları aşmasıdır. 2001 yılı miktarı
ise, 475 milyon dolar kadardır. Bu yatırımlar, kamu sağlık hizmetlerinin genişlemesi
için yeterli olmamıştır. Üstelik, kamu sağlık yatırımlarında, giderek Sağlık
Bakanlığı-dışı kaynakların (toplam kamu sağlık yatırımlarının %32’si
Sağlık Bakanlığı, %51’i Üniversite)ve yabancı (toplam kamu sağlık
yatırımlarını %39’u yabancı) kaynakların ağırlığı artmıştır. Özellikle
Sağlık Bakanlığı yatırımları, son 20 yılda o kadar kısılmıştır ki, kamu
sağlık hizmetlerinin çökertilmesinin en temel bileşeni olarak öne çıkmıştır.
Resmi verilerde, 1983-2000 yılları arasında Sağlık Bakanlığı yatırımlarının,
toplam Sağlık Bakanlığı bütçesi içindeki payı, % 7.9-19 arasında seyrediyor
görünse de, gerçekleşen yatırım harcamaları, -son 3 yıl hariç- resmi rakamların
altında seyretmiştir. Örneğin, 1983’de %15.8 olarak görünen Sağlık Bakanlığı
yatırım payının, gerçek miktarı %2.8’dir. Kamu sağlık yatırımlarının,
ihtiyaçların altında kalması, özel sağlık yatırımlarının öne çıkarılması
ile ikame edilmeye çalışılmıştır. Bunda, 1982 sonrası verilen özel sağlık
teşviklerinin inkar edilemez bir etkisi vardır. 1982-88 yılları arasında 100 milyon
doların altında kalan özel sağlık teşvikleri, daha sonraki yıllarda 100 milyon
doları aşmış, 1991’de 1 milyar doları aşmış, 1992-2002 yılları arasında ise
–kriz yılları hariç- 300-850 milyon dolar arasında seyretmiştir. 1982-2002
yıllarında özel sağlık teşvikleri ile ilgili toplam rakam, 7.5 milyar dolara
yakındır. Bu teşviklerle birlikte ele alındığında, özel sağlık
yatırımlarının seyri şu şekilde seyretmiştir; 1980-89 yılları arasında kamu
sağlık yatırımlarının çok altında seyrederken, 1991’den itibaren kamu sağlık
yatırımlarını aşan özel sağlık yatırımları, 1998 sonrası yıllarda kamu
sağlık yatırımlarını ikiye katlamıştır ve 9.1 miyar dolara ulaşmıştır
(1980-2001). Aynı dönemde kamu sağlık yatırımlarının toplam miktarı, 6.2 milyar
dolar civarındadır. Tespit 8: Kamu sağlık yatırımları, yıllar
içinde artsa da, halkın sağlık ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalmış,
yaratılan boşluk, özel teşviklerle yükseltilen özel sağlık yatırımları ile
doldurulmuştur. Önceleri özel sağlık yatırımlarının 1/9’u kadar olan kamu
sağlık yatırımları, 2001 yılı bittiğinde, toplam özel sağlık yatırımlarının
2/3’ü düzeyinde kalabilmiştir. Bir devlet politikası olarak çökertilen kamu
sağlık sektörü karşısında, devlet eliyle özel sağlık sektörü seçenek haline
getirilmiştir. Bugünlerde, “özel sektörün olanaklarının da milli servet
olduğu” söylemi, resmi politikanın net itirafından başka bir şey değildir. 9.
Sağlık harcamalarının
ekonomik bileşimi irdelendiğinde ise; ön plana personel ücretlerinin çıktığı,
sağlık yatırımlarının –yukarıdaki gerçekler ışığında da-ihmal edilir
boyutlara gerilediği görülmektedir.
1996-2002 yılları arasında Sağlık Bakanlığı bütçesi içinde personel payı
%75-81 oranında seyretmiştir. Sağlık yatırımlarında, Sağlık Bakanlığı
payının düşmüş olmasının politik bir çıktısı da vardır. “İş yapamayan,
personel maaşı ödeyen bir kurum.. Tespit 9:
Sağlık Bakanlığı, “icracı bakanlık” olma özelliğini yitirmiş, “personel
parası ödeyen” bir kuruma dönüşmüş ve işlevsizleşmiştir. 10. Toplam sağlık harcamalarının işlevsel bileşimi
incelendiğinde; ağırlığın tedavi edici hizmetlerde olduğu görülür. 1996
yılında toplam sağlık harcamaları içinde koruyucu hizmetlerin payı %12’den
%6’ya gerilemiştir. Aynı süreçte, tedavi edici hizmetlerin payı, %79.6’dan,
%89.1’e yükselmiştir. Tespit 10: Sağlığa
giden her 100 liranın, sadece 6 lirası koruyucu hizmetlere ayrılmıştır ve bu miktar
giderek azalmaktadır. 11. Türkiye, sağlık alanındaki ilaç ve tıbbi
teknoloji ihtiyaçlarını genel olarak, yurt dışından karşılamaktadır. Ülke
içinde de üretim olmasına karşın, ihracat çok yetersizdir ve ülke içi
ihtiyaçları da karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Türkiye’nin tıbbi ithalatı ve
ihracatı incelendiğinde; Türkiye’nin ilaç ve tıbbi teknoloji ithalatı
“ligi”nde ilk 20’lere girerken, tıbbi ihracat “ligi”nde esamesi bile
okunmadığı görülebilir. 1992-2000 yılları arasında Türkiye’nin tıbbi ihracatı
56 milyon dolardan 164.5 milyon dolara çıkarken, tıbbi ithalatı 520 milyon dolardan
1746 milyon dolara yükselmiştir. Başka deyişle, Türkiye’nin tıbbi ithalatı,
tıbbi ihracatının 9 misliyken (1992), 11 misline çıkmıştır (2000). Tespit 11: Türkiye sağlık sektöründe dönen
paranın neredeyse 1/5’inden fazlası, her yıl yurt dışına akıtılmaktadır.
Türkiye sağlık sektörünün “modernleşmesi” ve büyümesi, kamudan özele,
özelden yurt dışına kaynak aktarma mekanizması temelinde gerçekleşmiştir. 12. Özetle, Türkiye sağlık sektörü, son 20 yılda
yaklaşık 3 kat büyümüş, bu büyümede kamu sektörünün payı giderek belirleyici
olmuş, sosyal güvenlik kurumlarının sağlık harcamaları kamunun sağlıktaki motoru
haline gelmiş, ancak kamu sağlık finansmanı giderek daha fazla genel bütçe dışı
kaynaklardan (döner sermaye örneği) beslenir hale gelmiştir. Bu süreçte, sağlık
sektörünün belirleyici özelliği, kamudan özele, özelden yurt dışına kaynak
aktarımının yapısal hale getirilmesidir. Türkiye sağlık sektörü, düzenli yurt
dışına kaynak aktaran bir büyüme ve “modernleşme” yolunu seçmiştir. Devlete
düşen rol, kaynak aktarımının alt yapısını güvenceye almak, kamu sağlık
personelinin maaşlarını ödemek, kamunun içinin boşaltılması sürecine eşlik
etmektir. Devletin bu alandaki yetkili kurumu Sağlık Bakanlığı ise, bütünüyle
işlevsiz bir kuruma dönüşmüştür. Sonunda, 1980 ile başlayan süreç sonunda, kamu
sağlık harcamaları artmasına karşın, kamu sağlık hizmetleri ve kamu sağlık
kurumları çökertilmiştir. B. Kamu sağlık
hizmetlerinin çökertilmesi hastanelere, birinci basamağa ve sağlık çalışanlarına
nasıl yansıdı? 1.
Kamu sağlık
hizmetlerinin çökertilmesinde ilk hedef, kamu hastaneleri olmuştur. Ülkedeki tüm
tedavi edici hizmetler yükünün, büyük bölümünü sırtlanan kamu hastaneleri,
devlet bütçesinin ve yatırımların kısıtlanması yolu ile “çaresiz”
bırakılmıştır. 1995-2000 yılları arasında, Sağlık Bakanlığı hastaneleri yatak
sayıları %13 artarken, belediye hastanesi yatakları %10, SSK yatakları %18,
Üniversite yatakları %30 artmış, diğer kamu hastane yatakları ise %3 azalmıştır.
Buna karşın, özel hastane yatakları, %93 artış göstermiştir. Aynı dönemde, tüm
yataklı tedavi kurumlarının poliklinik hacmi %39 artmış, Sağlık Bakanlığı ve
Üniversite hastanelerinde bu oran, ortalamaya yakın kalmış (%43 ve %54), tüm diğer
kamu kurumlarındaki artış oranı ortalamanın altında kalmıştır; SSK’da
%26,Belediye’de %23, Diğer kamu hastanelerinde (-)%23. Oysa, özel hastanelerde
poliklinik hacmi, bu süre zarfında %182 oranında artmıştır. Tespit 1: Kamu hastaneleri, kaynak aktarımı ve
yatırım sınırlaması nedeniyle, faaliyet sınırlamasına sokulmuş, ortadaki boşluk,
özel sağlık sektörü hastaneleri ile doldurulmaya çalışılmıştır. 2.
Devletin
“esirgediği” kaynakları, genel bütçe dışı kaynaklardan sağlamaya zorunlu
kılınan devlet hastaneleri, devletin 1980 sonrası “yüzlerce işletmeye
bölünmesi”nin de katkısı ile, bir diğer kamu kurumlarına hizmet satarak, ayakta
durur hale gelmişlerdir. Devletle ilişkisi, neredeyse sadece çalıştırdığı
personelin maaşını alma düzeyine indirgenen devlet hastaneleri, gelirlerini, kamu
çalışanları, sosyal güvenlik kurumu üyeleri ve yeşil kart sahiplerine hizmet
satarak ayakta durmaya çalışan birer işletmeye dönüşmüşlerdir. 2001 yılı tedavi
hizmetleri bütçesi, yaklaşık 499 trilyon TL’dır. Bu miktarın 447 trilyon TL’sı
personele ödenen maaştır. Hastanelere, genel bütçeden yatırım ve diğer işler
için kalan para, sadece 52 trilyon TL’dır. Buna karşın, devlet hastanelerinin döner
sermaye gelirleri, 1 katrilyon TL’sını geçmiştir. Sağlık Bakanlığı
hastanelerinde bütçenin 3/5’ine yaklaşan döner sermaye payı, üniversitelerde 7/10
kadar olmuştur. Tespit 2: Devlet hastaneleri,
sadece personel maaşlarını devletten alan, gelirlerinin önemli bölümünü hizmet
satarak elde eden işletmeler haline ge(tiri)lmişlerdir. 3.
Kamu hastaneleri,
1980’den bu yana, özellikle de 1990’lı yıllarda, bir yandan personel yetersizliği,
diğer yandan bütçe kısıntısı nedeniyle, öncelikle destek hizmetlerini, kamu
personeli dışında yaptırmaya başlamış, giderek bu hizmetler; temizlik,
mutfak-yemek, çamaşır, bakım-onarım, bilgi işlem, telefon, güvenlik, bahçe bakım,
otopark, ısıtma, teknik hizmetler, halkla ilişkiler, vb; önemli ölçüde kamu dışı
ellere geçmiştir. Tespit 3: Kamu hastanelerinde,
tedavi hizmetleri dışındaki hemen tüm hizmetler, sözleşmeli personel eliyle
yapılmaya başlanmıştır. Kamu dışı istihdam, yani taşeronlaştırma, kamu
hastanelerinde ağırlıklı bir form haline gelmiştir. 4.
Kamu
hastanelerinin hizmetlerinin yetersiz
kılınması, bu hizmetlerin parça parça özelleştirilmesi ile birlikte seyrederken,
bir başka süreç bu gelişmeyle paralellik göstermiştir: Özel tedavi kurumlarının
artışı. 1988’de 115 olan özel hastaneler, 2000’de 261’e, özel hastane
yatakları da 5500’den 12200’e çıkmıştır. Toplam hastane yatakları içindeki
payını %4.5’dan %8’e çıkaran ve %56’sı İstanbul’da %68’i üç büyük ilde
bulunan özel hastaneler, bir yanı ile çökertilen kamu hastanelerine seçenek olmaya
çalışırlarken, yine yatırım kısıntısı gerekçesi ile uygulamaya sokulan kamu
çalışanları ve sosyal güvenlik kurumu üyelerinin özel sağlık kurumlarından
yararlandırılmasından “keselerini doldurmaya” çalışmaktadırlar. Tespit 4: Kamu hastanelerinin çökertilmesi, özel
tedavi kurumlarının seçenek haline getirilmesi süreci ile birlikte yaşanmaktadır. 5.
Kamu sağlık
hizmetlerinin çökertilmesi, öncelikle birinci basamak sağlık hizmetlerini olumsuz
etkilemiştir. İlk etki, temel sağlık hizmetleri bütçesinin yetersizliği ve
yatırımların kısılması nedeniyle, sağlık ocağı ve sağlık evi sayılarının,
nüfusun ihtiyacının altında kalması ve sağlık ocağı ve sağlık evi
sayılarının artış oranlarının, ihtiyacın altında seyretmesidir. 2000 yılı
itibariyle, sağlık ocağı başına düşen nüfus 11500’e yakındır. Sağlık
ocağı başına düşen nüfus açısından bölgeler ve iller arasında ciddi
eşitsizlikler mevcuttur. Özellikle büyük kentlerin yoksul semtleri ile Doğu ve
Güneydoğu Anadolu illeri, bu alandaki en mağdur yerlerdir. Nüfusun %19.4’ü Marmara
Bölgesi’nde yaşarken, sağlık ocaklarının %16’sı bu bölgedeyken, en mağdur
bölge olan Güneydoğu’da nüfusun %15.9’u yaşarken, sağlık ocaklarının ise
sadece %7’si bu bölgededir. Tespit 5: Sağlık
ocakları ve sağlık evlerinin sayısal durumu, özellikle Güneydoğu Anadolu illeri ve
büyük kentlerde (yoksul bölgelerinde) nüfusun ihtiyacının altında kalmıştır. 6.
Sayısal
yetersizlik konusunda, İstanbul özel olarak ele alınmalıdır. Yaklaşık 200 sağlık
ocağı ile 11 milyon kadarlık bir nüfusa hizmet vermeye çalışılan İstanbul’da,
sağlık ocaklarının yetersizliği, hemen her semtte sağlık ocağı sayısının 1.5-8
katı kadar olan özel poliklinikleri ile giderilmeye çalışılmaktadır. Yeterince
sağlık ocağı yatırımı yapılmayarak, özel sağlık polikliniklerinin seçenek
haline getirilmesi, bugünlerde öne çıkan özel sağlık kurumlarından hizmet satın
alınması politikasının temel adımıdır. Tespit
6: Kamunun özel sağlık kurumlarından hizmet satın alması politikasının, “zayıf
halkası”, İstanbul’dur. Bunda, yıllardır ile sağlık yatırımı yapılmayarak
özel polikliniklerin pıtrak gibi patlamasına olanak veren politikanın katkısı
büyüktür. 7.
Sayısal olarak
yetersiz olan sağlık ocakları ve sağlık evlerinde, personel sayısı da yeterli
değildir. Yaklaşık 5800 sağlık ocağının %12’sinde hekim yokken, 12 bin
civarındaki sağlık evinin 2/3’ünde ebe yoktur. Bu personel yetersizliği, bölge ve
iller arasında şiddetli bir eşitsizlik göstermektedir. Bölgeler arasında Doğu ve
Güneydoğu, gerek hekim gerekse ebe eksikliği konusunda öne çıkmaktadır. Doğu
Anadolu’da hekimsiz sağlık ocağı oranı %18 ve ebesiz sağlık evi %85’ken, aynı
oranlar Güneydoğu’da %20 ve %84’dür. İller açısından baktığımızda ise,
İstanbul (17 bin kişiye bir ebe) en önde gelirken, Şanlıurfa, Hakkari, Şırnak, Van,
Ağrı bu konudaki en mağdur iller olarak onu izlemektedir. Tespit 7: Kamunun yetersizliğinin birinci basamağa
bir başka yansıması da, personel politikasının da katkısı ile, sağlık ocakları
ve evlerinin temel personel yetersizliğidir. Özellikle, İstanbul (ve büyük bazı
iller) ile Güneydoğu ve Doğu Anadolu, bu konudaki en mağdur yerlerdir. 8.
Birinci basamak
sağlık kurumlarının sayısal yetersizlikleri, bu kurumların işlevsel yetersizliğine
yol açmaktadır. Örneğin gebe izlemi açısından yetersiz olan iller/bölgeler, aynı
zamanda sayısal ve personel yetersizliği olan iller/bölgelerdir. Ülkemizde, ortalama
gebe izlemi 1.7 civarındayken, Doğu ve Güneydoğu illeri ile Konya, Çorum ve
İstanbul’da 1’in altındadır. Aynı şekilde, bebek izlemi ortalaması, 3.2
civarındayken, 1’in altında bebek izlemi olan iller; Ağrı, Gaziantep, Hakkari,
İstanbul, Mardin, Şanlıurfa ve Batman’dır. Yine, birinci basamağın önemli
işlevlerinden biri olan aşılama hizmetleri incelendiğinde, iller arasında büyük
farklılık olduğu görülür. Örneğin, karma aşı diye bilinen
Difteri-Boğmaca-Tetanoz aşısının eksik olarak yapıldığı çocuk oranı %9’ken,
bu oran Doğu’da %20’ye, Güneydoğu’da %26’ya çıkmaktadır. Tespit 8: Birinci basamaktaki sayısal ve personel
yetersizliğinin en dramatik çıktısı, birinci basamak sağlık kurumlarının
işlevlerinin yetersizliğidir. Bu yetersizliğin bir başka görüntüsü, yetersizliğin
iller ve bölgeler arasındaki vahim eşitsizliğidir. En çok sorunu, dolayısı ile
ihtiyacı olan bölge ve iller, birinci basamağın işlevsel yetersizliğinin en çok
olduğu yerlerdir. 9.
Kamu sağlık
hizmetlerinin çökertilmesinin hem bir görüntüsü,
hem de en temel bileşeni, kamu sağlık personelinin –özellikle de hekimlerin-
gerçek gelirinin gerilemesidir. Daha doğrusu, ek iş yapmadan geçinemez hale
getirilmesidir; ki asıl işini yeterince düşünmeyen/ihmal eden bir hekim/sağlık
personeli, ilgili olduğu “iş”in yetersiz hale gelmesine yol açsın. 1980 öncesi
1000 dolar civarında bir maaşa sahip olan, kamu çalışanı hekimlerin geliri,
günümüzde, 400-450 dolar civarına gerilemiştir. 1980-88 yılları arasında gelirleri
180-250 dolara kadar düşürülen, kamu çalışanı hekimlerin, gelirleri 1989-94 arası
yükselmiş, ancak 1994 krizi ile birlikte ciddi bir gerileme yaşanmıştır. 1995-2003
arasında, iniş-çıkışlarla seyretse de, 300-500 dolar seviyesi aşılmamıştır.
Gelirleri gerileyen, diğer yandan sayıları 1980 sonrası 27 binden 90 bine çıkan
hekimler, gelirlerinin gerilemesi karşısında, neredeyse kitlesel olarak, “ek iş”e
yönelmişlerdir. Örneğin, 1992’de 57 bin kadar hekimin 27 bini özel sektörle
ilişkiliyken (7700 sadece özel, 19500 hem kamu hem özel), 1997’de 78 bin civarındaki
hekimin 60 bini özel sektörle ilişkili hale gelmiştir. Bugün, pratisyen hekimlerin
%63’ü, uzman hekimlerin %83’ü özel sektörle ilişki halindedir. Başka bir
deyişle, her 10 hekimde 6’sı ek iş yapmak durumunda kalmıştır. Ek iş yapma ya da
özel sektörle ilişki halinde olma, hekimlerin çoğunluğunu rahatlatmamıştır. Gerek
sayısal artış, gerek sağlık sektörüne akan paradan daha hızlı olan özel sektöre
hekim girişi, gerekse giderek sağlık sektöründeki aslan payının hekim-dışı
kalemlerine (ilaç, teknoloji şirketleri, hastane-poliklinik sahipleri, vb) kayması, ek
iş yapan hekim gelirlerinin beklenin altında kalmasına yol açmıştır. Örneğin
1992’de yıllık ortalama geliri 18 bin dolar olan ek iş yapan pratisyen hekim geliri,
1998’de 9600 dolara düşmüştür. Ek iş yapan uzman hekimlerin geliri, nispeten daha
yüksek olmakla birlikte (yılda ortalama 24000 dolar), 2001 krizi ile birlikte bu kesimde
de gerileme daha belirgin hissedilmeye başlanmıştır. Tespit 9; Kamu sağlık hizmetlerinin çökertilmesi
sürecinin en temel bileşeni ve sonucu olarak, kamu sağlık personelinin, özellikle
hekimlerin gerçek gelirleri, 1980 sonrası %60 civarında gerilemiş, bunun sonucunda
hekimler/sağlık personeli, kitlesel olarak “ek iş” yapmaya yönelmiş,
1990’ların ortasından itibaren neredeyse hekimlerin %60’ı ek iş yapmaya
başlamış (%60’a ek olarak %15 kadar da sadece özel çalışan hekim var), ancak ek
iş yapan hekimlerin önemli bölümü, 20 yıl evvel tam gün çalışarak elde ettikleri
gelirin altında ya da o gelir kadar kazanç elde edebilir olmuşlardır. Sonuçta, kamuda
çalışan hekimler ve sağlık personeli, sürecin bir noktasında, özel sektörün
“ucuz emeği” haline gelmişlerdir. Bu da, kamunun “içini boşaltan” en önemli
neden olarak belirmiştir. 10. Hekimlerin “özel sektörün ucuz emeği
olma” süreci ile daha da derinleşen kamunun çöküşü süreci, yine de, kamu
sağlık personelinin özverisi ayakta durur
haldedir. Örneğin, 1980 sonrası en çok yatırımları kısılan sağlık
kurumlarının başında gelen SSK hastanelerinde çalışan hekimlerin poliklinik yükü,
Sağlık Bakanlığı’ndaki meslektaşlarından 2, Üniversitelerdeki
meslektaşlarından 8 kez , ameliyat yükü de sırasıyla 1.5 ve 2.5 kez daha yüksektir.
Ayrıca, hekim iş yükü açısından, bölgeler arasında da ciddi bir eşitsizlik
vardır. Örneğin Karadeniz ve Güneydoğu’daki hekimlerin poliklinik yükleri,
Marmara, Ege ve İç Anadolu’daki meslektaşlarının iş yükünden 2-2.5 kat daha
fazladır. Tespit 10: Yukarıda anılan nedenlerle
çökertilen kamu sağlık kurumları, özellikle de hastaneler, yine “ek iş yapmadan
geçinemez hale getirilen” hekimlerin/sağlık personelinin özverisi ile ayakta
durabilmektedir. Bu kurumlar arasında da eşitsizlik mevcuttur ve SSK sağlık kurumları
ile Karadeniz ve Güneydoğu’daki sağlık kurumlarında çalışan personelin iş
yükü daha fazladır. C. Bu gerçekler bağlamında, Türkiye’de yaşayan
insanların temel sağlık sorunları nelerdir? Türkiye’ de yaşayan
insanların sağlığı kötüdür; hem mutlak ifadelerle, hem de kendi gelir düzeyindeki
ülkelere kıyasla. Özellikle anne ve bebek ölümleri çok yüksektir, yaşam beklentisi
kısadır ve sağlıklı ve hastayken sağlık hizmetlerine ulaşma da sorunlar ve
eşitsizlikler söz konusudur. Türkiye’de her yıl
doğan 1.5 milyon bebekten 60 bin kadarı, bir yıl içinde yaşamını yitirmektedir.
Başka deyişle, her bin bebekten 42.7’si. Kırsalda bebek ölümleri, kentlerden 1.6 kat ya da %20 daha yüksekken,
Doğu’da Batı’ya kıyasla 1.8 kat ya da
%% 29 daha yüksektir. Eğitimsiz annelerin bebekleri, eğitimli annelerin bebeklerinden
1.7 kat ya da %24 daha fazla ölmektedir. Dahası, ne gebelikte, ne doğumda sağlık
personeli desteği alan annelerin bebekleri, her iki durumda da desteği olan annelerin
bebeklerinden 3.3 kez ya da %67 daha fazla ölmektedir. Bu saptama, kırsala, Doğu’ya,
eğitimsiz annelere öncelik veren bir sağlık hizmeti anlayışını öne çıkarırken,
mevcut toplumsal eşitsizliklerin en net sonucu olan bebek ölümlerindeki eşitsizliği
en aza indirecek bir temel faktörün altını çizmektedir. Gebelikte ve doğumda annenin
yanında olmayı hedef alan bir sağlık hizmeti anlayışı. Bu gerçeği ihmal ederek,
ülkenin sağlık durumunu düzeltme ihtimali görünmemektedir. Ülkemizde, halen
bulaşıcı hastalıklar oldukça yaygındır. Özellikle suyla bulaşan hastalıkların
yaygın olduğu ülkemizde, bu durumdan en çok çocuklar etkilenmektedir. Bu durumun
temel nedenlerinden biri su ve kanalizasyon gibi alt yapı yetersizlikleri ile, gıda
hijyeninin yetersizliğidir. Neredeyse hanelerin %45’inde şebeke suyu yoktur ve %16
civarında hanede ise dere suyu vb. kaynaklardan gelen su içilmektedir. Ancak bu
yetersizlikte, bir eşitsizlik vardır. Ülkemizdeki en zengin 1/5’lik grup en yoksul
1/5’lik gruba kıyasla 8 kat ya da %86 daha fazla şebeke suyu olanağına sahiptir. Bu
alt yapı yetersizliği giderilmeden, bu yetersizlikten kaynaklanan ishal olgularını
tedavi ederek kurtulunamayacağı herkesin malumudur. Hastalıklarda ve sağlık
sorunlarında var olan eşitsizlik, bu sağlık sorunları karşısında sağlık
hizmetlerinden yararlanabilme noktasında da sürmektedir. 2001 yılında hasta olup da
tedavi olamayanların oranı en yoksul 1/5’lik grupta, en zengin 1/5’lük gruba
kıyasla 2.4 kez ya da 17 kat daha fazladır.
Sağlık hizmetlerinden yararlanmada en temel nedenlerden biri olan yoksulluk, kamu
sağlık hizmetlerinin giderek paralı hale getirilmesi politikaları ile daha da belirgin
bir faktör haline gelmektedir. Sağlık hizmetlerinden yaralanmayı etkileyen diğer
faktörler arasında eğitimsizlik ve mahrumiyet bölgelerinde yaşamak gelmektedir.
Örneğin, Güneydoğu ve Doğu’da yaşayanlarla, eğitimsizler, hasta olduklarında
daha az olasılıkla tedavi olabilmektedirler. Sağlık hizmetlerine
ulaşımda en önemli faktörlerden biri, aynı zamanda sağlıktaki eşitsizlikleri
azaltabilecek faktör, sağlık güvencesinin varlığıdır. Sağlık güvencesi
olmayanlar, olanlara kıyasla, sağlık hizmetlerine daha zor ulaşabilmekte, bu nedenle
hem hastalıkları daha sorunlu seyretmekte, daha çok komplikasyonla karşılaşmakta,
hem de sağlık masrafları daha yüksek olmaktadır. Aynı zamanda, sağlık güvencesi
olmayanların oranı, en yoksullar arasında daha yüksek olması nedeniyle, sorunlar daha
da katlanmaktadır. Örneğin en yoksul 1/5’lik grup arasında sağlık güvencesi
olanların oranı, en zengin 1/5’lik gruba kıyasla 1.9 kat ya da %40 daha azdır.
Harcadıkları para da, 1.3 misli daha yüksektir. D. Bu Sorunlarla Malûl Ülke İnsanı İçin Akp ve
Akıl Hocası Dünya Bankası, Hangi Çözüm Önerilerinde Bulunmaktadır? 1.
AKP
Hükümeti, sağlık sorunları ile ilgili şu tespitleri yaparak yola çıkmıştır: “mevcut sağlık sistemi...ihtiyaca cevap veremiyor;
.nüfusumuzun %19’unun sağlık güvencesi yok; amaç;etkin, ulaşılabilir, kaliteli
bir sağlık sistemi; .devlet, herkesin temel sağlık ihtiyacını...özel sektörle
işbirliği yaparak yerine getirmek zorunda; mevcut sağlık sistemi çağdaş değil,
maliyetleri yüksek, sağlık hizmetlerine ulaşım zor, sosyal güvenlik kurumları
arasında standart birliği yok...; sağlık hizmetlerinin tüm vatandaşların
ulaşabileceği yapıya kavuşturulması gerek; sosyal güvenlik
kuruluşlarının,sağlıkla uğraşması, asıl yapması gereken işleri
engellemiş...” (58. Hükümet Programı). 2.
Bu tespitlerle yola çıkan
AKP Hükümeti için, çözüm de çok “basit”ti; “devlet-sigorta-kurum hastanesi
ayrımı kaldırılacak; tüm hastaneler özerkleştirilecek; sağlık bakanlığı,
yeniden yapılandırılacak; sağlık sektörüne rekabet getirilecek; sağlık hizmeti
sunumu ile finansmanı, birbirinden ayrılacak; sağlık sigortası, uzun vadeli sigorta
kollarından çıkarılacak; nüfusun tamamını kapsayan GSS sistemi kurulacak, ödeme
gücü bulunmayanların primleri devletçe ödenecek; aile hekimliği uygulamasına
geçilecek; sağlam bir hasta sevk zinciri sistemi kurulacak; bilişim teknolojisinden
azami yararlanılacak, sağlık bilgi sistemi kurulacak; hasta haklarının korunmasında
hukuki eksiklik giderilecek...” (58. Hükümet Programı) Bu sadece Hükümet
Programı’nda istisnai olarak yer almamış, “Acil Eylem Planı”nda tekrarlanmış
ve ilk elden uygulamaya konulmuştur: “Etkin ve
kaliteli bir sağlık sistemi oluşturma, herkesin temel sağlık ihtiyacını özel
sektörle işbirliği yaparak yerine getirme, ülkemizde sağlık hizmetlerinin yurt
düzeyinde dağılımını dengeli hale getirme hedefleri çerçevesinde; bir yıl
içerisinde...” Devlet hastanesi, sigorta hastanesi, kurum hastanesi ayırımını
kaldırılmaya dönük çalışmalar başlatılacak, Hastanelerin idari ve mali
yönden özerkliğinin sağlanması çalışmaları başlatılacaktır Genel Sağlık
Sigortası Sistemi kurulacak Aile hekimliği uygulamasına geçilecek ve sağlam bir sevk
zinciri oluşturulacak, Koruyucu hekimlik yaygınlaştırılacak, Özel sektörün
sağlık alanına yatırım yapması özendirilecektir, İnsanların ayırım
gözetilmeksizin, ekonomik ve sosyal bakımdan güvencede yaşamaları ilkesi
çerçevesinde yine bir yıl içinde; Sosyal güvenlik kuruluşlarında norm ve standart
birliği sağlanacak, bütünleştirilmiş bir sosyal güvenlik ağı kurulacaktır.
Bütünleştirilmiş bir sosyal hizmet ve yardım ağının oluşturulabilmesi için
dağınık durumdaki sosyal hizmet faaliyetleri tek çatı altında toplanacak, Sosyal
Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun kaynakları artırılacak, harcama
usul ve esasları yeniden belirlenecek ve yönetim yapısı güçlendirilecektir.
Özetlersek; hastaneler “işletmeleştirilecek” finansmanda “sigorta” tercihi
kurumsallaştırılacak birinci basamak sağlık hizmetleri-aile hekimliği adı
altında-özelleştirilecek özel sektör yatırımları teşvik edilecek sosyal güvenlik
kuruluşları birleştirilecek SYDTF güçlendirilecek...(58.Hükümet Acil Eylem
Planı) 3.
AKP Hükümeti’nin akıl
hocası Dünya Bankası, tıpkı 1980 sonrası diğer hükümetlere yaptığı gibi, 59.
Hükümet için de bir “yol •haritası” hazırlamıştır. Türkiye’nin kendi
düzeyindeki ülkelere kıyasla kötü olan sağlık durumunun nedenlerini şöyle
saptamaktadır: “a) finansman: kaynakların mobilizasyonu ile ilgili çok sayıda sorun
var, ayrıca mevcut kaynaklar, verimli ve eşit tahsis edilememektedir; b) yöneticiler ve
sağlık personeli için, yeterli teşvik olmaması, diğer önemli problemdir; bu
kişilerin düşük ücretlerini takviye etmek için, diğer gelir kaynaklarına yönelmek
durumunda kalmaları, kamu sağlık hizmetlerini olumsuz etkilemektedir; c) sağlık
hizmetlerinin sunumunun parçalı yapıda olması; d) özel sektörün potansiyelinin tam
anlaşılmamış olması ve görev-sorumluluklarının tanımlanmamış olması; e)
sağlığın güçlü belirleyicileri (temiz su kullanma imkanı, tatminkar sanitasyon,
eğitim) herkese eşit olarak sunulamamakta (Kırsalda ve Doğu’da en basit
kolaylıklardan bile mahrumiyet söz konusudur). Dünya
Bankası 2002 Türkiye Sağlık Raporu, bu belirlemeler ışığında, seçeneğini
aşağıdaki gibi önermektedir:”...Bu nedenle; mevcut durumda, bilinen sağlık
harcamaları, Türkiye’nin bulunduğu ekonomik gelişme düzeyindeki bir ülke
için•düşüktür. Sağlık sistemi, toplumun yoksul ve “kırılgan” kesimlerine
ulaşamamaktadır •Nüfusun sağlık durumu, benzer gelire sahip ülkelerin çok
altındadır. Bu bulgulara göre;•insanların sağlık durumunu iyileştirme şeklindeki
nihai hedefe ulaşabilmek için,; Sağlık hizmetlerinin finansmanında, sunulmasında,
düzenlenmesinde ve yönetiminde temel ve sistemli değişiklikler gerekmektedir Tek
çare; sağlık sisteminde geniş çaplı bir yeniden düzenlemenin
gerçekleştirilmesidir. 4.
“Tek çare” söylemine
genelde itiraz eden liberal söylemin, dünya ölçeğindeki muhafızı Dünya Bankası,
kendi “tek çaresini/yolunu” net biçimde tanımlamaktadır: Türkiye’de sağlık
sektörünün sorunlarını ele almayı hedefleyen reform stratejileri en az 5 alanda
programlanmalı: a) kaynak seferberliğinin ve tahsisatının iyileştirilmesi, b)
sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, c) sağlık hizmetlerine olan talebin
artırılması ve bu hizmetlerin daha çok kullanılır hale getirilmesi, d) sağlık
hizmetlerinin üretilip sunulmasındaki verimliliğin iyileştirilmesi, e) sağlık
hizmetlerinin klinik etkinliğinin iyileştirilmesi. 5.
a) Zorunlu evrensel sosyal
sağlık sigortası ve isteğe bağlı tamamlayıcı özel sigorta. Çalışma
Bakanlığı’ na bağlı özerk bir organizasyon (Sağlık Fonu) kurulması, SSK ve
Bağ-Kur’un devam etmesi, toplanan primlerin Sağlık Fonu’na aktarılması, tüm memurların Sağlık Fonu’na üye olup, sağlık
sigortası primi ödemesi , Emekli Sandığı’nın, tüm sağlık primlerini, bu Fon’a
aktarması; Yeşil Kart’ın, Sağlık Fonu ile birleştirilmesi, devletin ödeyemeyenler
adına prim yatırması… b) Temel hizmetler paketi hazırlama ve kamu harcamalarını
hedef alma. Ana-çocuk ölüm ve hastalanma oranını düşürmek için, sağlık
hizmetlerinin, temel hizmetler paketi çerçevesinde sunulması; sağlık personelinin
yoksulların yaşadığı yerlerde çalışması için, teşvik stratejileri
geliştirilmesi (ekstra ücret, daha kısa görev süresi, kıtlık bölgesinde hizmet
verdikten sonra görev yerini tercih etme hakkı, uzmanlık programlarına alınma, vb). c) Devlet hastanelerinin yeniden düzenlenmesi ve
daha fazla özerklik tanınması . Sağlık Bakanlığı
ve SSK hastanelerine özerklik tanınması; Sağlık
Bakanlığı hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na bağlı tek bir yasal kurum olarak
birleştirilmesi, bu yarı kamulaşmış kurumun Bakanlıktan özerk olması; benzer
durumun SSK hastaneleri için de geçerli olması; her iki özerk kurum arasında
koordinasyon ve işbirliği olması, bu aşamada personelin devlet memuru kalması; ikinci
aşamada, her tesise ayrı ayrı özerklik tanınması, her tesisin kendini yönetecek
kapasiteye sahip olması, tüm personelin sözleşmeli olması. d) Kurumsal sorumlulukların birleştirilmesi ve
yeniden tanımlanması. Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı arasındaki ilişkinin gözden
geçirilmesi; Sağlık Bakanlığı’nın başlıca görevinin politika hazırlamak ve
düzeni denetlemek olması ve kalite kontrolü ile tüketici eğitimi ile ilgilenmesi;
sağlık sektörü için önceliklerin belirlenmesi, kalitenin izlenmesi ve düzenlenmesi,
kurumların akreditasyonu, uzmanlara lisans verilmesi, sigortanın düzenlenmesi ve
denetimi, halk sağlığı işlevlerinin yönetimi, salgın hastalıkların gözetimi gibi
işlevleri öncelikle üslenmesi; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın da
evrensel sağlık sigortası sisteminin yönetimi ve işlevlerine denetim ve rehberlik
sağlaması.e) Temel sağlık hizmetlerinin kuvvetlendirilmesi. Bu maddenin çıkış
noktası; temel sağlık hizmeti sunan kişilerin konumunu iyileştirmektir. “Temel
sağlık uzmanları”na , temel hizmet paketini sunarken, hem evde hem hastanede
bakılan, hastaların tedavisinde çeşitli sağlık hizmeti sektörlerinin
bütünleştirilmesini sağlayacak imkanlar verilmesi” şeklinde tanımlanan hedef,
“bunu başarmanın bir yolu; aile hekimliği kavramının ve uygulamasının
benimsenmesidir” denilerek, netleştirilmektedir. Proje iki aşamada ele alınarak;
“Birinci aşamada, yasal ve kurumsal şartların yerine getirilmesi (3-5 sene); ikinci
aşamada reform tedbirlerinin fiili uygulanması” diye “hat” çizilmektedir. (Dünya
Bankası; Türkiye, Yaygınlığı ve Verimliliği İyileştirmek Amacıyla Sağlık
Sektöründe Yapılan Reformlar)
|
||
|