TTB'den Sağlık Bakanlığı'na ve Hükümet'e çağrı

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Sağlık Bakanlığı’na ve Hükümet’e Güneydoğu’da sokağa çıkma yasağının sürdüğü yerlerde sağlık çalışanlarının acil göreve çağrılmasının ve eğitim emekçilerinin izine gönderilmesinin neyin hazırlığı olduğunu sordu.

TTB Merkez Konseyi Güneydoğu'da sokağa çıkma yasağının sürdüğü yerlerde sağlık çalışanlarının acil göreve çağrılmasıyla ilgili yazılı açıklama yaptı. "Birliğimiz, dirliğimiz, diriliğimiz için açılan hendekleri doldurmak / kaldırmak adına daha kaç şehir boşaltılacak, kaç ocak sönecek? Yaklaşan kış koşullarında kaç kadın, yaşlı, çocuk yollara düşerek açlığın, yokluğun pençesinde hastalıktan önelecek? Daha kaç çocuk ve kadının şiddet gören, istismar edilen körpe bedenleri ve ruhları örselenecek" denilen açıklamada, taraflar acilen çatışmaların durdurulması, silahların susturulması, barış içinde bir arada yaşama ikliminin oluşturulması için katkı vermeye ve sorumluluk almaya çağrıldı. 

 

Toplumsal Barış, Özgür ve Onurlu Yaşayabilmektir

SAĞLIK BAKANINA VE HÜKÜMETE SORUYORUZ:

Sağlık Çalışanlarının Acil Göreve Çağrılması, Eğitim Emekçilerinin İzine Gönderilmesi Neyin Hazırlığıdır?

Sayın Bakan; ne zamandan beri “sağlıkçıların kudret eli ve dili” dertlere derman, yaralara merhem olmak yerine silah tutar, şiddeti, baskıyı, ölümü kutsar oldu?

Hükümete soruyoruz:

“Birliğimiz, dirliğimiz, diriliğimiz” için, açılan hendekleri doldurmak/ kaldırmak adına daha kaç şehir boşaltılacak, kaç ocak sönecek? Yaklaşan kış koşullarında kaç kadın, yaşlı, çocuk yollara düşerek açlığın, yokluğun pençesinde hastalıktan ölecek? Daha kaç çocuk ve kadının şiddet gören, istismar edilen körpe bedenleri ve ruhları örselenecek?

Çünkü geçmişten biliyoruz ve bugün tanık oluyoruz ki; çatışama ortamlarında en çok çocuklar, kadınlar, siviller örseleniyor, yaralanıyor, ölüyor.

Örneğin UNICEF “Dünya Çocuklarının Durumu” raporuna göre; sadece 1986-1996 yılları arasında gerçekleşen savaşlarda iki milyon çocuğun öldüğü, 5 milyon çocuğun sakat kaldığı, 12 milyon çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyondan fazla çocuğun ana babasını kaybettiği ve 10 milyon aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiği belirtilmektedir.

Giderek çatışma ve savaşlarda çatışan taraflar yerine siviller, çocuklar, kadınlar ölmektedir. Askerler, 1. Dünya Savaşı’ndaki ölümlerin %80’ni, 2. Dünya Savaşı’nda %50’sini ve Vietnam Savaşında ise %20’sini oluşturmuştur. 1990 yılından itibaren savaşlarda yaşamını kaybeden insanların %90’nını kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. Ayrıca savaşın etkileri ile yaşadıkları yerden ayrılarak mülteci durumuna düşen savaş zedelerin de %80’i kadın ve çocuklardan oluşmaktadır.

Ne yazık ki ülkemizde son aylarda yaşanan çatışma ortamlarında çatışmanın doğrudan tarafı olmayan çoğu çocuk, kadın ve yaşlı yüzlerce sivil yurttaşımız yaşamını yitirmiş, yaralanmış, sakat kalmıştır. İki yüz binden fazla yurttaşımız yıkılan, yakılan, kuşatılan evlerini şehirlerini terk ederek göç yollarına düşürülmüştür. Çatışma ortamlarında ve yollarda insanlarımızın yaşamlarının, temel haklarının ve insani değerlerinin hiçe sayıldığı, ayaklar altına alındığı görüntüler, uygulamalar insanlarla birlikte insanlığın bittiğine tanıklık etmemize ve insanlığımızdan utanmamıza neden olmanın yanında, şiddet sarmalının tüm toplumsal dokuya sirayet ederek barışı ve birlikte yaşamı geri dönüşümsüz olarak tahrip ettiğini görüyor, gözlemliyoruz.

Yine üzülerek görüyoruz ki; yaşamın ve toplumun tüm alanlarına yayılan çatışmalar sırasında barınma, beslenme, sağlık ve yaşam hakkının ihlal edilmesi yanında giderek olağan hale gelmekte “olağan üstü tedbirler ve uygulamalar”, sağlık çalışanlarına ve sağlık kurum ve kuruluşlarına yönelik kabul edilemez ve aleni olarak ulusal ve uluslararası hukuk, etik ve ahlaki değerleri hiçe sayan tutum ve davranışlar (saldırılar, şiddet ve baskılar) sonucu sağlık bakımına ihtiyacı olan yaralıların ve hastaların tıbbi hizmetlere ulaşması, sağlık çalışanlarının can güvenliği yanında mesleki bağımsızlığı, yansızlığı da ortadan kalkmaktadır.

Bir kez daha tüm tarafları altında ülkemizin imzasının da olduğu “Cenevre Sözleşmesi’ne uymaya davet ediyoruz. Tamamını daha önce yayımladığımız ekteki sözleşme metninde de açıkça belirtildiği gibi:

Hükümetler, silahlı güçler ve elinde güç bulunan diğerleri, doktorların ve diğer sağlık profesyonellerinin silahlı çatışma ve diğer şiddet durumlarında ihtiyacı olan herkese bakım verebilmesini sağlamak üzere Cenevre Sözleşmelerine uygun hareket etmelidirler. Bu yükümlülük, sağlık personelinin ve sağlık tesislerinin korunması gerekliliğini de kapsar.

Hekim, durum ve koşullar ne olursa olsun tıbbi bilgilerin gizliliğini korumalıdır.  

Silahlı çatışma ve diğer şiddet durumlarında doktorlara ve diğer sağlıkçılara tanınan haklar ve imkânlar sağlık ve tedavi amaçları dışında başka amaçlar için hiçbir şekilde kullanılmamalıdır…

Doktorların hasta ve yaralıları tedavi görevleri açık ve nettir. Doktorlar, etik yükümlülüklerinden herhangi birine uygun davranmaları nedeniyle hiçbir zaman kovuşturulmamalı ve cezalandırılmamalıdır.

… Doktorlara engelsiz geçiş ve tam mesleki bağımsızlık dâhil gerekli yardımlar sağlanmalıdır.

Silahlı çatışmaların ya da diğer şiddet olaylarının cereyan ettiği yerlerdeki hastanelere ya da sağlık merkezlerine çatışan tüm taraflar ve medya çalışanları saygı göstermelidir.

Hasta, yaralı ve ölülerin özel yaşamlarının gizliliğine her durumda özen gösterilmelidir.”

Ancak çatışma ortamları dışında da hukuksuzluk, baskı ve keyfiyet tüm yönetim süreçlerine hâkim olmaktadır.

Artık telefonlara gönderilen mesajlarla sağlık çalışanları göreve çağrılıyor. Doğal afet ve savaş koşullarında bile tanık olmadığımız, “sıkıyönetim ilan edilen kentlerde sağlık çalışanlarının sağlık kuruluşlarına hapsedileceğini, karargâha dönüştürülen ve sıkı bir şekilde korunan sağlık kuruluşlarına gelemeyen yaralı ve hastalara kesintisiz hizmet vermek üzere sağlık çalışanlarının çatışma bölgelerindeki görev yerlerini 7 gün terk etmeyeceklerini, can güvenlikleri tehlikede olduğu için birer maaş fazla ücret alacaklarını vb. teşvik edici önlemleri mutat hale gelen “eposta - sms” mesajları ile öğreniyoruz.

Son olarak Cizre ve Silopi’de ilan edileceği sonradan kamuoyuna açıklanan sokağa çıkma yasağı öncesi o ilçelerde görev yapan öğretmenlere gönderilen ve ilçeyi acil olarak terk etmelerini isteyen “Şırnak İl Milli Eğitim Müdürlüğü kaynaklı -sms –mesajlarından” haberdar olduğumuz gelişmeler ve sayın Sağlık Bakanı’nın  açıklamalarından anlıyoruz ki hükümetimiz ciddi bir  titizlik ve kararlılık içinde tüm olanakları ile büyük bir temizlik harekâtı, bakanımızın deyimi ile başarısı şimdiden %70-80’lere ulaşan, birkaç ay sonra %90’lara ulaşacak ve en az 2-3 yıl değişmeden devam edecek olan bir terörle mücadele programı yürütüyor

Doğamız, ülkemiz, insanlarımız, insani değerlerimiz, insanlık ve barış için endişeliyiz.

Yaraları sürekli kanatarak daha da derinleştiren, yeni yaralar açan şiddet, öfke saçan, yok sayan ve ötekileştiren müdahale ve yöntemlerin yaşamları söndürürken değerleri de yok ettiğini, evlerin duvarları, damlarıyla birlikte yaşamları ve toplumu da parçaladığını, birlikte barış içinde yaşama umudunu yok ettiğini görüyoruz.

Şiddetin şiddeti, öfkenin düşmanlığı ve nefreti körüklediği bu günlerde insan yaşamının ve sağlığının anlamını yitirdiğine, birbirini düşman olarak gören, ellerine geçirdikleri ölüm kusan silahları en etkili şekilde kullanırken ortaya çıkan vahşet görüntülerine insanlığımızdan utanarak tanık olup çaresizliğimiz ve üzüntümüz çoğalırken,  yöneticilerimizin hukuku, yasaları ve temel hakları ayaklar altına alışını hayretle izliyoruz.

Endişeliyiz çünkü; ulusal ya da uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye çalışan devletler giderek bir şiddet toplumuna dönüşmektedir. Şiddet şiddeti doğurmakta, şiddet sarmalı giderek büyümektedir. Savaş ve çatışmalar amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştırarak insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştırmaktadır. En önemli tehlike budur.  

Türk Tabipleri Birliği olarak şiddet dili ve yöntemlerinin kişisel, sosyal, toplumsal, siyasal ulusal ya da uluslararası sorunların çözümünde etkili bir yol olsa bile insanlığa, barışa hizmet etmediğini biliyoruz.

Şiddet ve baskı sorunları öteleyip farklılaştırırken acıları ve kayıpları büyütmekte, kopuşu hızlandırmaktadır.

Bu nedenle tüm toplumu ve tarafları acilen çatışmaların durdurulması, silahların susturulması ve yaraların sarılmasına, sorunların demokratik siyaset ve müzakere ortamında çözülmesine ve barış içinde bir arada yaşama ikliminin oluşturulmasına katkı vermeye, sorumluluk almaya davet ediyoruz. İktidar edenler başta olmak üzere hepimizin ortak sorumluluğu ve görevidir her insanımıza kendisini bu ülkenin, toplumun onurlu ve eşit bir yurttaşı olarak hissedeceği ve özgür ve kendi olarak yaşayabileceği ortam ve olanaklarının yaratılması.

 TTB MERKEZ KONSEYİ